Giderek daha belirgin hale geliyor;

AKP hükümetinin Türkiye’ye “dış politika” diye pazarladığı hamasi nutuklardan ibaret.

“İnsani” dış politika deyip, petrol peşine düşmenin;

“Milli iradeye saygıyı” dış politika önceliği yapıp, darbecilerle el sıkışmanın;

“Yaptık, yapıyoruz” dediklerinin hemen hiçbirini hayata geçirememelerinin bir manzumesi AKP dış politikası.

Tek güvendikleri ise, özellikle Türkiye’de seçmen kitlesinin hafızasının kısalığı.

ARAP SOKAKLARININ “KAHRAMANLIĞINDAN”,  “ARAP DÜŞMANLIĞI” İMAJINA...

Mesela;

Erdoğan’ın “Gazze’ye gidiyorum” deyip de gidememesinin üstünden kaç yıl geçti?

Erdoğan bu cümleyi kurarken, AKP hükümetinin Arap coğrafyasıyla ilişkileri bugüne oranla büyük ölçüde dostaneydi. O zamanlar İsrail’le “one minute” atışmasının -deyim yerindeyse- ekmeği yeniyordu.

Geldiğimiz noktada İsrail hemen hemen tüm Arap ülkeleriyle ilişkileri düzeltti. Türkiye ise “Arap düşmanı” olarak damgalandı.

AKP Hükümetinin tüm bunlara karşı tek yapabildiği ise, kendisinin de diplomatik ilişki içinde olduğu iki egemen devletin birbiriyle ilişki kurmasını “kınamak” -ve bir Türk vatandaşı olarak çok üzülerek söylüyorum- bu tavırla uluslararası alanda

Türkiye’yi alay konusu haline getirmek.

Saray’ın gölgesindeki bir “resmi açıklama yapma merkezi” konumuna düşürülen Dışişleri Bakanlığı da artık Arap ülkelerinin attığı adımları tek tek “şiddetle kınamaya” yetişemez olmuş ki, Arap Ligi bağlamında “toplu kınamalar” yayınlanmaya başladı.

MISIR’DA DARBECİ SİSİ’Yİ KINAYIP, MALİ’NİN DARBECİ GENERALLERİNİN ELİNİ SIKMAK

Tam bu noktada Mısır konusuna özel bir paragraf açmak gerekiyor.

Zira Mısır’la ilişkiler, AKP’nin tam da “söyleyip de yap-a-madıklarının” somut göstergesi gibi.

Müslüman Kardeşler hükümetini askeri bir darbeyle devirdi diye yeri göğü yıkan, bunun “milli iradenin gaspı” olduğunu her fırsatta söyleyen, Sisi’nin adını başına hep olumsuz sıfatlar koyarak anan AKP hükümeti, bilin bakalım geçen hafta ne yaptı?

Afrika ülkesi Mali’de iki hafta önce gerçekleşen askeri darbe sonrasında, bu ülkeye resmi ziyaret yapıp, darbeci generallerin elini sıkan, “Türkiye yanınızdadır” diyen ilk hükümet AKP oldu. Mevlüt Çavuşoğlu alelacele Mali’ye gidip, darbeci konseyle fotoğraflar çektirdi. Afrika’da Fransa’nın “arka bahçesi” gibi olan Mali’de Macron ile itişmek hevesiyle, “milli irade” filan unutuldu gitti

“GİDİCİSİN” MACRON, YUNANİSTAN’A, ARAPLARA UÇAK/SİLAH  SATMAYA DOYAMADI...

İçerde Gelecek ve Deva Partilerinin kurulmasıyla sürekli seçmen kaybeden, ekonomiyi değil ama Dolar/Euro’yu TL karşısında “pik yapan” AKP hükümeti, kimse işsizliği, açlığı konuşmasın diye işi hamasete döktü;

Dış politika parametrelerini iyice “militerleştirip”, Saray’a gidip “bir fikrim var” diyen general/amiralin peşine düştü. “Mavi Vatan” jargonu altında, Libya’da Müslüman Kardeşler bağlantılı hükümete destek için anlaşmalar imzalandı, buna da “Mavi Vatan” adı takıldı. Böylece, Türkiye’nin Ege ve Doğu Akdeniz’deki “gerçek mavi vatanı”, Ege’nin Yunan gölü olmasını engelleyen Türk tezleri teker teker tartışmaya açıldı, tehlikeye atıldı.

Artık kimse Türkiye’nin Libya’yla imzaladığı o deniz yetki anlaşmasını konuşmuyor. Artık burnumuzun dibindeki Rodos’un, Sakız’ın, Meis’in “kıta sahanlıkları” tartışılmaya başlandı.

AKP hükümeti Türkiye’yi kendi elleriyle bu kadar köşeye sıkıştırınca da, bundan faydalanmaya kalkan çok oldu.

Şimdilerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fransız muhatabı Macron ile atışıyor. Son olarak “süren az kaldı, gidicisin” diye bile seslendi Macron’a.

Ama Macron “gider ayak”, Yunanistan’a 18 tane Fransız yapımı Rafale savaş uçağı satmayı başardı.

AKP hükümeti kendi coğrafyasındaki ülkelerle kavga ettikçe, Fransa bölgeye sızdı.  Zengin Arap ülkeleriyle pek çok silah satış anlaşması yaptı. Macron önce Lübnan’a, ardından Irak’a bizzat gidip, ilişki tazeledi. ( Sahi Erdoğan en son ne zaman gitmişti Irak’a, Lübnan’a ? )

Bizim Saray efradı Erdoğan’ın elini Macron’un omzuna koyduğu, birlikte otururken ayak ayak üstüne attığı fotoğrafları paylaşıp, fotoğraftan “kahramanlık” çıkarmaya çalışadursun;

Artık Ortadoğu’da bir olay olduğunda herkes, tek yaptığı “şiddetle kınamak” olan Türkiye’ye değil, Fransa’ya bakmaya başladı.

RUSLAR DA “MAVİ VATAN” TARTIŞMASINA DAHİL OLUYOR

Durun bitmedi;

AKP hükümetinin herkesle kavga etmesinden faydalanan bir ülke daha var;

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov geçen hafta, uzun bir aradan sonra, Şam’a gitti.

Lavrov’un Şam’da yaptığı görüşme ve anlaşmaların çoğunluğu Suriye’nin enerji ihtiyaçlarına yönelik oldu. Enerji santralleri inşası, elektrik iletim hatları yapılması filan derken, Doğu Akdeniz’de Suriye adına petrol arama imtiyazını da kaşla göz arasında bağlayıverdi Lavrov.

Böylece Ruslar da Doğu Akdeniz enerji denklemine giriş yapmış oldu.

Lavrov’un bölge ziyareti sadece Şam’la sınırlı kalmadı; Kıbrıs Rum Kesimi’ne de geçen Rus Dışişleri Bakanı, burada da Türkiye’nin Kıbrıs politikasındaki en kritik konuyu, “garanti anlaşmasını” tartışmaya açtı. Lavrov aynen şu mesajı verdi;
“Kıbrıs’ın güvenliğine ilişkin dış garantilerden oluşan mevcut sistem, ne Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (Rumları kastediyor), gerçeklerine, ne de yasal statüsüne uymuyor...”

Tercümesi; Kaldıralım artık şu Türkiye’nin Ada üzerindeki garantörlüğünü.
(Sahi Lavrov’a herhangi bir tepki geldi mi AKP hükümetinden? Malum, turizm sezonu, hazine tamtakır, Rus turistler, satılacak domatesler filan...)

POMPEO DA TOPA GİRDİ

Rusya Kıbrıs konusuna, üstelik bu kadar üst perdeden girer de, Amerikalılar durur mu?

ABD Dışişleri Bakanı Pompeo da soluğu hemen Kıbrıs Rum Kesimi’nde aldı. Rumlar’ın Doğu Akdeniz’deki enerji tezlerine destek verip, sadece tek bir ricada bulundu; “Şu Ruslar’ın Kıbrıs Rum Kesimi’nde off shore hesaplarında para aklamasına izin vermeyin...”

Kısacası, Türkiye’nin içinde bulunduğu bölge bu aralar tüm dünyanın gözdesi durumunda. Gün geçmiyor ki yeni bir gelişme yaşanmasın.

Tüm bunlar yaşanırken AKP hükümeti ne yaptı peki?

Oruç Reis’in Eylül’e kadar Doğu Akdeniz’de yapacağı sismik araştırmayı iptal edip, daha iki ay önce alayı vala ile gönderdikleri gemiyi sessiz sedasız Antalya limanına çekti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan parti toplantısında Macron’a atıp tutup, sonra da “Ülkemizin kaderi ile AK Parti’nin kaderi birleşmiş, bütünleşmiştir” dedi.

Türkiye’nin yüzde 50’sinden fazlasının hiçbir dönemde AKP’ye oy vermediğini görmezden gelerek, AKP’nin yanlışlarını tüm Türkiye’ye mal etmeye çalışmak;

Söyledikleri ve yap-a-madıkları birbirini hiç tutmayan AKP’nin yanlışlarından tüm ülke için “milli dava” çıkarmak ne kadar mümkün?

Mümkün değil elbette...