“- Efendim Tanrı’nın tek bir mesajı olsa ve çok önemli tek bir satır olsa, sizce bu ne olurdu?

- Bunu dört kelimeye sığdırabilirim: “Hepiniz beni yanlış anladınız!”

Yukarıdaki replik “Tanrı ile Sohbet” (Conversations With God) filminden... İzlemeyenlere öneririm. Sadece filimden hareketle değil, ülkemizde olup bitenlere ve dünyanın gidişatına bakarak da söylüyorum, sığınağımız; ağır sorunlar karşısında tutunmak istediğimiz, insan kalabilmemize olanak tanıyan maneviyat alanı; bizzat dinî, felsefî, siyasî düşünce üretenler tarafından heder edildi. Tecrübe dediğimiz kavramı ne ahlaki ne de ruhsal zeminde artık konuşamıyoruz. Manevi irtibatı dindar bilinç ya birkaç ritüeli yerine getirmek ya bir siyasi lidere oy vermek ya da herhangi bir cemaatin içinde yer almak zannediyor. Bunu tüm dinlerin bağlıları üzerinden de söylüyorum. Tecrübe nedir, Tanrı tecrübe edilir mi, edilirse doğru bir zeminde olduğumuzun sağlaması nasıl yapılabilir sorusu günümüz insanının zihninde yok. Mayınlı bir zeminde yürüdüğümün farkındayım. Zira Kant gibi filozoflar; akıl sınırlarını aşamaz, aştığı takdirde yanılsama söz konusudur, der. Ruh, ahiret, Tanrı gibi konularda aklın söylediklerini yanılsama kabul eden Kant, diğer taraftan ahlak felsefesini kurarken Tanrı’yı, özgürlüğü, ölümsüzlüğü dikkate alır. Keza çocukluktaki baba otoritesinin, yetişkinlikte Tanrı otoritesine geçtiğini iddia eden Freud da yanılsamadan dem vurur. Öte yandan 11. 12. yy’larda yaşamış bazı İslam düşünürlerinin yanılsamadan bahsediyor olmaları, tecrübeden dem vurmaları ve Tanrı’nın yer değiştirmeyeceği iddiaları, üzerinde düşünülmesi gereken bir bahsi diğer.

TECRÜBESİZ İMAN OLMAZ

Bu tartışmaları bir kenara bırakarak şu tespiti yapayım: Modern dindar bilinç, dinin içinden hayata bakıyor görünse de Tanrı’yı hayatın dışına çıkarmış durumda. Bakmayın dünyada on kişiden sekizinin dini bir grup içinde yer aldığına, aslında kupkuru bir tecrübesiz dindarlıktan bahsediyoruz. Ne diyordu Yunus Emre,Benim yüzüm yerde gerek, bana rahmet yerden yağar”; hani nerede o rahmet? Eller gökyüzüne çevriliyor, kilisede, havrada dualar ediliyor, dev mabetler her yere dikiliyor, tüm dinlerin baronları “benim dinim en hak din” diye diye kürsülerden ahkam kesiyor. Eyvallah ama kaçımız Tanrı ile karşılaştı? Yahudi’si, Hristiyan’ı Müslüman’ı sözüm ona Tanrı’yla bütünleştirdikleri dinlerinden yola çıkarak “benim yüzüm yerde gerek” deyip eylemlerini rahmete dönüştürdü?

Din var, dine giriş var ama tecrübe yok!

Dinin sözde retoriği var, sözde ritüelleri var ama Tanrı’sı yok.

Tanrı diye yapışılan zanlar. Tanrı diye tapınılan birilerinin tasavvurları. Tanrı diye anlaşılan şekil-şemail ve öbürünü dışlama.

Oysa iman tecrübedir. Tanrı tecrübesi kişiyi bir kıvama (ahsenül takvim) taşır. Bu tecrübeyi yakalamış insanlarla karşılaşırsanız mutlaka fark edersiniz; yüzünden, sözünden, sesinden, davranışlarından, hayata bakışından, parayla olan münasebetinden, makamlara mesafesinden anlarsınız. Nitelikli hazlarından, dinginliğinden, doğru istikametinden çıkarırsınız. Akla, fıtrata, doğanın yasalarına, varlıktaki her insana her canlıya “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanınız” sözü üzerinden nazar eder.

Demem o ki, din, Tanrı ile aklî ve ruhsal tecrübede açığa çıkar; Tanrı’nın olmadığı yerde ise iman dinedir yani cesede!