Elekdağ, Brüksel’de gerçekleşecek Erdoğan – Biden görüşmesi için başlıktaki tespiti yaptı. AB ile ilişkiler için “Fransa ve Almanya’nın ortak bildirisi, Türkiye’nin Mavi Vatan’dan vazgeçip Anadolu’ya hapsedilmeyi kabul etmesi demektir” dedi.


Değerli okurlarım,

Önümüzdeki üç hafta, Türkiye’nin ABD ve AB ilişkilerinin nasıl şekilleneceği açısından çok büyük önem taşıyor. Dikkatler, Brüksel’de 14 Haziran’da düzenlenecek NATO zirvesiyle, aynı gün yapılacak olan Erdoğan – Biden görüşmesine odaklanmış durumda. Zira bu görüşme, ortak politikanın ilk sinyallerini yansıtacak. 15 Haziran’da Biden’ın AB liderleriyle yapacağı toplantı gündeminin önemli maddelerinden biri de Türkiye’ye yönelik ortak politikanın belirlenmesi olacak. Türkiye’nin Batı dünyası ile ilişkilerinin geleceğini saptayacak en önemli toplantı ise 24-25 Haziran’daki AB zirvesi... Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’la bu söyleşimizde, Türkiye ile ABD ve AB arasındaki çetrefil sorunlar perspektifinde söz konusu ortak politikanın nasıl bir yaklaşım yansıtacağını konuşacağız.

★★★

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD’nin önde gelen şirketlerinden 20’sinin yöneticileriyle yaptığı telekonferansta, “Sayın Biden ile NATO zirvesinde gerçekleştireceğimiz görüşmemizin yeni dönemin habercisi olacağına inanıyorum” dedi ve Biden’a “ilişkilerde beyaz sayfa açma” önerisini yineledi. Sizce görüşmeden böyle bir sonuç bekleyebilir miyiz?

Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, Uğur Dündar’ın gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. ABD ve AB ile ilişkileri değerlendirdi.


ABD İLE BEYAZ SAYFA AÇMA HEDEFİ GERÇEKÇİ DEĞİL

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Türkiye ile ABD arasındaki sorunlara ve tarafların bu sorunlara ilişkin tutumlarına bakarsak şu aşamada, ilişkilerde beyaz sayfa açma hedefinin gerçekçi olmadığının çarpıcı biçimde ortaya çıktığını görürüz. Sorunların başında, ABD’nin beslediği ve koruduğu FETÖ geliyor. Ankara’nın altı yıldır yoğun siyasi ve hukuki girişimlerine rağmen Washington bu konuda henüz hukuki süreci dahi başlatmış değil...

S-400’ler konusunda ise ABD, bir ara Türkiye tarafından önerilen “Girit formülünü” kabul etmedi. ABD, sistemin Türkiye’den ve Türkiye mülkiyetinden çıkarılmasında ısrar ediyor. Ayrıca bu sorun halledilmeden diğer sorunların müzakeresini reddederek, Türkiye üzerindeki baskısını CAATSA yaptırımlarını uygulama tehdidiyle sürdürüyor. Washington ayrıca, ülkemiz için varoluşsal önemde olan üç sorunda da Türkiye’ye karşı kesin cephe alıyor. Bunlardan birincisi; Suriye’nin kuzey doğusunda PYD/PKK garnizon devleti kurma projesidir. Washington bu projeyi gerçekleştirmek hususunda kesin kararlı hareket ediyor. İkincisi: Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ın deniz yetki alanları konusundaki iddialarıdır. Washington, Yunan tezlerini kuvvetle desteklemek suretiyle, Türkiye’ye uluslararası hukuka uygun, meşru hak ve çıkarlarından vazgeçmeyi dayatıyor. Son olarak Washington, Kıbrıs konusunda da Yunanistan ve Rum yönetimi yanında yer alıyor...

(U.D.): “Beyaz sayfa” umudunu boşa çıkaran bir tablo bu!..

WASHINGTON, SIKIŞTIRMA POLİTİKASINDA PSİKOLOJİK YÖNTEMLER DE KULLANIYOR


(Ş.E.): Erdoğan “Beyaz sayfa umudunu” gerçekleştirmek için çok gayret sarf etti. Bizzat Washington’a gönderdiği mesajlarda, Türkiye’nin, ABD’nin sağlam ve güvenilir bir müttefiki ve stratejik ortağı olmak için gerekli adımları atmaya ve NATO/ABD çizgisinde bir dış politika izlemeye hazır olduğunu vurguladı. Ayrıca Türkiye’nin, NATO ittifakından kaynaklanan ortak çıkarlara riayet edeceği hususunda teminat verdi. Fakat bu sıcak mesajlar Erdoğan iktidarına şüpheyle bakan Biden yönetimini pek etkilemedi! Washington, Türkiye’ye yönelik baskı ve sıkıştırma politikasını psikolojik yöntemlerle de sürdürmeye devam etti. Örneğin: Irak, Suriye ve Libya’ya giden ABD Dışişleri Bakanlığı heyetleri Türkiye’ye uğramadılar. Oysa Türkiye, Irak, Suriye ve Libya’da siyasi gelişmelerin seyrini etkileyen önemde bir role sahipti. Bu nedenle Amerikan heyetlerinin, ülkemizi itibarsızlaştırmaya yeltenen bir art niyetle hareket ettikleri belliydi. Keza, ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Kahire’yi ziyaret edip görüştüğü Cumhurbaşkanı Sisi’nin Filistin krizindeki arabuluculuk rolünü göklere çıkaran methiyelerinin de Ankara’ya nispet verme amacını güttüğü gözden kaçmadı.

(U.D.):  Bu tutum, “Washington’un Ankara’yı gözden çıkardığı” anlamına mı geliyor?

(Ş.E.): Batı medyasının bir ara böyle bir görüşe saplandığını söylemek yanlış olmaz... Batı basınında, bir dönem, “Erdoğan’ın ABD’de kredisi tükendi”, “Görünen o ki Biden Amerika’sı, Erdoğan Türkiye’sinden ümidi kesti”, “Washington Türkiye’de iktidar değişikliğine mi oynuyor?” gibi başlıklar taşıyan makaleler yayımlanması yoğunluk gösterdi. Genel olarak benimsenen görüş, Erdoğan’ın “zordaki bir lider olduğu”, Türkiye’deki anket sonuçlarının Erdoğan’ın bir sonraki seçimleri kazamayacağını gösterdiğini, seçimleri kaybetme ihtimali yüksek olan bir liderle anlaşma yapmanın anlamsız olacağı, bu nedenle iktidar değişikliğine kadar durumun idare edilmesi merkezindeydi.

(U.D.): Sizce Biden yönetimi de bu görüşte miydi?

BIDEN’IN TÜRKİYE’Yİ GÖZDEN ÇIKARMASI MÜMKÜN DEĞİL


(Ş.E.): Söylediklerim, Washington’da yönetimin ve Kongre’nin nabzını tutan medyanın yorumlarını yansıtıyor. Tabii yazarlar bu yorumları yaparken, yönetimin ve özellikle Kongre’nin, Erdoğan iktidarına karşı sert, kırıcı ve dayatmacı tutumundan da etkileniyorlardı... Biden yönetimine gelince; özellikle şu sırada, 14 Haziran’da yapılacak olan NATO zirvesi gündemindeki “NATO 2030 Stratejik Konsepti” görüşmelerine odaklanmış bulunuyor. NATO perspektifinden Türkiye’ye bakan Biden yönetiminin, genel askeri kapasitesi, kaliteli ordusu ve jeo-stratejik önemi nedeniyle global stratejik dengede kayda değer bir yeri olan Türkiye’yi gözden çıkarması söz konusu olamazdı... Biden yönetimi, Rusya’yı esas, Çin’i ise potansiyel tehdit kaynağı olarak niteleyen “2030 Stratejik Konsepti” bağlamında, Türkiye’nin, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, Rusya’yı dengeleyecek bir rol üstlenmesine ve buna paralel olarak Rusya ile iş birliğini de kısıtlamasına büyük önem atfediyordu.

(U.D.): Çok kutuplu dünya düzeninde, bugünün Türkiye’sinden böyle bir rol üstlenmesi beklenir mi?

MERKEL VE MACRON ŞARTLI İŞ BİRLİĞİ YAPILMASINI İSTİYOR


(Ş.E.): Söyleşimizin başında da belirttiğim gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan, Washington’a gönderdiği mesajlarla, Türkiye’nin böyle bir rolü üstlenmeye hazır olduğunu kesin ifadelerle açıklamış bulunuyor. Kamuoyu ile de paylaşılan bu mesajlarda Erdoğan Türkiye’nin, ABD’nin sağlam ve güvenilir bir müttefiki ve stratejik ortağı olmak için gerekli adımları atmaya hazır olduğunu vurguladı. Yine de Washington’da Erdoğan’ın sözüne ne ölçüde güvenileceği hususunda ciddi tereddütler vardı. Ancak Başbakan Merkel ile Cumhurbaşkanı Macron’un Türkiye ile şartlı iş birliği mesajları, bu tereddüttün izalesine (ortadan kaldırılmasına) yol açtı. Zira Almanya ile Fransa arasında 2 Haziran’da ortak bakanlar kurulu toplantısı sonrasında yayınlanan ve Başbakan Merkel ile Cumhurbaşkanı Macron’un imzasını taşıyan sonuç bildirisi, Türkiye ile AB arasında önemli bir stratejik konuda anlaşmaya varıldığını kaydediyor. Bildiride, “Doğu Akdeniz’de gerilimin kalıcı olarak düşürülmesi ve bölgesel krizlerin çözülmesine yapıcı bir katkı sağlaması şartıyla, Türkiye ile karşılıklı yarar sağlayan iş birliği ilişkilerinin stratejik çıkarlarımıza olduğunu tekrar teyit ediyor ve karşılıklı yapıcı bir ruhla iş birliğini güçlendirmeye hazırız” denilmekle yetiniliyor... Ancak, bu ifadeler deşifre edildiğinde, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yetki alanları hakkında Yunanistan tezlerini kabul ettiği anlamı çıkıyor!

Almanya ve Fransa tarafından düzenlenen ve bu mutabakatı içeren bildirinin AB’nin 24-25 Haziran zirvesi için hazırlanmış olduğu anlaşılıyor.

(U.D.): Mutabakat konusunu açar mısınız?

TÜRKİYE’NİN AKDENİZ’DEKİ YAŞAMSAL HAKLARINDAN FERAGAT ETMESİ İSTENİYOR


(Ş.E.): Önceki iki AB zirvelerinde, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kendisinin ve KKTC’nin kıta sahanlıklarında yaptığı sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerini “yasa dışı” olarak ilan eden bir karar alınmış ve buna istinaden Türkiye’ye “negatif gündem” ve “pozitif gündem” adlı iki seçenek arasında bir tercih yapması dayatılmıştı. Bu karara göre, Ankara’nın sondaj ve sismik araştırma faaliyetlerine devam ederek Yunanistan’ın ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, (GKRY) deniz yetki alanlarını ihlal etmesi durumunda, Türkiye’ye “negatif gündem” çerçevesinde yaptırım uygulanacaktı. Buna mukabil, Ankara’nın AB’ye biat ederek söz konusu faaliyetlerden vazgeçmesi durumunda “pozitif gündem” geçerli olacaktı. Bu durumda Türkiye, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, vize serbestisinin müzakere için gündeme getirilmesi ve göç anlaşmasının yenilenmesiyle ödüllendirilecekti. Sözünü ettiğim Merkel ve Macron imzalı bildiri, AKP iktidarının “pozitif gündemi” kabul ettiği hususunda Almanya ve Fransa liderlerine teminat verdiğini ortaya koyuyor. Bu da AKP iktidarının, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yaşamsal nitelikteki haklarından feragat etmesi sonucunu doğuruyor.

(U.D.): Yani Türkiye’nin nefes borusu tıkanıyor...

TÜRKİYE’NİN MAVİ VATAN’DAN VAZGEÇMESİ VE ANADOLU'YA HAPSOLMAYI KABUL ETMESİ...


(Ş.E.): Evet öyle!.. Türkiye’nin “pozitif gündemi” kabul etmesi, Doğu Akdeniz’de sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerini, sadece Yunanistan’ın ve Rumların müsaade ettiği alanlarda yapmaya razı olması demektir. Bu durumda Türkiye, BM’ye tescil ettirdiği kıta sahanlığı ile Libya’yla yapmış olduğu Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması’ndan (MEB) doğan yetki alanlarını hukuk dışı ve yok hükmünde saymış olacaktır. Bunun anlamı, Türkiye’nin AB’nin dayatmasıyla Mavi Vatan’dan vazgeçmeyi, Anadolu’ya hapsedilmeyi, stratejik bir kuşakla kuşatılmayı ve açık denizlerle bağlantılarının kesilmesini kabul etmesi demektir. Burada altını tekrar tekrar çizerek belirtmek isterim, AB ile meselemiz Akdeniz’deki enerji kaynaklarının ve yetki alanlarının paylaşılması mücadelesine ilişkin bir kriz olmaktan öteye Mavi Vatan’ın mevcudiyetiyle ilişkili varoluşsal bir beka meselesidir.

(U.D.): Merkel-Macron bildirisinin Biden yönetiminin Ankara’ya bakışını değiştirdiğini söylediniz. Bunun sebebini ve ne gibi sonuçları olacağını açıklar mısınız?

BIDEN-ERDOĞAN ZİRVESİNDE SORUNLAR DONDURULACAK


(Ş.E.): Biden yönetimi, Merkel ve Macron’un Türkiye’ye, Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ın çıkarlarını koruyan bir anlaşmayı kabul ettirmelerini büyük memnuniyetle karşıladı. Türkiye’nin ulusal çıkarlarına yıkıcı zarar veren bir anlaşmanın, ancak iktidarını koruyabilmek için her türlü dayatmaya boyun eğecek, otokratik bir tek adam rejimine kabul ettirilebileceğini anladı. Bu nedenle ABD’nin çıkarları açısından, önümüzdeki seçimle iktidara gelmesi muhtemel demokratik koalisyon hükümetini beklemeden, pazarlık gücünü kaybetmiş Erdoğan iktidarıyla iş tutmanın yararlı olacağı kanısına vardığını tahmin ediyorum.

(U.D.): Peki, 14 Haziran Erdoğan-Biden görüşmesinden ne bekliyorsunuz?

(Ş.E.): Yakın zamana kadar ABD önce S-400 sorununun hallini istiyor ve diyaloga kapıyı kapatıyordu. Şimdi muhtemelen diyalog kapısını aralayacak ve bir “modus vivendi” uygulamasına yönelecektir. Uluslararası hukukta “modus vivendi” (yaşam tarzı) demek; aralarında çözemedikleri sorunlar bulunan iki devletin, ilişkilerini koparmamak için bu sorunların çözümünü bir süre erteleme hususunda anlaşıp, ilişki ve iş birliklerini sürdürmeleridir. Buna göre, taraflar üzerinde görüş ayrılıkları bulunan sorunları şimdilik bir tarafa koyup, gelişme potansiyeli olan askeri, siyasi, ticari iş birliği alanlarına odaklanacaklardır.