Hâkim din anlayışının “İman ve ahlak birbirlerinin varlığını zorunlu görmez, farklı alanlardır” kabulü tartışılmalıdır. Bu sadece Müslüman dindar bilincin sorunu değil elbette, Amerikalı fizikçi Nikola Tesla’nın o meşhur sözünü hatırlayalım: “O kadar cahilsiniz ki, dininiz var diye ahlaka ihtiyacınızın kalmadığını zannediyorsunuz” der.

Geçen hafta söylediğimiz, imanın iki koşulu yani insanın Tanrı’ya inanması ve Tanrı’nın da kuluna güvenmesi, iman ve ahlak diyalektiğini zorunlu kılar. Nurettin Topçu’nun hocası, hareket felsefesinin kurucusu Moris Blondel’in ifadesiyle “insan, bazen istediği şeyleri yapamaz bazen de yaptığı şeyler istemediği şeylerdir.” Dolayısıyla “insanın amacı, kendi kendine eşit olmaktır. Kendi kendine eşit olmak isteyen insan, her hareketiyle, daha mükemmel bir harekete özlem duyarak tabiatüstüne kadar yükselişini sürdürecektir.” (Topçu ve Hareket Felsefesi/ Prof. Dr. Ali Osman Gündoğan) “Kendi kendine eşit olmak” muhteşem bir ifade. İnsanın bu bütünlüğü kurması gerekir. Aksi takdirde kişilikte yarılma meydana gelir. Bugün mustarip olduğumuz dindar bilincin ve siyasal Müslüman zihnin içine düştüğü durum budur.

İSLAM SÖZÜYLE DAVRANIŞINI EŞİTLEMİŞ İNSANLARA MUHTAÇ

Yalanlarıyla insanlığa zarar veriyorsa hem yalancı hem Müslüman olunur mu?

Yalan ile iman yan yana gelir mi?

Yalan, kötülüklerin başıdır. İmanın Türkçe karşılığı güvendir; kişi söz verecek ama sözünü tutmayacak ve bu kişi kendinin mümin/güven insanı olduğunu iddia edecek. Çevremiz bunlarla dolu; siyasisinden bürokratına, esnafından hocasına… İnandığı Tanrı’yı anlatırken rahman ve rahim olduğunu, örnek aldığı Peygamberini tasvir ederken “alemlere rahmet olarak gönderildiğini” haykıracak ve fakat kendisi gibi düşünmeyenlere öfke ve nefret saçacak. Hani nerede daha mükemmel bir harekete özlem? İslam ile anılan terör örgütlerinin ortaya koydukları görüntülere hiç girmeyelim. Nerede rahmet dini?

Kendi kendine eşit olmanın şartı insanın kendini bilmesinden geçer. Çünkü kendini bilen, ne yapabileceğini neyi yapamayacağını ve nerede durması gerektiğini bilendir. Dolayısıyla ahlak bilgi meselesidir. Din ise iman. Israrla ahlak dinden önce gelir dememizin nedeni budur. İyinin ve kötünün ne olduğunu bilmek, zaaflarını bilmek, yeteneklerini bilmek ve davranışını bilgiyle uyumlu hale dönüştürmek kendi kendine eşitliği sağlayacaktır. Tüm bunlar dini olmaktan önce ahlaki değer hükümleridir; yani dini ne olursa olsun, dinsiz olsun ateist olsun herkesten beklenen hususlardır.

SUÇ VE GÜNAH AYRIMI

İnsan kendiyle çatışan bir varlıktır, elbette hatasız insan olmaz. Yuhanna İncil’de geçen kıssayı hatırlayalım: Zina yaptığı iddia edilen bir kadın Hz. İsa’nın huzuruna getirilir ve onun taşlanarak öldürülmesi talep edilir. Şikâyeti dinleyen İsa; “Aranızda günahsız olan ona ilk taşı atsın!” der. Bunun üzerine kalabalık dağılır, kimse kadını yargılayamaz. İsa da kadını affeder ve gönderir. Dinlerde af ve tövbe vardır. Ancak üzerinde neredeyse hiç durulmayan bir husus var ki, dikkatlerden kaçıyor. Suç ve günah ayrımı. Bu iki kavram yerli yerine oturtulmadığı sürece ne laiklik ne özgülükler ne de temel insan hakları yerli yerine oturur. Dine dayalı siyasi ideolojiler hukuki ve ahlaki önermeleri birbirine karıştırdılar. Tam da bu noktada iki tespit yapalım: Birincisi her günah suç değildir ama her suç aynı zamanda günahtır. İkincisi ahlak, fıkhın ortaya koyduğu helal-haram kavramlarına indirgenemez. Önce günah üzerinde duralım; insan Tanrıya karşı nasıl günah işler? Bir yazı daha gerekiyor, yerim doldu; haftaya bitirelim.

‘Kıymetli okurlarım, sağlık ve huzur dolu nice bayramlara...’

Sevgiyle...