Bu aralar iktidarın en sevdiği fiil “affını istemek”.

Nedir affını istemek?

Aslında Arapça “istifa” sözcüğünün Türkçe karşılığıdır.

“İstifa” dilimize yerleştikten sonra biraz farklılaşmış, tek taraflı “irade beyanı” haline gelmiş. İstifa eden kişi iradesini ortaya koyduğu gibi amirine bir nebze olsun meydan da okumuş olur.

Oysa, “affını isteyen”, son kararı daha çok liderin inisiyatifine bırakır, “ben bırakmak istiyorum ama son karar sizin” der.

Son zamanlarda Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı
kabinesinde görevi bırakan bütün bakanlar da istifa sözcüğünün Türkçe karşılığını, yani affını istemeyi tercih etti.

Her konuda Araplaşmayı marifet sayan, cümlelerine sürekli Arapça sözcükler serpiştiren bir iktidarın mensuplarının, söz konusu olan istifa etmek olunca Türkçe ifadeleri tercih etmeleri ne kadar manidar değil mi?

İstifa ile affını istemenin etimolojik kökenleri aynı olsa da pratikte istifa etmekle affını istemek arasında çok anlamlı bir fark vardır: “Kişisel irade.”

Öyle anlaşılıyor ki iktidar kendisini “af makamı” olarak görmeye başladığından bu yana, bakanlık mertebesine gelmiş koca koca insanların “kişisel iradeleri” buhar oldu.

★★★

Ülkeyi yönetenler işi o kadar abarttı ki kendi bakanlarının af talepleri yetmiyormuş gibi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da affını istemesini talep etmeye başladı.

Evet, Ekrem İmamoğlu affını istemeli!

Neden mi?

- TÜİK’in dahi yüzde 36.5 olarak ölçtüğü gerçekte yüzde 80’leri bulan enflasyon, namı diğer “hayat pahalılığı” için,

- Yüzde 11’leri bulan “işsizlik” için,

- Çalışanları, yetersiz ücretlerle hayat pahalılığı ve faturalar altında ezdirdiği için,

- 20 Mart’ta 7.29 olan dolar kurunu bir yıl geçmeden 13.5’e, bankalardaki reel faizi yüzde 30’ların üzerine çıkardığı için,

- Mazot, gübre gibi maliyetleri uçurup, çiftçiyi bitirip, ülkeyi et, mercimek, buğday ithal eder hale getirdiği için,

- Hepimizi çarpan elektrik, akaryakıt, doğalgaz zamları için,

- Köprü, tünel, otoyol, havaalanı ve şehir hastaneleri projelerinde devleti kirasını dövizle ödeyen bir “kiracı” haline getirdiği için,

- Muhalefet belediyeleri, ellerini kollarını bağlayıp çalışamaz hale getirdiği için,

- Orman yangınlarını söndüremediği, orman alanlarını, dereleri altın madencilerin insafına bırakıp siyanürle yok ettiği için,

- İstanbul sözleşmesini kaldırdığı, kadın cinayetlerini engelleyemediği için.

- Sırf istediği gibi bireyler yetiştirmek arzusuyla eğitim sistemini içinden çıkılamaz hale getirdiği için,

- Özgürlükleri, temel insan haklarını “güvenlik” gerekçesiyle hiçe saydığı, gazetecileri hapse attığı, hukuk devletini ve demokrasimizi yaralı hale getirdiği için,

- Mafya liderleriyle girdiği karmaşık ilişkiler için,

- Ülkeyi bu ekonomik kriz yıllarında yaklaşık 6 milyon göçmenle doldurduğu için,

- Uyguladığı yanlış dış politikalarla ülkemizi “değerli bir yalnızlığa” sürüklediği için.

- (Daha fazla maddeye yerim olmadığından özetle: “Bu taşı toprağı altın, cennet ülkeyi bu hale getirdiği, varlık içinde yokluk yaşattığı için!”

★★★

Muhtemelen şu an diyorsunuz ki “Kar fırtınası sırasında bir saat yemeğe gitti diye bu kadar şeyi İmamoğlu’na mı yüklüyorsunuz? Bunların İmamoğlu’yla ne ilgisi var?”

Haklısınız, hiçbir ilgisi yok!

Saydıklarımın tamamı, iktidarın başarısızlık hanesine yazılması gereken şeyler.

Gelin görün ki iktidar, yaşattığı bütün bu olumsuzlukların sorumluluğunu zerre kadar üzerine almıyor, almadığı gibi bütün bu olumsuzlukların kaynağı İmamoğlu ve muhalefetmiş gibi davranıyor.

İmamoğlu iktidardan affını istemeden önce iktidarın yaşattığı olumsuzluklardan dolayı milletten af dilemesi gerekmez mi?