Şimdi balık zamanı.

Palamut iyice yağlandı, kaya levreğinin lezzeti zirvede, sıra lüfere geldi.

Daha sonra uskumru endamını gösterecek, torik, kofana derken kalkan sahneye çıkacak.

Bu günlerde balık lokantaları en favori adresler.

Hele Boğaz kıyısındaysa, yeme de yanında yat.

O zaman bir soru soralım: Balık yemek için deniz manzarası şart mı?

Bence değil. Manzaraya dalarsan balık soğur, balığa saldırırsan manzara birden karanlıklara gömülüp görünmez olur.

Yani balık ve manzara yan yana olmaz.

Onun için manzaraya boşuna para ödemeyin!

Zaten bugünlerde deniz manzaralı restoranlar gidilecek gibi değil. Hesabı ödemek için bankadan kredi almak gerekecek neredeyse.

Bir başka önemli soru: Rakı-balık ikilisi doğru bir seçim midir?

Soruyu şöyle de sorabiliriz: Balıkla rakı mı içilmeli, yoksa beyaz şarap mı?

Bana sorarsanız, balıkla-rakı ikilisi pek uyuşmaz.

Bazıları buna, “ balık eti naziktir, rakı gibi sert içkiler, lezzetin önüne geçerler. Onun için balıkla rakı içilmez” diye yanıt veriyorlar.

Bu yanıtta doğruluk payı var!

Ama bence yanıt, balıkla rakının tüketim hızının farklı olmasında yatmaktadır!

Balık sıcak yenir. Izgaradan, tavadan çıkınca, soğumadan tüketmek gerekir. Soğuyunca balığın tadı tuzu kalmaz. Rakı ise yudum yudum, acele etmeden, tadını çıkarta çıkarta içilir. Onun için mezelerle tadı çıkar.

Düşünün, ben bir duble rakıyı, yudum yudum, damağımda çevire çevire yaklaşık 45 dakikada bitiriyorum.

Küçük bir yudum rakı, sonrasında birkaç leblebi veya çatal ucuyla beyaz peynir. Arkasından biraz sohbet... Bu böyle sürüp gidiyor.

Eğer rakıyla balık yiyecekseniz, bu düzen alt üst olur. Çünkü rakıyı, balığı yeme hızında içerseniz, kadehleri üst üste hızla bitirmek zorunda kalırsınız. O zaman da sarhoş olursunuz.

Eğer balığı rakının içme hızına uydurup yavaş yavaş yerseniz, balık soğur, tadı kaçar. Yani ikisinin tüketim ritmi, hiç bir zaman birbirini tutmaz.

Şöyle örnek verelim: Palamut, takoz veya lüfer ızgara söylediniz. Bu mevsimde başka türlüsü de düşünülemez.

Palamutlar, lüferler, ızgarada pişti. Hızla masanıza servis edildi. Ne yaparsınız? Hemen çatala bıçağa sarılıp, balığa kibar bir saldırı düzenlersiniz.

Eğer benim gibi kılçık saplantınız varsa, bir cerrah titizliğinde işe girişirsiniz. Bu işlem balığı zaten biraz soğutur.

İlk lokma ile bir yudum rakı!

Sonra rakıyı unutup, balığı soğutmadan yemeye gayret edersiniz.

Her bir çatal sonrasında bir yudum rakı içerseniz, rakı tüketim hızınız artar ve balık bitmeden kafanız iyi olmaya başlar. Tam tersini yapıp, rakıyı yudum yudum içip, balığı aynı yavaşlıkta yerseniz, balık buz keser.

Bu ritim tutturamama işi kebap için de geçerlidir.

Kebabı, rakıyı yudumlama hızında yemeye kalkarsanız, kebabın bütün yağları donar.

Neyse benim yanıtıma gelelim:

Ben balığın yanına şarabı tercih ederim.

Şarap derken, sadece beyaz şarabı kastetmiyorum. Pinot Noire, merlot, kalecik karası, Öküzgözü gibi üzümlerden yapılan hafif kırmızılar da balıkla iyi uyum sağlarlar

Aslında bu kadar ince eleyip sık dokumaya pek gerek yok.

Zaten rakı masasında balık yemeye pek hevesli ve alışkanlığı olan bir millet değiliz.

Çünkü üç tarafımız denizlerle kaplı ama balığı pek sevmeyen (bilmeyen) bir toplumuz. Mutfağımız adeta balık fakiri.

Bildiklerimizin dışına çıkmayı pek sevmiyoruz. Örneğin ya tava ya ızgara ya da buğulama. Ufkumuz bu kadar dar!

Mutfağımıza giren balık çeşidi de çok değil. Klasikler: Palamut, lüfer, hamsi, istavrit, sardalye. Bir de Norveç'in somonu...

Kalkan, zengin mutfaklarına sığındı. Gümüşün adı anılmaz oldu. Kimse artık "Boklu Kebap" yapmıyor.

Fener Balığı "Öcü" diye adlandırılıyor, anneler çocuklarını bu balıkla korkutuyor.

Pisi ve Dil balıklarını kimse ayırt edemiyor.

Kırlangıç çorbasını yapmasını bilen İstanbullu sayısı iki elin on parmağı kadar azaldı.

İskorpitin adını doğru söyleyebilen kaç kişi kaldı ki?

Bir zamanlar İstanbul'da, adaların etrafında gezinen Lipsozları artık balıkçılar bile tanımıyor.  Fatih'in sofrasından eksik olmayan yılan balığı ise yeni kuşağın iğrenerek baktığı balıklar kategorisine girdi.

Tezgahtaki balıkların adını sayana rastlarsanız, onu yanaklarından öpüp, tebrik edin.

Sözün özü: Önce balığı mutfağa sokalım, sonra rakıyla uyumunu tartışırız.