Bundan birkaç yıl önceydi. Karadeniz’in şirin ilçesi Amasra’ya birkaç günlük bir tatile gitmiştim.

Amasra, Zonguldak kadar olmasa bile kömür madenlerinin çok yoğun olduğu bir yer. Zaten ilçenin hemen yanı başında maden ocaklarını görüyorsunuz.

Gittiğimin ikinci günüydü. Devlete ait madenlerin o zamanki İşletme Müdürü Nedim Özturan’ı arayıp madene inmek için izin istedim. Aldığım yanıt beni çok sevindirdi:

“Ben de birazdan ineceğim. Hemen gelin, beraber inelim.”

Gazeteci merakı!.. Hemen gittim. Burası devletin Türkiye Taşkömürü Kurumu’na ait büyük ve önemli bir maden yatağı.

★★★

Önce beni soyup giydirdiler!..

“Kendi giysilerimle insem olmaz mı?” diye ağzımdan çıkan aptalca sorunun üzerinde hiç durmadılar!

Giysiler ilginçti.

İç çamaşırları dahil hepsi onların verdiği özel şeyler. Üzerine bir de madenci pantolonu ve ceketi veriyorlar. Sonra ayaklarınıza çizme...

Çizmelerin uç tarafı çok sert. Çelik kaplıymış. Nedenini sorduğumda “Aşağıda ayağımıza bir şey düşebilir, onun için çelik uçlu çizmeler giyeriz” dediler.

★★★

Belime iki ayrı ve kalın kemerle birlikte bazı aygıtlar bağladılar. Elimde kemere bağlı bataryadan güç alan bir lamba, başımda baret, ayaklarımda çelik uçlu çizmeler ve üzerimde özel giysiler...

Nedim Bey ve maden mühendisleriyle birlikte, adına kuyu dedikleri yere gittik ve asansörü beklemeye başladık. Birazdan gelen asansöre bindik.

Asansör deyince sakın ola ki büyük binalardaki o güzelim asansörler gibi zannetmeyin. Bu acayip bir şey. Dört yanınız beton ve derin bir kuyu. Gürültülü bir biçimde aşağıya doğru inmeye başladık.

★★★

İçime ilk ürperti adına asansör denilen bu acayip aygıtta geldi. Elektrik kesilse, yerin dünya kabuğuna yakın bir yerinde öylece kalacağız!

Bu gürültülü ve sarsıntılı acayip iniş 2 dakika sürermiş.

Sonunda ayağımız yere bastı. Şu anda kuyu başından 290, deniz seviyesinden 250 metre aşağıda olduğumuzu söylediler.

Üzerimizin deniz  olduğunu da böylece öğrenmiş oldum. Aman Allah!

İndiğimiz yer geniş bir galeri (koridor) idi ve floresan lambaları yanıyordu. Vıcık vıcık siyah çamurun içinde yürümeye başladık.

Galeri giderek daralıyor, ışıklar azalıyordu. Bir süre sonra ortalık zifiri karanlık oldu ve elimizdeki lambaların ışığında yol almaya başladık. Yanı başınızda sanki nehir akıyormuş gibi sürekli ve yüksek bir akarsu sesi var.

Bu tuhaf dünyada ürpertim, daha doğrusu korkum giderek artmaya başladı.

★★★

Islak, sıcak ve nemli bir hava.

Yürürken sanırım oksijen azaldığı için şakır şakır terlemeye başladım. Yol boyunca tepede galerilere büyük gürültü ile hava üfleyen kalın borular var.

Ayrıca tavanda büyük su torbaları asılı. Patlama olursa bu torbalar otomatik olarak boşalır ve yangının ilerlemesini önlermiş.

★★★

Ekibin elinde bazı aygıtlar var. O karanlıkta sürekli bir şeyler ölçüyorlar. Aygıtlar sesli çalışıyor. Bazen gürültü arttığında “Ulan acaba grizu mu yükseldi, şimdi patlar mı” diye düşünüyorum ama korkmuş duruma düşmemek için sormuyorum.

Yürüdükçe yürüyoruz ve sonunda ucu kapalı, daracık bir yere geliyoruz. İşte burada kazma kürekle kömür çıkarılıyor.

Madenciler buraya “Ayak” diyor.

Nedim Bey soruyor: “Emin Bey, tam ayağa inmek ister misiniz? Yalnız size biraz sıkıntı yaratabilir.”

Neden olmasın, aslan gibi korkusuz gazeteciyim ya (!) “İnelim” diyorum.

★★★

Dik, tahta bir inşaat merdiveninden 5-6 metre derinliğinde bir çukura indik ve aşağıdaki çamura adım atmış olduk. Her yerden sular sızıyor. İnerken ayağım fena halde burkuldu.

Kendi kendime “Eyvah”  dedim, “Burada başıma bir iş gelse, yukarıya çıkarılmam en az 2 saati bulur!”

Bu bölüm korkunç.

Üç beş işçinin kazma kürekle çalıştığı bu yer gerçek bir mezar.

Daracık, karanlık bir yer. Tavan çökmesin diye üzeri kütüklerle desteklenmiş. Yüksekliği bir metre yok. Ayakta duramıyorsunuz. İşçiler o ortamda kazma sallıyor, çömelerek çalışıyor.

Günde sekiz saat üç vardiya olarak çalışıyorlar. Her vardiyada yarım saat yemek molası!

O gariban işçilerin yemek paketini hiç unutmuyorum. Naylonla paketlenmiş ekmek, zeytin, kuru soğan ve domates.

★★★

Bu kez başka bir geçişten ters yönde yukarı çıkacağımızı söylüyorlar. Şimdi tam bir mezar
koridoruna giriyoruz. 45 derece eğimli bir ıslak çamur deryasından yukarıya doğru önce ekip, sonra ben sürünmeye başlıyoruz.

İşte o yukarıya doğru sürünme aşamasında iyice panikliyorum. Ayaklarım kayıyor. Kafamı birkaç kez iki karış üzerimdeki tavana vuruyorum, baret kurtarıyor.

Sigara içen adamım. Sürünerek tırmanırken nefesim tıkanıyor, bayılacak gibi oluyorum.

Sürünmenin ne kadar süreceğini bilemiyorum. Başıma bir iş gelse, oradan kurtarılıp yukarıya çıkarılmam mümkün değil. Önümde sürünmekte olan maden mühendisine nefesimin son gücüyle bağırıyorum: “Daha çok var mı?”

Önümdeki yanıt veriyor: “Bir sigara içimi kadar var!”

Aklınca espri yapıyor!

★★★

Sonunda çıktık ve genişçe bir koridora ulaştık. Burada hava borusu var. O sırılsıklam tere aldırış etmeden hava üfleyen ızgaraların önünde yere oturdum, birkaç dakika derin nefes alıp biraz kendime geldim, “Bana bunu yapmayacaktınız” diyebildim.

Nedim Bey güldü, “Bir ara paniklediniz ama haklısınız. Biz sizi en uç ve en zor noktaya getirdik. Şimdi en güçlü efor testinden sınıfı geçmiş oldunuz” dedi. Oralarda oksijen zaten az olurmuş.

Buna kömür tozunu ve o mezar gibi yerlerde insanı bunaltan karanlığı da eklediğinizde, paniklememek mümkün mü!

Tekrar uzun bir yürüyüş, yeniden o acayip asansöre biniş!.. Ve yukarıda güneşi gördüğümde Allah’a şükürler edip bir sürahi su ve birkaç bardak çay içtim. Sonra duşa gittim. Bütün giysilerim ve suratım kapkara olmuştu. Kendimi tanıyamadım.

Kömür karası idi!

★★★

Bunları niye anlattım? Amasra gezisi bana o madencilerin hangi koşullar altında çalıştığını göstermişti.

Onların nasıl helal para kazandığını görmüştüm.

Bir mezarda günde 8 saat, iki büklüm, kelle koltukta kazma kürek sallayıp kömür çıkaracak ve üstelik o kömürü dışarıya sevk edeceksin!

Grizu tehlikesi, havasızlık, yangın riski, ciğerlerde biriken kömür tozu da cabası.

Devlet tasarruf olsun diye madenlere yatırım yapmıyor.

Sürekli işçi çıkarılıyor, bazı madenler de özel sektördeki yandaşlara peşkeş çekiliyor. Kazma sallayan garibanlar ise KÖLE!

İşte bu sömürü ortamı bir süre sonra, son faciada ve daha önceki nicelerinde olduğu gibi, topluma MADENCİ CESETLERİ olarak geri dönüyor.

Seçim yatırımı olarak torbalarla dağıtılan beleş kömürler!.. Bu efendilerin oy avcılığı!..

Kömür karası işte bu!..

Ve madenlerde kömür karasına bulanmış fakir fukara cesetleri!

Sonra cenaze törenlerinde atılan nutuklar, üzüntü bildirmeler!

Vay canım vay!