TBMM’nin saygınlığının yok edildiğine dikkat çeken Prof. Kalaycıoğlu, “Kurumlar saygınlık üzerine durur. Muazzam bir siyasal yozlaşma var. Yolsuzluk, yoksulluk, yasaklarla 3Y ile mücadele etmek için geliyoruz dediler, o mücadele bırakıldığı gibi bir de üzerine ‘yozlaşma’ eklendi, 3Y oldu 4Y” dedi.




Ersin Kalaycıoğlu, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdikten sonra ABD’de Iowa Üniversitesi siyaset bilimi bölümünde yüksek lisans ve doktora yapmış, Boğaziçi Üniversitesi siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler bölümünde, Sabancı Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmış, 2004-2007 yılları arasında Işık Üniversitesi rektörlüğü görevini yürütmüştür. İstanbul Politikalar Merkezi Kıdemli Uzmanı ve Bilim Akademisi Üyesi olan Prof. Ersin Kalaycıoğlu yurt içinde ve dışında birçok akademik ve idari görevde bulunmuş, Türkiye çapında çeşitli sosyal araştırmalar yapmış ve bunların sonuçlarını rapor, kitap ve makale olarak yayınlamıştır.

Acaba büyük bir ilgiyle izlenen CHP’nin 2’inci Yüzyıl Vizyonu toplantısında yapılan önemli açıklamalar çoğunluk tarafından anlaşıldı mı? Acaba söylenenler kolayca uygulanabilecek mi? Acaba 6’lı masada veya Millet İttifakı’nda “cumhurbaşkanı adayı” ile ilgili gerçekten bir sorun çıkabilir mi, çıkması siyaseti nasıl etkiler? CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yabancı danışman almasını eleştirenlerin haklılık payı nedir? Zirve yapan enflasyonda daha çok kişinin alışveriş ettiği “üç harfli” zincir marketler neden birdenbire büyük sorun olarak ortaya çıktı? Bunları ve “doğru cevabını” merak ettiğimiz diğer konuları Türkiye’nin en deneyimli siyaset bilimcilerinden biriyle, Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu ile konuştum.

6’LI İTTİFAKIN BİRÇOK KONUDA ANLAŞMIŞ OLMALARINI BAŞARI OLARAK GÖRÜYORUM


■ Sayın Kalaycıoğlu, televizyon tartışma programlarında da, halkın kendi arasında yaptığı konuşmalarda da 6’lı masada seçime kadar –özellikle cumhurbaşkanı adaylığı konusunda- bir sorun çıkıp çıkmayacağı sık sık yer alıyor, “muhalefet partilerinin anlaşmazlığa düşmeye hakkı yok” diyorlar. Siz nasıl görüyorsunuz, seçime 6 ay gibi bir zaman kaldı, sorunsuz olarak yola devam edecekler mi?

Bence 6’lı ittifakın şu ana kadar gösterdiği performans çok iyi, bu kadar süre birçok konu üzerinde anlaşabilmiş olmalarını başarı olarak görüyorum. Türkiye’nin şu andaki rejimi demokrasi değil, koalisyonlar demokrasilerde düzgün çalışır, onun dışındaki koşullarda koalisyonların düzgün çalışması son derece zordur -6’lı ittifaka da bir tür koalisyon olarak bakmak mümkün- çünkü burada haksız rekabet söz konusudur, yani iktidar olan parti elindeki imkanları kullanarak muhalefet pozisyonu oynamakta olanlar üzerine çok ağır bir takım yaptırımlarla yüklenebilecek kapasitededir ve zaman zaman da bunları yapabilmektedir. Aynı zamanda unutmayın ki iktidarın elinde çok büyük bir medya gücü var, onu da seferber ederek çok etkili bir şekilde “gerçek ötesi söylem” kullanıyor. Gerçekle ilişkisi ne olduğu belli olmayan açıklamaları en yetkili ağızlardan arka arkaya duyabiliyorsunuz. Böyle bir ortamda 6 partinin arasındaki ilişkilerde bugünkü standartta bir sürekliliği sağlayabilmiş olmaları benim tahmin etmediğim bir gelişmeydi, onun için gördüklerimin tahminlerimin ötesinde olduğunu düşünüyorum.  Zaman zaman gerginlikler olabilir, bunları doğal kabul etmek gerekir. Seçime doğru hem iktidar partisiyle ve iktidar partisinin diğer ittifak üyesiyle, hem de 6’lı masanın üyeleri arasındaki çeşitli ilişkilerde bu gerilimin çok daha artmasını beklemeniz lazım.

BİR GÜNAH KEÇİSİ BULUNUYOR, ONA SALDIRARAK GÜNDEM DEĞİŞTİRİLİYOR!


■ Daha fazla gerilime millet dayanamayacak…

Daha biz hiçbir şey görmedik, daha yeni başlıyoruz. Daha ne tür tartışmalar, ne suçlamalar yapılacak, “gerçek olup olmadığı belli olmayan hangi iddialar” ortaya çıkacak, ne tür komplolardan bahsedilecek bunları bilmiyoruz. “Ülkeyi bölerek yönetmek” çok eski bir taktiktir, şu anda ülkeyi “böl-yönet” taktiğine göre yöneten bir iktidar var ve bunu öncelikle kültürel ayırımlar üzerinden yapıyor, çünkü bu çok etkili. Bir sorunla karşılaşıldığında her konuda ve her fırsatta bölüp ayrıştırabileceği bir kişi veya kesim bulunuyor, kendi kadrolarının ona saldırması sağlanıyor, seçilen kesim veya kişiler hedef oluyor, dolayısıyla ülkede gündem değişiyor. İç ve dış politikadaki en önemli gelişmeler, ekonominin ürettiği problemler, hayat pahalılığı, işsizlik gibi konular ikinci plana itiliyor, onların yerini bu yapay gündemler alıyor. Konu başörtüsü, Ayasofya, PKK, her şey olabilir, yöntem aynı, her konuda böl-yönet taktiğini görüyorsunuz. Öfkelenmiş kitlelere bir hedef gösterilerek dikkatler başka tarafa yönlendiriliyor. Çok vahim olaylar var, bir cemaatte 6 yaşında kız çocuğu evlendirilmiş, bundan daha önemli ne olabilir, bu konuşulmuyor. Din ve mezhep ayrılıkları, aynı zamanda muhafazakarlarla sekülerler arasındaki ayırım, etnik milliyetçiler arasındaki farklılıklar, her türlü simgeye başvurarak ve gerçek olan veya olmayan isnatları arka arkaya sıralayarak çok sayıda olayla karşı karşıya bırakılmamız söz konusu. Buna ne kadar dayanılabilecek, ne kadar sürdürülebilecek, onu da göreceğiz zaman içinde.

EN UZUN İSTİKRARLI ÇALIŞAN DEMOKRASİLERİN BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU PARLAMENTER DEMOKRASİDİR!


■ 6’lı masanın anayasa önerisine Cumhur İttifakı ortaklarından ağır eleştiriler geldi, MHP Genel Başkanı yine “Zillet ittifakı, bunlardan bir halt olmaz” gibi sözler söyledi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde cumhurbaşkanı yürütme organıdır, bunu halk seçmesin istiyorlar” dedi.

Demokraside yürütmenin halk tarafından seçilmesini büyük bir erdem olarak ortaya çıkaran ne demokrasi teorisinde bir sav var, ne de uygulamada herhangi bir şekilde bu tür demokrasilerin üstünlüğüne veya ayrıcalığına işaret eden bir kanıt var. Dünyada en uzun sürede istikrarlı çalıştığını gösteren demokrasilerin hemen hepsi parlamenter demokrasidir. Başkanlık rejimleri içerisinde çok küçük Latin Amerika devletleri dışında defosuz (flawless) olarak kabul edilen yok. Siyaset bilimi araştırmalarında, özellikle the Economist Democracy Index’ine göre başta ABD olmak üzere “yürütmeyi doğrudan halkoyuyla seçen ülkelerin” demokrasilerinin hepsi defolu demokrasiler, öyle kabul ediliyorlar. Bekir Bozdağ’ın yaptığı tipik popülizmdir, demokrasinin beşiği Britanya ve İsviçre’dir, çağdaş liberal demokrasilerin tümü ya çoğunlukçu Britanya parlamenter demokrasisi, ya da İsviçre’de uygulanan çoğulcu parlamenter demokrasiden çıkmıştır. Çağdaş demokrasilerin olmazsa olmaz koşulları arasında devlet başkanının doğrudan halkoyuyla seçilmesi yoktur. Asıl olan yasama meclisinin halkın oyuyla dürüst, adil ve özgür seçimlerle seçilmesidir. Devlet başkanı doğrudan halkoyuyla seçilmese de, ya İsveç veya Hollanda’da ya da Britanya’da olduğu gibi ırsi olarak kral/kraliçe devlet başkanı olsa da bunlar sistemin demokrasi olarak çalışmasını etkilemez. Burada halk dalkavukluğu yapılarak demokrasinin çalışmasını zora koşma gayreti var, yasama yerine “Başkan da halkoyuyla seçildi, siyasal kararları o versin” demeye getiriliyor. Oysa demokrasi halkın siyasi kararların alınmasını izleyebildiği, görebildiği şeffaf bir yönetim gerektirir. Başkan tek başına karar aldığında bu şeffaflık ortadan kalkar, nasıl karar verildiği anlaşılmaz, bu da sistemin demokrasi olarak çalışmasını engeller.

CUMHURBAŞKANINI ISRARLA KENDİ SEÇMESİ GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNEN BİR SEÇMEN KİTLESİ VAR!


■ 6’lı masanın hazırladığı anayasada cumhurbaşkanını yine halk seçiyor, bu parlamenter sisteme uygun mu? “Yarı başkanlık” sisteminde bunun olabileceğini söyleyen anayasa hukukçuları var.

Evet, bu önerilen sistem yapı itibarıyla yarı başkanlık sistemi. Hem başkanın doğrudan halkoyuyla, hem de yasamanın doğrudan halkoyuyla seçildiği, meclisin içinden ve ona karşı sorumlu olan bir hükümetin (başbakan ve bakanlar kurulunun) çıktığı sisteme ‘yarı başkanlık’ diyoruz. Bu önerilen yeni düzenleme yapısı itibarıyla yarı-başkanlık rejimi içeriğinde. Ancak cumhurbaşkanını ısrarla kendi seçmesi gerektiğini düşünen bir seçmen kitlesi çoğunluğu var. Onun için muhalefet “Meclis’in seçtiği cumhurbaşkanı” uygulamasına dönmeyi teklif etmekten çekinmiş gibi görünüyor. Aynı zamanda seçmen Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini de fazla buluyor, onun için cumhurbaşkanı yetkilerini parlamenter rejimle uyumlu hale getirip, seçmenin doğrudan oyuyla seçilmesine fırsat verme öneriliyor. Bu makul, Singapur veya İzlanda gibi ülkelerde bu uygulama var zaten. Temel endişe burada herhangi bir “çift başlılık” olmaması, siyasal kararlarda keyfiliğin önüne geçilmesi, karar alma sürecinin şeffaf olmasının, halkın kolayca izlemesi ve tepki vermesinin mümkün olmasının sağlanmasıdır. Bunlar başarılırsa tekrar demokrasi yoluna döneriz.

ADALET BAKANI’NIN SÖYLEDİKLERİNİN TAMAMI GERÇEK DIŞIDIR!


■ Adalet Bakanı 6’lı masanın anayasa düzenlemesi için “Milli iradeyi zayıflatan, milli iradenin elindeki gücün bir kısmını gasp etmek isteyen” ifadesini kullanmış ve “Bu yetki hiçbir zaman Türk halkının elinden alınamayacaktır. Cumhurbaşkanı şu anda yürütme organı, yürütme organını halkın seçmesinden korkuyorlar” diyor.

Böyle bir şey yok, bunların tamamı gerçek dışıdır. Kim neden korkuyor? Bugünkü neo-patrimonyal sultanizm mahiyetindeki sistem çalışmıyor, sorun burada. Muazzam bir problem yarattı, Türkiye’nin demokrasi olma özelliğini ortadan kaldırdı. “Sultanizm” denmesinin nedeni bu zaten. 2017 referandumuyla öyle bir yapı ortaya çıktı ki seçilen cumhurbaşkanının hesap verme gibi bir durumu söz konusu değil, yargıya hesap vermediği gibi aynı zamanda yasamaya da hesap vermiyor. Anayasa madde 8, “Yürütme cumhurbaşkanıdır” diyor. Yürütme organı lağvedildi, yürütme (hükümet, bakanlar kurulu) bir kişiden ibaret; Cumhurbaşkanı, o kadar. Onun dışında hiç kimse yürütme yetkisini Cumhurbaşkanı vermediği takdirde kullanamıyor. Bu yapı aynı zamanda hesap vermesi mümkün olmayan bir içerikte, hiçbir mekanizmayla denetlenmiyor ve dengelenmiyor, onun için demokrasi değil.

BU KOŞULLARDA TÜRKİYE DEMOKRASİ OLARAK KABUL EDİLMİYOR!


■ Bekir Bozdağ, 6’lı masanın anayasa düzenlemesinde “Yüzde 50+1’le seçilen bir cumhurbaşkanı, altında belki yüzde 20-25’le seçilen başbakan olacak. Bu, cumhurbaşkanını sembolik hale getirmek isteyenlerin hedefine hizmet etmez” diyor.

Efendim Fransa’da da aynısı oluyor, Finlandiya’da da senelerce aynısı oldu. Doğu Avrupa ülkelerinde de yarı başkanlıkla yönetilenlerin hepsinde aynı durum var. Cumhurbaşkanı seçiliyor, anayasadaki yetkileri çerçevesinde görev yapıyor, başbakanın yetkileri başka türlü tanımlanıyor, cumhurbaşkanının yetkileri başka türlü tanımlanıyor. Demokrasiye aykırı olan bir tarafı yok, demokrasi öyle basit bir aritmetiğe indirilebilecek bir şey değil. Çünkü demokrasi sadece seçimle iktidara gelmiş olanların meşru olduğu bir rejim değil, aynı zamanda insan hakları ve özgürlüklerin korunduğu bir rejim. Yüzde kaçla seçilirse seçilsin gerek yargı, gerek yasama, gerek medya, sivil toplum ve gerekse seçmene yaptıkları her tasarruf, her siyasi karar dolayısıyla seçilenlerin hesap verme yükümlülüğü altında oldukları bir rejim, eğer hesap vermiyorsa demokrasi değildir. Bu konuda yazılmış kitaplardan Borowiak’ın Accountability and Democracy (Oxford Univ. Pressi 2011) kitabının ilk cümlesi şöyle başlıyor: “Hesap sorulamayan demokrasi istibdattır.” Cumhurbaşkanı halkın oyuyla seçiliyor, öyleyse istediğini yapar anlayışı demokrasi değildir. Cumhurbaşkanı Anayasa’da tanımlanan yetkilere uymak, o yetkilerin içinde kalmak zorundadır, şu anda bir sınırı yok. İstanbul Sözleşmesi’nden çıktı, oysa Anayasa’da ona verilmiş böyle bir hak yok, bu keyfi yönetimdir. Bu koşullarda Türkiye’nin demokrasi olarak kabul edilmesi mümkün değil, zaten edilmiyor.

ADİL OLMAYAN ŞARTLARDA YAPILMIŞ SEÇİM HİÇBİR ŞEY İFADE ETMEZ!


Seçim demokrasiyi yaratmaz, seçimin adil yarışma koşulları içerisinde olması lazım, serbest olması lazım, ifade özgürlüğünün tam ve mükemmel olması lazım, siyaset bilimi bunlar olmadan yapılan seçimle seçilen kişinin demokratik bir seçimle seçildiğini kabul etmiyor. 2015’ten beri verilen uluslararası raporların hiçbirinde Türkiye demokratik seçim yapmış olan veya yapabilecek bir ülke konumunda değil. Bu şartlar altında seçim yapsanız ne fark edecek? Kim Jong-Un, Kuzey Kore’de yüzde 100’le seçiliyor, dünyanın en demokratik ülkesi mi diyeceğiz, bu nasıl mantık ben anlamıyorum. Her şey seçime indirgeniyor, şartlar ne olursa olsun seçim varsa demokrasi var deniyor. Usulsüzlük olan bir seçim yapılmışsa demokrasi var denebilir mi? 6’lı masa önerisinde “Bunu değiştireceğiz” diyor, bu öneri demokrasi önerisidir.

MUHALEFETİN BİRLİK İÇİNDE HAREKET ETMESİ TÜRKİYE’NİN YARARINA


■ 6’lı masada cumhurbaşkanı adaylığı konusunda bir gizli çekişme var gibi görünüyor ve bu sık sık tartışma ortamlarında konu oluyor, siz bu görüntü için ne diyorsunuz? 6’lı masa bozulabilir mi, bozulursa ne olur?

6’lı masa bozulursa muhalefetin iktidarı değiştirme gücü muhtemelen bir miktar azalır. Çünkü temel itibarıyla 2018’de olduğu gibi çok sayıda aday çıkaracaklardır, o zaman adaylar doğal olarak birbirlerine karşı da yarışacaklardır, dolayısıyla demokrasiyle otoriterlik arasındaki tercih daha muğlak hale gelecek ve seçmenin kafasının daha fazla karışması riski ortaya çıkacaktır. Onun için muhalefetin bu aşamada olabildiğince birlik içinde hareket etmesi kendi yararına, aynı zamanda Türkiye’nin yararına gibi gözüküyor.

Meclis’teki bütçe görüşmeleri gergindi. Vekillere yapılan hakaretler kayıtlara geçti.

6’LI MASA ADAYDA UZLAŞABİLİRSE SEÇİM PLATFORMUNDA DA UZLAŞACAKLAR DEMEKTİR!


■ TV tartışmalarında “Partilerin kavga etmeye hakları yok” deniyor, yani belli bir endişe söz konusu.

Kavga etmemeleri veya büyük bir tartışma içine girmemeleri gerekir ama fikir tartışması yapabilirler tabii doğal olarak ama bu fikir tartışmasını kamuoyu önünde değil, kendi aralarında yapmaları daha iyi olur. O zaman aralarında bir uzlaşmazlık varmış gibi görünüyor ama unutmayın ki bunlar birbirinden birçok bakımdan farklı partiler, buna rağmen demokrasi üzerinde uzlaşmış olmaları takdire şayan bir gelişmedir. Aynı parti içinde de farklı adaylar çıkabilir, bunlardan biri tercih edilecek, her ülkede böyle oluyor. Bu kamuya duyurulmadan kendi içinde yapılsa daha mı iyi olur, bunu kendilerinin de düşünmesi lazım. Aday etrafında uzlaşabilirlerse seçim platformunda da uzlaşacaklar demektir.

CHP, “EKONOMİ POLİTİKALARI YOK” DİYENLERE CEVAP VERDİ!


■ CHP’nin 2’inci Yüzyıla Çağrı toplantısını izlediniz. Fazla bilimsel, seçmen kesimleri tarafından anlaşılması zor dendi ama dikkatle baktığınız zaman yapılacak değişiklik görülüyor, siz ne düşündünüz?

Birileri doğal olarak bir şeyler söyleyecek, başka türlüsü mümkün değil ama bir iddia vardı; ekonomik olarak ne yapacaklar, ekonomi politikaları yok deniyordu, onun cevabı verildi. Şimdi bu cevap herkes tarağından anlaşıldı mı onu bilemem ama temel itibarıyla bu cevabın ekonomi bilimine dayalı olması ve bir takım teknik bilgileri içermesi dolayısıyla biraz sofistike olması gayet doğal, dolayısıyla kolay anlaşılması zor olabilir ama haberler için de bu geçerli. Hepimiz aynı haberleri dinliyoruz ama aynı sonuca ulaşmıyoruz, hepimizin bakış açılarımız farklı, beklentilerimiz, bilişim dağarcıklarımız farklı. İktisattan anlayanların anlamayanlara anlatması gerekiyor. Bunun siyasi olarak anlatılması, Kılıçdaroğlu’nun en sonda yaptığı konuşmadır, geri kalan kısmı “ekonomi politikaları neymiş” sorusunun yanıtıdır. Burada iktisadi konularda uzmanlar var, onlara danıştık, buna göre bir program geliştiriyoruz ve bunu uygulayacağız diyorlar. Bunun içinde kurumların yeniden inşa edilmesi, yoksulluğun bitirilmesi, ülkeye refahın gelmesi gibi hedefler var. Bu programın ekonomi tarafı var, ekonomi biliminin gereklerine göre hareket edilirse ve onun kuralları kullanılırsa ki Faik Öztrak “Bize kral değil, kural lazım” diyerek veciz bir şekilde ifade etti, anlamak isteyenler için yeterince anlaşılabilir bir ifade. Bu, kısa dönemde daha kolay sonuçlara ulaşabilecek bir değişim. İşin zor kısmı; Türkiye’deki fevkalade bozulmuş olan hukuk sistemi, yargı, adalet, bu konularda acilen bir takım adımların atılması gerekiyor. TBMM bugün çalışamaz durumda, komisyon toplantısı dahi yapılamaz hale geldi. Biliyorsunuz Merkez Bankası Başkanı geldi, TBMM’yi gayet küçümseyen bir şekilde “Cevap vermeyeceğini” söyledi, CHP de komisyonu terk etti. Şimdi bu yasamanın çok iyi çalıştığını mı gösteriyor? Bugünkü sistem çalışmıyor ve her gün bunu açık şekilde görüyoruz. Kısa süre önce bakanlar geldi ve milletvekillerine hakaret ettiler. Milletvekiline komisyon toplantısında hakaret eden, Meclis’in itibarını yerle bir eden bakan bugüne kadar görülmedi.

İKTİDAR HALKI ADAM YERİNE KOYMUYOR, DEMOKRASİ OLMADIĞININ TEMEL GÖSTERGESİ!


■ İçişleri Bakanı’nı mı söylüyorsunuz?

İçişleri Bakanı, Savunma Bakanı. Milletvekili dediğiniz halkı temsil eder, halk adına sizden hesap soruyorlar, bu sadece milletvekiline hakaret değildir, milletvekili vasıtasıyla halka hakarettir. Milletvekili kendisi için bir şey sormuyor ki, kendi cebindeki paranın hesabını sormuyor ki, bizim vergi paralarımızın hesabını halk adına soruyor, hesap vermeme meselesi budur. Temel itibarıyla buradaki mekanizmalar yozlaştı.

BU SİSTEMDE TBMM’NİN SAYGINLIĞININ OLDUĞUNU SÖYLEMEK MÜMKÜN MÜ?


■ Yani sadece iktidar liderleri değil, bakanlar da hesap vermiyor, aynı tutum içerisindeler diyorsunuz.

Tabii, bakanlar da milletvekillerini, dolayısıyla onları seçen halkı adam yerine koymadıklarını açıkça ifade ediyorlar, bu derin bir sorun, Türkiye’de demokrasi olmadığının temel göstergesidir. Bugüne kadar birçok olay yaşadık, 70’lerde memleket kan gölüne dönmüştü, niye hakaret etmiyorlardı, komisyon toplantılarında böyle olaylar yaşanmadı, komisyonlar çalışabildi. O zaman güven oyuyla iş yapan bir hükümet vardı, bakanlar milletvekillerini adam yerine koyuyorlardı. Bugün bakanlar halk tarafından seçilmiş de değiller, Cumhurbaşkanı’nın memuru vaziyetindeler ve halk tarafından seçilen Meclis’i aşağılıyorlar, vahim bir durumla karşı karşıyayız. Bu sistemde TBMM’nin saygınlığının olduğunu söylemek mümkün mü? Kurumlar saygınlık üzerine durur. Muazzam bir siyasal yozlaşma var. Yolsuzluk, yoksulluk, yasaklarla 3Y ile mücadele etmek için geliyoruz dediler, o mücadele bırakıldığı gibi bir de üzerine “yozlaşma” eklendi, 3Y oldu 4Y. Bunları nasıl halledeceksiniz? TBMM’nin saygınlığını nasıl iade edeceksiniz, bağımsız çalışmayan ve fiyat istikrarını korumak için kurulmuş olan Merkez Bankası’nı tekrar saygın bir kurum haline nasıl getireceksiniz, yargıyı nasıl bağımsız ve tarafsız çalıştıracaksınız? Bunlar çok zor, uzun dönemli sorunlar.

ABD’DEN BİRÇOK DANIŞMAN GELDİ, ONLAR DOĞRUYSA RİFKİN DE DOĞRUDUR


■ Kemal Kılıçdaroğlu’nun yabancı danışman getirmesini, iktidara yakın medyada  tartışanlar var, sizce doğru mu yaptı?

Bugüne kadar Amerika’dan birçok danışman geldi, Adalet ve Kalkınma Partisi de kullandı, onlar doğruysa Rifkin de doğrudur, onlar yanlışsa Rifkin de yanlış, o yanlışı yapanlardan da o zaman aynı şekilde hesap sorulması lazım. İlk defa mı geliyor bunlar, kaç kere oldu. Herkes için ayrı standart olmaz. Danışman fikir ileri sürecektir, bunların parti, Meclis, seçmen tarafından kabul edilip edilmeyeceğini bilmiyoruz, bunu zaman gösterecektir.

OSMANLI’DA DAHA BETERİ DENENMİŞ, ÇÖZÜM OLMAMIŞ!


■ Son günlerde enflasyonun sebebi olarak “üç harfli” ve aslında daha ucuz olduğu için orta sınıfın da tercih ettiği zincir marketler gösteriliyor ve bazıları mühürlendi, marketlerle iktidar arasında gerginlik sürüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dediğim gibi bütün mesele başınız sıkıştığında bir günah keçisi bulacaksınız, ona herkesi saldırtacaksınız, halkın öfkesini yönlendirecek ve sorumluluğu başkalarına atacaksınız. Zincir marketlerin hepsini kapatsınlar, denesinler, bakalım enflasyon düşecek mi? Bir süre patates, soğan depoları basıldı, patates soğan fiyatları düştü mü? Bu yöntemlerin hiçbiriyle bir yere varılamaz. Osmanlı bunun çok daha fazlasını yapmış, pazar yerine girmiş, yüksek fiyat gördüğü tezgahtaki pazarcıyı almış, bir direğe asmış, ona rağmen enflasyonu düşürememiş, geçmişimizde var bu örnekler, iktisat tarihinde bize bunu okutmuşlardı, iktisatçılar bunu bilir, hiçbir yararı yoktur. Amaç enflasyonu çözmek mi, yoksa sadece böl-yönetle günü kurtarmak mı? Bazı kişiler bu böl – yönet taktiklerine inanıyor, hükümetin makro ekonomileri bozmuş olmasının oynadığı rolü görmüyor, mantık da bunun üzerine oturuyor. Günah keçileri buluyor ve ona saldırtıyorsunuz, bu laikler olabiliyor, kadınlar olabiliyor veya belli bir yaşam tarzına sahip olanlar olabiliyor, fark etmiyor aynı yöntem!