Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu dün Taliban’la ilgili soruları yanıtlarken şu cümleyi kurdu:

“Taliban’ın verdiği mesajları olumlu karşılıyoruz.”

Bu cümleyi duyunca, yıllardır Türkiye’nin dış politikasını takip eden bir gazeteci olarak “eyvah” dedim, “Suriye’deki, Libya’daki, Yemen’deki radikal örgütler, Hamas ve İhvan yetmiyormuş gibi müttefik listemize bir de Taliban eklendi.”

Neden mi?

İzah edeyim:

Sovyetler Birliği dağılıp Afganistan’da iç savaş başladığından bu yana o ülkeyi takip ediyorum. Uyuşturucu ticaretinin ve her türlü kaçakçılığın finanse edildiği, mafyatik toplulukların bölgesel hakimiyetler kurduğu ülkede en önemli silahlı güç Taliban’dı.

Bu gücün başlangıçtaki temel kaynağı, iç savaş baronlarından bıkan Afgan halkının “Talebeler” dedikleri Taliban’a kurtarıcı gibi sarılmasıydı.

1996’da Afganistan’ın ikinci büyük kenti Kandahar’dan Başkent Kabil’e ilerleyişleri sırasında köylülerin nasıl sevgi gösterisi yaptığına, Sovyet yanlısı Necibullah’ı ve yardımcısını şehir meydanında elektrik direğine astıklarında nasıl destek gördüklerine şahidim.

Gelin görün ki 1996’dan 2001 yılının 11 Eylül gününe dek geçen 5 yılda Taliban, Afgan halkının hayalini kurduğu bir yönetim kurmak bir yana, hayatı halkın önemli bir bölümü için kabusa çevirdi.

Her şeyden önce iç savaş baronlarının imza attığı suçlara onlar da imza attı. İslam Emirliği kurmalarına rağmen uyuşturucu hammaddesi üretmekten ve ticaretini kontrol etmekten geri durmadılar. ABD işgali döneminde dahi Taliban’ın Afganistan’daki geliri 1.5 milyar Amerikan dolarını buluyordu.

Taliban beş yıllık iktidarı boyunca hiçbir kız çocuğunu eğitim sistemine dahil etmedi. Doktorlar hariç (Kadın hastalar erkek doktorlara gitmesin diye) hiçbir kadın çalışma yaşamına dahil edilmedi.

Hırsızlık yapanlar, yüzlerine katran sürülerek sokaklarda dolaştırıldı, elleri kesildi.

Kadın-erkek ilişkileri konusunda kadınlar recme varan cezalara maruz kalırken erkekler hep dokunulmaz oldu.

Çok sayıda Afgan, Taliban rejiminin kurallarına uymadığı için tutuklandı, sokaklarda işkence gördü.

Taliban bununla da yetinmedi. Müzik, televizyon, sinema gibi şeyler, yani eğlence sektörü tamamen yasaklandı.

Kadınlar spor müsabakalarından tamamen çekilirken, erkeklerin kıyafeti dahi Taliban tarafından belirlendi.

Taliban, beş yılda saydıklarımdan daha ciddi olumsuzluklara da imza attı. Mesela ilk günden itibaren El Kaide terör örgütüyle ittifak kurdu. 1999’da El Kaide lideri Usame Bin Ladin, Taliban’ın ev sahipliğinde Afganistan’da ağırlanmaya başlandı.

Müslüman olmayan azınlıklar ciddi sorunlar yaşadı. Taliban iktidarının son yılında Bamiyan eyaletindeki tarihi Buda heykelleri dinamitlerle havaya uçuruldu.

★★★

Bu detayları daha da uzatıp canınızı sıkmak istemem. Özetlersek, Taliban, başta kadınlar ve gayrimüslimler olmak üzere insanların temel haklarını, demokratik değerleri hiçe sayan, silah zoruyla kendi yaşam tarzını kontrol ettiği bölgelere dayatan, devletten çok bir “kabile” zihniyetidir.

Laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti, kazancı ne olursa olsun bu zihniyetle hiçbir ittifakın içinde yer alamaz, o zihniyetle iş tutamaz.

Bu zihniyetin hiçbir mesajını “olumlu” karşılayamaz.

O yüzden “Taliban’la temasta kalalım”, “Mehmetçiği taliban namlusunun ucunda nöbete gönderelim” diyen herkese açıkça soruyorum:

ZO-RUN-DA MI-YIZ?

Şahin: Sansür değil uyarı


Geçen pazartesi yayınlanan yazımda, iktidarın felaket haberlerini halktan saklamaya çalıştığını anlatıp, bakanlıklar ve dere yataklarına şehir kuran belediyeler başarısız olsa da Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un ve RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in işini “layıkıyla” yaptığını anlatmıştım. Halkın felaket haberlerini görmemesi, o haberlerin sansür edilmesi için gösterilen çaba nedeniyle ikisini de “en başarılı” bürokrat ilan etmiştim.

RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin arayarak yazımdaki “sansür” ifadesi nedeniyle sitem etti. Ben sansür ibaresini “bir haberin okuyucudan gizlenmesi” anlamında kullanıyorum. Şahin ise yaptıklarının sansür değil, “daha önceki doğal afet, terör olaylarında olduğu gibi yayıncılara etik ilkelerini hatırlatmaktan ibaret olduğunu” savunuyor.

Basit iki soru sorarak yorumu size bırakıyorum:

1- Olay “Hatırlatma”dan ibaretse kanallara ceza neden kesildi?

2- Zamanında söndürülemediği için ormandan şehirlere inen alevler değil de yangın yerinden canını tehlikeye atarak yayın yapan FOX Haber muhabiri Gülşah İnce’nin (para cezasına gerekçe yapılan) “alevler kabus gibi yaklaşıyor” cümlesi mi halkı paniğe sevkeder?