Siyaset neden yapılır?

- Bir devletin/sistemin yarattığı her türlü gücü, yetkiyi ele geçirmeye, hep güçlü kalmaya, gücün olanaklarından faydalanmaya odaklanmış kişisel hırslar için mi?

- Ortak aklı ve çözme yeteneğini kullanarak, halkın sorunlarını çözmek için mi?

Siyasetçilere sorsanız, hepsi ikinci seçeneği söyler.

Ancak (istisnalar kaideyi bozmaz) hiçbiri doğruyu söylemez.

Siyasetçi, aslında rakibiyle önce gücü ve yetkiyi ele geçirmek sonra da o gücü ve yetkiyi sonuna dek elinde tutmak için yarışır.

Teoride sorun çözme, refah, zenginlik gibi seçmenlere sunulan vaatler siyasette “temel amaç” gibi görünse de pratikte siyasetçi için iktidar, “kullanışlı araç” olmaktan öteye geçemez.

★★★

Bakın AK Parti, 3 Kasım 2002’de, derin bir ekonomik krizin yarattığı zorluklarla geçen iki yılın ardından iktidara gelmişti. Millet, Cumhuriyet Halk Partisi ve AK Parti dışındaki bütün partileri parlamento dışında bırakarak cezalandırırken, AK Parti’ye de tek başına iktidar olma fırsatını sunmuştu.

AK Parti başlarda bu fırsatı çok iyi kullandı. 2001 krizinden sonra konulan kurallar, sıkı mali disiplin, iktidar değişimiyle açılan yabancı kaynak, özelleştirmelerden gelen büyük sermaye, Avrupa Birliği üyelik süreci, demokratikleşme adımları, barışçıl dış politika üst üste gelince Türkiye büyüdü, zenginleşti. Enflasyon da faizler de düştü, kurlar serbest olmasına rağmen istikrarlı seyretti. (Örneğin dolar kuru 2002’den 2017’ye dek sadece 2.3 kat arttı - 1.7’den 3.90’a geldi- ).

Halk da AK Parti’yi girdiği bütün seçimlerde ödüllendirdi ve iktidarda tuttu. Tabiri caizse sistem değişikliği de dahil olmak üzere AK Parti ne istediyse verdi.

Ancak gelin görün ki 16 Nisan 2017 günü yapılan referandum ve bu referandum sonucuna göre 24 Haziran 2018 seçimlerinde oluşan yeni yönetim anlayışı, ülkeyi ciddi bir gerileme sürecine soktu.

Ülkenin bütün yükü, bütün kritik kararlar, tek bir kişinin omuzlarına bırakıldı. AK Parti, lideri Cumhurbaşkanı olduğundan teoride “iktidar partisi” gibi görünse de pratikte yönetim süreçlerinden dışlandı. Siyasi otorite, AK Parti kurmaylarıyla değil profesyonellerle (Eski AK Parti milletvekili Adnan Boynukara’nın tabiriyle “lejyonerlerle”) kuşatıldı.

Bu ekip, siyasi otoritenin halkın sorunlarını çözmesinden çok, iktidarda daha fazla kalmasına odaklandı.

★★★

Neticede iktidar sorun çözme yeteneğini kaybettiği gibi, elindeki büyük gücü kullanırken hukuk devleti, şeffaflık, fırsat eşitliği gibi kavramları da adeta çöpe attı. Yargı siyasallaştı. Devlet imkanları dar bir zümre tarafından kullanılmaya başlandı. Halk yoksullaşırken iktidara yakın iş dünyasına ciddi bir sermaye transferi yapıldı. Ekonomi, kurallarla, verilerle değil ideolojik takıntılarla yönetilmeye başlandı. Yeni yabancı sermaye yatırımları gelmediği gibi, var olan yabancı sermaye de Türkiye’yi terk etti.  Faizler, kurlar, enflasyon hepsi füze gibi fırladı.

Gerçek şu ki ekonomik olarak çok zor günler geçiriyoruz. Otomobil almak, ev almak, ekonomik açıdan önünü görebilmek, artık AK Parti öncesi dönemdeki gibi zorlaştı. Hayat pahalılığı had safhada. Artık sadece işsizler değil, geçinemeyen işçi ve memurlar, maliyetleri artan çiftiler, esnaf ve sanayiciler de ağlıyor ve ne yazık ki iktidar onlara çözüm üreteceğine, sorunları görmezden geliyor. İktidardan birileri, sorunu kabul edince de çözüm ortaya koymak yerine bahaneler sıralıyor.

★★★

İktidarın karşımıza çıkardığı tablonun tek adı var: “İktidar doyumsuzluğu”.

Millet ekonomik krizin altında perişan olsa da iktidarda olanlar;

- İktidarda olmaya doymuyor.

- Güce ve yetkiye doymuyor.

- Uçaklara, makam araçlarına, lüks saraylara, ekmek elden su gölden lüks hayata doymuyor.

- Devletin imkanlarını yandaşlara dağıtmaya doymuyor.

Eskiden olsa vatandaş “doymuyorlar ama çalışıyorlar” deyip bir şans daha verebilirdi belki.

Ancak şimdi vatandaş için de bıçak kemiğe dayanmış.

Sokağa inseler vatandaşın da kendisini düşünmek, sorunlarını görüp çözmek yerine iktidarda kalmayı hedefleyenlere ders vermeye hazırlandığını görecekler.