Türkiye Barolar Birliği’nin yeni Başkanı Erinç Sağkan SÖZCÜ’ye konuştu...


Sağkan, yeni dönemde yapacaklarını anlattı. “Hiçbir avukatı hak ihlallerinde yalnız bırakmayacağız” dedi ve önceliklerini açıkladı: Yargı bağımlılığını her gün mahkemelerde yaşıyoruz. Güçlü avukatı yaratmak zorundayız ki bağımsız yargı için mücadele edebilsin


Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB); 348 delegenin oy kullandığı 36’ncı Olağan Genel Kurul’unda 182 oy alarak Başkan seçilen Sayın Erinç Sağkan’ı çoğumuz yeterince tanımıyoruz. Onun önemli konular ve sorunlardaki görüşlerini yeterince bilmiyoruz. İlgiyle okuyacağınıza inandığım bu röportajda onu tanıyacak, merak ettiğiniz soruların cevabını bulacak, “cübbesinde düğme olmayan bir hukukçu olduğunu” fark edeceksiniz.

“TEK KELİME ETMEDİLER”

- Sayın Sağkan, öncelikle kutluyorum, İnşallah sizin için de ülkemiz için de göreviniz hayırlı olur. Siz seçildikten sonra medyada “Sadece Metin Feyzioğlu kaybetmedi, iktidar kaybetti” gibi yorumlar yapıldı. Buna ne diyorsunuz?

O konudaki algının ortaya çıkmasına önceki dönem başkanımız yaptıkları ve yapmadıkları ile sebebiyet verdi. Özellikle son 5 yıldır artan baskıya rağmen, temel hak ve özgürlüklerimiz bizzat yargı eli kullanılarak kısıtlanırken, gözaltılar gözdağına, tutuklamalar cezalandırma yöntemine dönüşmüşken, basın özgürlüğü tamamen ortadan kaldırılmış, gazeteciler Türkiye’de tutuklanıp diğer gazetecilere de bu işlemler üzerinden gözdağı verilirken, adil yargılanma ilkesi çöpe atılmışken Barolar Birliği’nin önceki dönem yönetim anlayışının tek kelime ses çıkarmaması bahsettiğiniz algıya en fazla sebebiyet veren unsurdur.

- Son yıllarda siz başkan koltuğunda olsaydınız nasıl bir farklılık olurdu veya bundan sonra; bütün kurumlar tek elden yönetilirken siz nasıl bir fark yaratacaksınız?

TBB, Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütüdür. Sesi ve sözü ama aynı zamanda eylemsel tavrı Türkiye’de birçok unsuru belirleyecek kadar değerli bir kurumdur. Türkiye’de son yıllarda “vatandaşın savunma hakkının etkin şekilde kullanılması” konusunda avukatların çok ağır bir saldırı altında olduğunu görüyoruz. Avukatlar müvekkilleriyle özdeşleştirilerek tutuklanıyorlar, hayatın her alanında şiddete uğruyorlar, ekonomik kaosun içerisinde o “hak savunucusu” felsefesinden hızla uzaklaştırılıyorlar.

“GÜÇLÜ SAVUNMA MAKAMI”

TBB’nin öncelikle mesleğine ve meslektaşına sahip çıkması gerekirdi, bundan sonraki süreç için net olarak ortaya koyduğumuz şey “Güçlü bir savunma makamı için öncelikle TBB yeni yönetim anlayışıyla Türkiye’de hiçbir avukatı ve hiçbir baroyu hak ihlallerinde yalnız bırakmayacak.” Güçlü bir avukat olmadığı sürece güçlü bir savunma makamından söz edemezsiniz. Biz yargı bağımlılığını her gün mahkemelerde yaşıyoruz ve o yargı bağımlılığını hissettiren kararlara karşı hukuki bilgi birikimi ve donanımı ile karşı çıkacak bir avukat olmadığı müddetçe yargı bağımsızlığına ilişkin somut adımlar bu ülkede mümkün değildir.

“TBB SESSİZ KALMAYACAK!”

Biz o güçlü avukatı yaratmak zorundayız. Türkiye Barolar Birliği öncelikle meslektaşını yalnız bırakmayacak ki avukatlar bağımsız bir yargı için mücadele edebilsinler, bu birinci önceliğimiz.

Sorunuzun “kurumsal anlamda yapılacak mücadele” kısmına gelirsek; TBB artık yargı bağımsızlığına, insan haklarına ilişkin saldırılara sessiz kalmayacak, en üst perdeden -başta evrensel hukuk prensipleri olmak üzere- bu değerleri savunacak ve yeri geldiğinde Anayasa’dan kaynaklanan demokratik haklarını kullanmaktan çekinmeyecektir.

“O KAPILAR BİZE AÇILIRDI”

- “Hiçbir kapı avukatlara kapalı olamaz” diyorsunuz. Türkiye’deki baroların “çoklu baro yasasına tepki” yürüyüşünde baro başkanları ve avukatların önce Ankara’ya girişleri Bakanlık tarafından engellendi, sonra Meclis’e alınmadılar. Aynı olayın benzeri yaşansa, ana muhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu’nun TÜİK’e alınmadığı bir dönemde TBB nasıl bir çözüm bulabilir?

TBB’nin yapması gereken baro başkanlarını ve avukatları yalnız bırakmak, ayrıştırmak ve bölmek değil, aksine bu tür bir saldırıda öncelikle meslek grubunu “buna karşı birlikte hareket edecek şekilde” örgütlemekti. TBB, bu mücadeleyi yürütseydi bu yasa çıkarılamazdı. Baro başkanlarını Meclis’e sokmadıklarında TBB Başkanı orada olsaydı o kapılar bize açılırdı.

- Yani, olay bugün yaşansaydı ve TBB Başkanı olarak siz de Meclis kapısında olsaydınız, içeri alacaklar mıydı?

Kesinlikle. “Milletin Meclis’ine milleti almamak” gibi bir tavır sergileyemezlerdi. Bizler Meclis’in kapısında direnirken TBB Başkanı Meclis’te tribünlerde yapayalnız oturmuyor olsaydı o kapılar avukatlara açılırdı.

Avukatları açlıkla terbiye etmeye kalktılar ancak sonuç alamadılar!


- “Çoklu Baro Yasası” sizden önceki Başkan Metin Feyzioğlu’nun büyük barolarla bağını koparan önemli bir kırılma noktasıydı. Bu yasanın Türkiye’ye etkisi veya zararı ne oldu? Örneğin, TBB Başkanlığı seçiminde çoklu baro sisteminin etkisi var mıydı?

Çoklu baro sistemi, Ankara, İstanbul, İzmir ve Antalya illerini ilgilendiriyor. Bu illerde 2000 avukatın bir araya gelmesiyle yeni bir baro kurabileceklerini düzenleyen yasa. Özellikle Ankara ve İstanbul’da çok sayıda baronun kurulacağını ve bu iki baronun “hak ve özgürlükler” noktasındaki etkin duruşunun ortadan kaldırılması amaçlandı.

“PSİKOLOJİK ŞİDDET…”

- Başarabildiler mi?

Hayır, bu yasa ölü doğdu, çünkü 54 bin üyesiyle dünyanın en büyük barosu olan İstanbul Barosu’nda çok zorlamayla, bir baro kurulabildi, devamı gelmedi. Ankara’da ise bir buçuk yıl özellikle kamu avukatlarına psikolojik şiddet düzeyinde baskı yapılmasına, kamu ile sözleşmeli avukatların iş akitleri feshedilmesine rağmen, aynı avukatların “açlıkla terbiye edilmeye” çalışılmasına rağmen bu yasaya karşı çok ciddi bir karşı duruş sergilediler.

TBB Başkanı Erinç Sağkan, 2018 yılından bu yana Ankara Barosu Başkanı olarak görev yapmıştı. “Çoklu Baro”yu da adliye önünde düğmeleri yere atarak protesto etmiş, “Cübbemizi iliklemeyiz” mesajı vermişti.

AYM TARİHİ BİR SINAV VERİYOR


- Anayasa Mahkemesi’nin bağımsız karar verebildiğine inanıyor musunuz?

AYM’nin özellikle son dönemde çok önemli hak ihlallerini kestiren kararları var. Barış Akademisyenleri kararı, Ayşe öğretmen kararı, yine OHAL dönemindeki Kanun Hükmünde Kararnamelerin bazılarını “OHAL kalktıktan sonra” inceleyerek verdiği hak ihlali kararları var. Bu anlamda AYM, yurttaşlarımızın temel hak ve özgürlüklerinin teminatı olması noktasında en önemli kurum olarak öne çıkıyor. Ancak dönem dönem siyasetçilerin çok ağır bir baskı yaptığını görüyoruz, iktidar ortağı olan siyasi partinin genel başkanının bir süredir “Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır” şeklinde beyanları var. AYM bence şu anda Türkiye Cumhuriyeti hukuk tarihinin en önemli sınavını veriyor. Bu baskıya boyun eğmeyip hak ve özgürlüklerden yana bir tavır sergilerse Türkiye Cumhuriyeti “hukuk devleti çizgisine girme” konusunda en önemli adımı atacaktır.

- MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli sık sık “Anayasa Mahkemesi kapatılsın” diyor, kapatılması mümkün mü?

Anayasa Mahkemesi’ni kapatamazsınız. Bu artık Anayasa’yı tanımayan uygulamaların tamamen vücut bulmuş hali noktasına gelir, çok net şeklide rejimin değiştiğinin ilanı olur. Böyle bir şey yapılamaz ama AYM’nin karar alma süreçlerine tesir etmeye çalışıldığı çok açık olarak görülüyor.

“Ekonomik OHAL” ilanı ile halktan dövizini TL’ye çevirmesi istenebilir mi?


- Son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında ilk kez “ekonomi konusundaki tehditler” görüşüldü. Cumhurbaşkanı Erdoğan “ekonomik kurtuluş savaşındayız” diyor. Son konuşmasında halka “ülkenin geleceğini kurtarmak için dövizinizi bozdurun” çağrısı yaptı. Acaba “Ekonomik Olağanüstü Hal” ilan ederek halkın dövizlerini bozdurması için baskı yapılabilir mi?

Anayasamız bildiğiniz gibi temel hak ve özgürlüklerimizi koruyan bir belge niteliğindedir. Anayasa’nın 35’inci maddesi mülkiyet hakkını güvence altına alıyor ve bu mülkiyet hakkına ilişkin unsurun da ancak “kamu yararı” amacıyla, kanunla sınırlanabileceğine ilişkin bir istisnai hükmü var. Bu sınırlamanın da toplum yararına aykırı olamayacağı da aynı maddede düzenleniyor. Az önce belirttiğiniz hususların gerçekleşme ihtimali Anayasa’nın 35’inci maddesindeki “en temel hak ve özgürlüklerden olan- mülkiyet hakkına açıkça aykırı bir uygulama” olacaktır. Bir hukuk devletinde isek kanuna, Anayasa’ya aykırı bir düzenlemenin yapılması mümkün değildir.

“KEYFİ UYGULAMALAR...”

- “Ekonomik kurtuluş savaşı kamu yararınadır” diyerek yapılamaz mı?

Bakın, kamu yararına denilerek Meclis’ten kanun çıkarılması girişiminde bulunulabilir. Bu kanun Anayasa Mahkemesi’nin incelemesine tabidir. Kamu yararına uygun olması kadar, toplum yararına da aykırı olmaması gerekiyor. Bu iki kavramın AYM tarafından değerlendirilmesi gerekecektir. Ekonomi uzmanı değilim ama şunu biliyorum ki; bir kişinin menkul ve gayrimenkul varlıklarını satmaya zorlanması için bahsedilen “kamu yararı” gibi unsurlar çok sınırlı “bir savaş halinin bulunması gibi” unsurlardır. Şu anda böyle bir durum olmadığına göre keyfi uygulamalarla, orantısız şekilde yapılacak düzenlemelerin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edileceği kuşkusuzdur.

“BİZLER ÇARESİZ DEĞİLİZ”

- Tüm devlet kurumlarında iktidar baskısı artarak sürdüğüne göre, Yüksek Seçim Kurulu seçim öncesi veya seçim sırasında  “mühürsüz oyların kabulü” benzeri bir karar verirse ne yapılabilir?

Bu sorunun cevabını mevcut hukuk sistemi içinde vermemiz çok zor, YSK kararları yargı denetimine kapalı, ancak şu da bir gerçek; Yüksek Seçim Kurulu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerini son derece haksız bir şekilde iptal ettiği zaman Ankara Barosu YSK’nın tam karşısındaki binaya “Hukuksuzluğun tam da karşısındayız” diye bir afiş asmıştı ve bütün Türkiye bu yapılan demokratik tepkiyi konuşmuştu. Daha sonra Ankara Barosu’ndan yüzlerce avukat İstanbul Belediyesi seçimlerine giderek sandık görevlisi oldular. Yani bizler çaresiz değiliz, yapabileceğimiz çok şey var.

Osman Kavala

Kavala davasının takipçisi olacağız


- Osman Kavala ve Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın tutuklulukları hâlâ sürdürülüyor. Sizin başkanlığınızdaki TBB bu konuda bir farklılık yaratabilir mi?

AİHM’nin kararlarına uyulmaması ve AYM kararlarını da ilk derece mahkemelerinin uygulamaması hak ihlallerinin en üst seviyeye ulaşmış halidir. AYM’nin kararına bir ilk derece mahkememiz uymamakta direndi. Aynı şekilde Sayın Cumhurbaşkanı tarafından “AİHM kararlarının tanınmadığı” ifade edildi. Tabii bu tür söylemler; altında imzamızın olduğu, temel hak ve özgürlükleri düzenleyen uluslararası bir sözleşmenin uygulanma mercii olan mahkeme kararlarının tanınmıyor olması aslında “Ben Anayasa’yı tanımıyorum” demektir, bu çok net.

“CİDDİ GÖZLEMCİYİZ”

Siz hiç son dönemde Türkiye Barolar Birliği’nden “Osman Kavala’nın tutukluluğunun hak ihlali olduğu yönünde” bir açıklama duydunuz mu, davanın takip edilerek kamuoyunun bilgilendirilmesi yönünde bir çabasını gördünüz mü? TBB’nin şapkadan tavşan çıkarmasını beklemiyorum ama yapabileceklerini yapması gerekiyor en azından. Bu aşamadan sonra TBB bu davanın ciddi bir gözlemcisi olacak.