Ülkemiz son zamanlarda felaketlerle sarsılmaya başladı.

Seller, depremler, hortumlar, yangınlar…

Birisi başlarken diğeri bitiyor.

Küresel ısınmanın sonuçlarını biliyoruz.

Evet, dünya bir küresel ısınma tehdidiyle birlikte ve bu tür olayları bütün ülkelerde artık daha sık görmek mümkün.

Fakat küresel ısınmanın yanında bir de insan ihmalinden kaynaklanan olaylar, yıkımlar var.

Örneğin Karadeniz’deki son sel felaketinde olduğu gibi siz dere yataklarına ev, apartman yapıyorsanız ve bir selde bunlar yıkılıyorsa, büyük can kayıpları meydana geliyorsa bunlar küresel ısınmanın bir sonucu değildir.

Aynı zamanda 400 metre olan dere yatağını 10 metreye 15 metreye indiriyorsanız, sel sularının geçeceği yerlere küçük köprüler yapıyorsanız, dere yataklarının kenarlarına ağaç kütükleri istif ediyorsanız ve bunlar sel sularıyla beraber köprüleri, dere yataklarını tıkıyorsa bunlar küresel ısınmanın bir sonucu değildir.

Bunlar yazılıp çiziliyor kuşkusuz.

Fakat ben burada bir başka konuya dikkat çekmek istiyorum.

O da şu:

Her felaket sonrası ah, vah ediyoruz…

Fakat bu acı olayların sorumlularını bir kez bile yeteri kadar teşhir edip, onlardan hesap soramıyoruz.

Hesap sorulmadığı için de bu “sorumlu sorumsuz” kişiler  aynı tavırları sürdürüp gidiyorlar.

Bir dahaki sefere yeniden benzer sorunlarla karşılaşıyoruz.

Oysa şu gerçekten yapılabilse:

Bu dere yataklarına apartman izni verenler kimdir, kimlerdir, hangi belediye başkanı, hangi meclis üyeleridir, onaylayanlar hangi çevre ve Şehircilik müdürleri, hangi Bakanlar, hangi müsteşarlar, hangi bakan yardımcılarıdır; yapımcıları hangi müteahhitlerdir, binaları çizen, demir, inşaat, dayanıklılık hesaplarını yapan hangi mühendislerdir, hangi mimarlardır. denetlemekle sorumlu olan hangi mühendisler, hangi odalar, hangi yapı denetim kurumlardır?...

İşte bu ve benzeri soruların cevapları olacak kişiler tek tek ortaya çıkartılıp, onlara “Kardeşim bunu neden böyle yaptın, hesabını ver?” denilmedikten sonra, suçunun cezası belirlenmedikten sonra, benzer acıları yaşamamamız mümkün değil…

Mesela şimdi sadece Kastamonu’nun Bozkurt ilçesi midir, sorun olan?

Bence değil.

Ben inanıyorum ki şu an Kastamonu’nun Bozkurt ilçesiyle aynı kaderi gelecekte paylaşmaya aday çok sayıda ilçe, belde var.

Bunlar hangileri, bunlarda ne gibi önlemler alındı? Bir sel olduğu zaman bu beldelerin yeni bir Bozkurt İlçesi olmayacağının garantisi var mı?

Bu yerlerin yeni bir Bozkurt olmamaları için ne gibi önlemler aldık?

İşte bence bu soruların yanıtlarını, kamuoyu vicdanını rahatlatacak biçimde vermek gerek…

Tabi aynı satırları deprem felaketine karşı ne gibi önlemler aldığımız konusunda da sorgulayabiliriz.

Bakınız büyük 1999’daki büyük Gölcük depreminin bir yıl dönümünü daha geldi.

Şöyle yazılanlara, çizilenlere bakıyorum da…

Maalesef bu konuda gittiğimiz yol ancak bir arpa boyu kadar…

20 seneden fazladır konuştuğumuz o kentsel dönüşümler, hasarlı ve riskli binaların yıkılması ve dönüştürülmesi meseleleri maalesef bir çözüme ulaşmamış.

Medyada her gün yeni bir İstanbul depreminin senaryosu yapılıyor ancak hiçbir önlem yok.

Bir söz vardır:

“Her gün aynı olayları tekrarlayıp durarak, bir şeylerin değişmesini beklemek de deliliğin bir türüdür “derler…

Toplum olarak bu konuda delirmekte olduğumuzu söylemek herhalde fazla kötümserlik olmaz…

Hiç ders almıyoruz.

Tecrübelerimizin gereğini yapmıyoruz.

Böyle olunca da işimizi Allah’a bırakmaktan başka diyecek söz kalmıyor insana.

Sağlıcakla kalalım…

İnşallah!...