AKP’nin Anayasa değişikliği hazırlığının hiçbir hukuki geçerliliğinin olmadığını söyleyen Prof. Süheyl Batum, “Bir partinin hazırlayıp diğerlerini ziyaret etmesiyle Anayasa yapılamaz, Anayasa beraber yapılır” diye konuştu.


Prof. Dr. Süheyl Batum, Sorbonne Üniversitesi’nden mezun olmuş, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türkiye” isimli teziyle Galatasaray Hukuk Fakültesi’nde profesör olmuştur. 2 dönem Bahçeşehir Üniversitesi rektörlüğü yapan Batum, 24’üncü dönem Eskişehir Milletvekili olarak TBMM’ye girmiş, milletvekilliği sonrasında öğretim üyeliğine devam etmiştir. Halen MEF Üniversitesi Öğretim Üyesi’dir.


Türkiye’nin şu andaki gerçek gündemine bakınca (ekonomi dışında) üzerinde önemle durulması gereken 3 konu var; 1- Aniden ortaya çıkan ve “aileyi korumak ve başörtüsüne anayasal güvence kazandırmak için yapıyoruz” denilen Anayasa değişiklikleri, 2- Dezenformasyon Yasası adıyla çıkarılan ama sansür yasası olarak anılan, “yanıltıcı haber” tanımı altında konuşan-yazan herkes için büyük tehlike oluşturan yasa 3-Bu tarihten sonra bir erken seçim yapılmalı mı yoksa muhalefet partileri bunu kabul etmemeli mi sorusu.  6’lı masa diğerlerini bir yana bırakıp bu 3 konuyu yeterince gündemde tutmak ve geç kalmadan gereken sonuçlara ulaşmak zorunda. Bize merak ettiğimiz ve çok önemli olan soruların cevabını verecek isimlerin başında hukuk ve siyaset deneyimiyle, başarısı ve toplum nezdinde kazandığı güvenle Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Süheyl Batum geliyor, o nedenle bugün onunla yaptığım konuşmayı paylaşacağım, ülkesinin geleceğini düşünen herkes dikkatle okumalı diye düşünüyorum.

CUMHURİYET BİRÇOK ÜLKEDE KURULMUŞ AMA EN PARLAĞI TÜRKİYE’DE OLMUŞTUR


■ Sayın Batum, diğer konulara da geçeceğim ama önce sık sık Cumhuriyet’e ve devrimlerine karşı yapılan çıkışları, saldırıları sormak istiyorum; sanki belli aralıklarla ya iktidar partisine mensup bir siyasetçi veya bir rektör ya da din adamı çıkıp Cumhuriyet’in getirdiği değişimi halk kitlelerine kötülüyor, son olarak HDP’den Pervin Buldan da “yıkım projesi” diyerek bu saldırılara katıldı. Cumhuriyet’in 100’üncü yıldönümüne girerken bu saldırılar tesadüf mü sizce?

Cumhuriyet ve devrimleri hakkındaki, getirilen bütün düzenlemeler hakkındaki görüşlerini AKP’nin yöneticileri ya da milletvekilleri bugüne kadar defalarca söylediler. Onların resmi tarihçisi olan Kadir Mısıroğlu da Cumhuriyet’le ilgili en ağır sözleri söyledi, dikkat ederseniz söyledikleri hep Cumhuriyet’in getirdiği devrimler üzerinedir. Örneğin “Cumhuriyet devrimleri dini ortadan kaldırdı” derler, Sayın Cumhurbaşkanı “Ayasofya’yı müze yapanlar tarihe ihanet etti” dedi, Oysa bunu yapanlar Atatürk’ün başında olduğu bakanlar kuruluydu. Alenen “tarihe ihanet ettiler” dedi, bunları defalarca izledik, hatta AKP’den önce de İslamcı, şeriatçı çevreden bunları çok izledik. Son olarak yine bir AKP yöneticisi –sonradan istifa etse de- Cumhuriyet ve harf devrimiyle ilgili sözler söyledi. Cumhuriyet kesinlikle onların ve saldırıda bulunan diğerlerinin anladığı gibi bir şey değildir, cumhuriyet birçok ülkede kurulmuş ama en parlağı Türkiye’de olmuştur. Neden en parlağı; çünkü Fransa’da 1789 devriminin arkasından 1793’te cumhuriyete geçmek istemişlerdir ancak o dönemin toplumsal yapısı izin vermediği için 1793 Anayasası uygulanamamıştır. O dönemde devrimi yapanlar genel olarak krallığı yıkmak istiyorlardı, soyluları –asilzadeleri- ortadan kaldırmak istiyorlardı ama tamamıyla da halka bütün yetkileri vermek istemiyorlardı. Bu nedenle Fransa’da cumhuriyet hemen kabul edilemedi, 1793 yapılan anayasa rafa kalktı, arkasından uzun bir süre, 1848’e kadar beklemek gerekti. 1848’de de sadece 4 yıl sürebildi, tekrar imparatorluk dönemine dönüldü. Oysa Türkiye’de 1923’le beraber cumhuriyet geldi ve bugüne kadar en azından 2017’ye kadar bu cumhuriyeti ortadan kaldıracak, kuvvetler ayrılığını kaldıracak uzun süreli bir kesinti olmadı.

2017’den sonra uygulanan rejimin gerçek anlamda demokratik cumhuriyet olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur. Hatırlayacaksınız, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2011’de bir milletvekili vardı “Artık bu cumhuriyet bitti, bundan kurtuluyoruz” dedikten sonra milletvekili seçilmişti. Bugüne kadar söylediklerini ben şöyle değerlendiriyorum, kim ne derse desin kurbağayı pişirme yöntemidir bu, bir şeyi söylersiniz, sonra “onu söylemedik” dersiniz çekersiniz, başka bir şey söylersiniz yine “söylemedik” dersiniz. Örneğin; Sayın Cumhurbaşkanı “O dönemin çömez devleti değiliz artık” diyor, çömez devlet dediği neresi; Cumhuriyet, Osmanlı’nın yıkılmasıyla, Kurtuluş Savaşı’yla kurulan devlet. Kim kurdu onu; Atatürk ve arkadaşları kurdu, Sayın Erdoğan ne diyor; “çömez devlet” diyor, neden diyor; ona göre bazı şeyleri başaramamış, neyi başaramamış; işte orada ortaya bir ideoloji çıkıyor. O yüzden son olarak söylenenler beni şaşırtmadı, zaten kendisi de her zaman yaptıkları gibi geri adım attı, parti sözcüsü de düzeltme yaptı, televizyon programlarında bazı yandaş gazeteciler savundular ama biz bunları 20 yılda çok gördük, Ergenekon zamanında da gördük, 2017 Anayasa değişikliği yapılırken de gördük. Bakın, Bu Cumhuriyetle ve milletle ciddi anlamda sorunları var AKP’lilerin. Bir süre ortaya “Cumhuriyet mi, demokrasi mi” tartışmasını attılar, içi boş bir tartışma, arkasından “Bu Cumhuriyet dinimizi elimizden almıştır” tartışmasını attılar, aynı zamanda da “Cumhuriyet dilimizi elimizden almıştır”ı ortaya attılar. Ve bir dönemde de biri, sözde “profesör” diye geçer; “Türk milleti gibi bir millet yoktur ki, hiç olmamıştır böyle bir millet” dedi, hatta o sırada İlber Ortaylı ve başka tarihçiler de eleştirdiler, cehaletin büyüklüğünü ortaya koydular. Şimdi de “Dilimiz vardı, dilimiz ortadan kalktı, düşünemez hale geldik” diyerek aynı tez tekrar ediliyor.

YAPILAN DİL TARTIŞMASI CEHALETTİR!


■ Sanatta, edebiyatta, sağlıkta dünya çapında adını duyuran insanlarımız, Covid 19 aşısını bulan Özlem Türeci ve Uğur Şahin Türkçe okuyup yazmamışlar, düşünmemişler mi?

Zaten böyle bir şey olabilir mi, Türkiye Cumhuriyeti’nin dili Türkçedir. Orhun anıtları en eski Türk anıtları, 732, 735 tarihinden beri Türkçe dili var, peki biz Türkçe’yi mi kaldırmış oluyoruz? Hayır, bu büyük bir cehalettir de aynı zamanda, bu cehaletin farkına varmak için mutlaka eğitim uzmanı olmak şart değil, bu çok net görülüyor. Dediğiniz Osmanlıca’ysa o nedir; 3 dilin birleşmesinden oluşan bir dil, Osmanlıca diye bir şey yok, Türkçe-Arapça ve Farsça’nın birleşmesiyle oluşmuş, dolayısıyla Cumhuriyet kurulduğunda bu dili değiştirip kendi diline dönülmesi daha makuldü. Arapça hiçbir zaman Türkiye’nin resmi dili filan olmamıştır, zaten Türkiye Cumhuriyeti Arapçayı da tamamen kaldırmamış, Türkçeyi ön plana çıkararak çok daha rahat anlayabileceğimiz şekilde Latin alfabesine çevirmiş, onların da W’sunu, X’ini almadan Türkiye’nin kullanabileceği şekilde alfabemizi ortaya çıkarmış. Bakanlıkların istatistiklerine baksınlar, Osmanlı’da kaç kişi okuma yazma biliyormuş, daha sonra “Çömez devlet” dedikleri 2000’e kadar, hatta 1980’e kadar kaç kişi olmuş.

Şimdi  “Cumhuriyet dilimizi yok etti” diyenler yeterli tepkiyi almadığı için, birileri de bu cehaletin üstüne çıkıp “Efendim daha önce de birileri söylemişti” diyebiliyor. Bunları daha önce Milli Eğitim müdürleri bile söyledi ama diyorum ya kurbağayı pişirme yöntemi olarak söylerler, önce söyleyip sonra geri çekerek devam ederler, bu sefer seçim öncesine gelindiği ve aldıkları oyu mutlaka arttırmaları gerektiği için üzerinde daha fazla duruldu gibi yapılıyor.

2010 ANAYASA REZİLLİĞİ ORTAYA ÇIKTI, ‘FETÖ’YE KAPTIRDIK, BİR DAHA ALALIM’ DEDİLER!


■ Önce “Cumhuriyet dilimizi, alfabemizi aldı” sözleri büyük bir çoğunluğun zihninde yer ediyor, yayılıp tartışılıyor ama geri adım atıldığında o fazla duyulmuyor. Daha önce benzerleri yaşandı. Bu siyasi bir taktik midir?

Yıllardan beri böyle gitti, örneğin; 2010’da “hepinize inanılmaz sendikal haklar veriyoruz, bütün memurlar sendikalı oldu, toplu sözleşme yapacağız” filan dediler, sonra kendi gazetecileriyle, kendi televizyonlarında “ilk defa sivil anayasa yapıyoruz” diye ortalara attılar, ters gelen noktaları “değiştiririz” dediler, sonunda ne çıktı ortaya? 2010 Anayasası rezilliği çıktı. “Ah, biz bilerek FETÖ’cülere kaptırmışız bunları, tamam şimdi bir daha alalım” dediler. Bunu yapanlar aynı insanlar, ben neden karşı olayım bu insanlara ama yaptıkları o kadar net ve açık ki. Kadir Mısıroğlu benim için normal olmayan biri, hiçbir şey bilmeden konuşan bir adamdı ama ona “Devletimizin resmi tarihçisi, kadim gerçekleri söyleyen kişi” olarak bakanlar vardı. Hatırlamıyor musunuz, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş cüppesini de giymiş, “hazır ol”da durarak onu ziyaret ediyordu.

‘CANIM SIKILDI, BEN ANAYASA YAPACAĞIM’ DENİRSE…


■ İktidar partisinin tek başına hazırladığı Anayasa değişikliği için Cumhurbaşkanı Erdoğan “Aileyi koruma ve başörtüsünü anayasal güvenceye alma” konusunda yapıldığını söyledi ve muhalefet partilerinin de katılmasını bekledikleri açıklandı. “Aileyi koruma ve başörtüsü” kullanıldığında muhalefet partileri katılmazsa aleyhlerine propaganda aracı yapılabilir. EŞİK Platformu 41’inci maddede “Sınırlarını kendisinin belirlediği bir aile formunun dayatılacağını, kadınların ve LGBTİ’lerin haklarını ortadan kaldıracağını, 24’üncü maddede “kadınların kıyafeti üzerinden kadınların hayatlarına müdahale alanı açılacağını” vurgulamış. Bu, aileleri etkileyecek bir yöntemle hatalı maddelerin de gelmesi mümkün değil mi, sizce ne yapılmalı?

Önce “aileyi koruyacağız, sapkınlıkları önleyeceğiz” şeklinde değerlendirmeler ya da “Din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili 24’üncü maddeyi değiştireceğiz, kadını özgürleştireceğiz” demelerinin hukuki hiçbir geçerliliği ya da doğruluğu yok. Bir genel saptamada bulunayım; Anayasalar, bütün kanunların üzerinde, toplumun uzlaştığı toplumsal bir sözleşmedir. Bütün kanunlar Anayasa’ya uyumlu olmak zorundadır. Bu yüzden  “sık sık değişmesinin önlenmesi için” diğer kanunlardan farklı usullerle yapılır, çünkü toplumda çok ciddi bir değişim olmadan anayasayı her gün değiştiremezsiniz, yasaları, kararnameleri değiştirebilirsiniz. Bu yönden baktığınızda bir ülkede eğer “anayasa yapma ihtiyacı ortaya çıkmışsa, bir iktidar gelip “canım sıkıldı anayasa yapacağım” demişse dünyanın her yerinde 3 soru sorarsınız:

1-    Bu iktidar neden bu değişikliği istiyor, amacı ne? İşte biri “aileyi korumak” der, bir başkası “size özgürlük getirmek” der, bir başkası “demokrasi getirmek” der, önce “neden” sorusunu sorarsınız.

2-    Nasıl yapıyorsun, kim yapıyor ve hangi yöntemle?

3-    Hedefine ulaşmak için neler getiriyorsun?

Ben hemen 2’inci sorudan başlayayım; Sayın Cumhurbaşkanı “Aileyi sapkınlıklara karşı koruyacağız, kadına anayasal başörtüsü özgürlüğü getireceğiz” demiş ya, şimdi Sayın Erdoğan ve AKP iktidarı 10 yıl içinde benzer gerekçelerle 3 tane anayasa yaptı, dünyada 10 yıl içinde 3 defa anayasa yapmış ve “Yine yapamadık, eksiğimiz kaldı bir daha yapalım” diyen –bakın İngiltere, Almanya, Fransa filan demiyorum- ciddi, devlet sayılabilecek bir tek devlet varsa bana söyleyin! Yoktur, çünkü şu gelir o zaman; “Sayın Erdoğan ve AKP iktidarı yöneticileri, siz 2007’de yaparken bilgisiz miydiniz, bilginiz eksik miydi? 2010’da bir daha yaparken yine mi bir şeylerin farkında değildiniz, 2017’de “artık her şey bitti” diye yaparken yine mi farkında değildiniz “Bizim cahilliğimize geldi, kusura bakmayın, yapamamıştık, şimdi aklımız başımıza geldi” mi diyorsunuz? 2007’de kimseye sormadan kendileri hazırladılar “Özgürlük getiriyoruz”, 2010 “Tamam, bitti, yargıyı düzeltiyoruz” dediler, yargıyı mahvettiler, 2017’de “Gerçek demokrasi geliyor” dediler, şimdi “Yahu bırak demokrasiyi, filan aileyi bile koruyamamışız, şimdi aileyi koruyalım” diyorlar. 2007’de “Bir sistem getiriyoruz, cumhurbaşkanını halk tarafından seçeceğiz, bütün dertler bitecek” deyip cumhurbaşkanı seçtiklerini unutup Anayasa değişiklik metnine “11’inci cumhurbaşkanını şimdi seçeceğiz” diye yazan bir AKP iktidarı var. Şimdi 2022’de “Biz aileyi koruyoruz” deyip aileyi yok edecekler herhalde. Bu açıkça ortada!

AİLENİN KORUNMASINA İHTİYAÇ VAR MI?


■ Siz siyaset de yapmış bir anayasa hukukçususunuz, bütün bu değişiklikler, hatta Anayasa değişikliği hızla, toplumun ve Meclis’in tartışmasına hiç zaman kalmadan yapılmak isteniyor. Bu telaş niye, seçim öncesi yapılan değişiklikleri referanduma mı götürecekler, ailenin gençlerin korunması için yasalarda mevcut cezalar bile verilmiyor, her şeyden önce yargının düzeltilmesi gerekmez mi? Bağımsız yargı olmadığı için mevcut Anayasa uygulanmıyor.

2010’da yargıyı düzeltiyoruz dediler, düzeltemediler, şimdi bugün de aileyi koruyoruz diyorlar. Bakın, kimseyi hedef almıyorum, Sayın Erdoğan’ın elinde televizyonların yüzde 95’i varken anketçilerin “gündemi artık Erdoğan belirliyor” demesinin bir anlamı olabilir mi? Gündemi belirlemeyi ancak gerçek demokrasinin olduğu ülkelerde ölçebilirsiniz. Tekrar ediyorum, 3 soru; birincisi “Niçin anayasa yapıyorsun”, ikincisi “Kim yapacak”, işte bu iktidar yapacak. Sayın Erdoğan bugüne kadar bize 4 defa “Anayasa yaptım, şimdi çok iyi olacak” dedi, en sonunda 2017’de “Öyle bir anayasa yapıyoruz ki muhteşem olacak” dedi, şimdi “Yapamadık” diyor. Peki, ailenin korunmasına ihtiyaç var mı?

MEDENİ KANUN ZATEN AİLEYİ KORUYOR


■ Cumhurbaşkanı bunu LGBTİ’ye bağlıyor, toplumun bir kesimi sırf kendi seçtiği yaşam tarzından dolayı hedef gösteriliyor, bunun o vatandaşlar için tehlike yaratacağı görülmüyor mu?

Toplantı yapmalarına izin verilmiyor, bir gösteri yürüyüşü yapalım dediklerinde polis alıyor, dövüyor. Gösteri sırasında bir taşkınlık filan yapıldığı için değil, “Sen yapamazsın” diye dövüyor. Şimdi, insanların ahlakını böyle düzelttiğini düşünen kaç tane ülke var? İşte ahlakı düzelttiğini düşünen “Ben ahlakı düzelteceğim, sen benim ahlakımda olacaksın” diyen İran’ı görüyoruz… Medeni Kanun’un 40’ıncı maddesi, 124’üncü maddesi, 134’üncü maddesi, 136’ıncı maddesi çok açık olarak evliliğin “bir kadın ve bir erkek arasında olacağını” söylüyor, çok açık şekilde. Şimdi, bazı ülkelerde hemcinslerin evliliğe benzer bir sözleşme yapmasına veya evlenmesine imkân tanındı ama Türkiye Cumhuriyeti’nin Medeni Kanun’un birçok maddesi çok net olarak bu söyledikleri “Eyvah geliyorlar, aileyi bozdular, bozacaklar” uydurmasını tamamıyla ortadan kaldırıyor.


‘KADINLAR ÇALIŞMASIN’ DİYENLER Mİ AİLEYİ KORUYACAK?


■ LGBTİ kastedilerek “Sapıklık, çarpık ilişkiler özendiriliyor, biz şimdiden önlem almazsak ilerde sıkıntı yaşarız” diyor, toplum kesimlerini karşı karşıya getirerek nasıl bir önlem alınabilir? Uzaya mı gönderecekler?

Özellikle şuna bakabiliriz; Sayın Cumhurbaşkanı bugüne kadar yaptığı bütün değişikliklerde mutlaka gerçekle alakası olmayan ama birlerinin gerçekmiş gibi söylediği şeyler üzerinden anayasa yaptı. Şimdi de “aileyi koruyacağım” diye bir anayasa yapacağını iddia ediyor, bugüne kadar iktidarın içinden veya onları destekleyen birçok kişiden “kadın gülmez, kadınları ortada görmek istemiyorum” benzeri lafları duyulmadı mı? Kendisi Teğmen Çelebi’nin eşine “Ne kariyeri, çocuk yapın” demedi mi? Kadınları çizdikleri kalıbın içine sokmak isteyen, kadınların çalışmasını, gülmesini bile kusur görenler aileyi, kadınları, gençleri nasıl koruyacaklar, kimden koruyacaklar? Bugün sadece kendisine oy verdiğini düşündüğü, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri var olan, Cumhuriyet karşıtı, İslami kurallarla yaşamak istediğini söyleyen bir kesime sesleniyor. Yoksa, Türkiye’nin tamamı için, Cumhuriyet’in anayasasını yapmak istese Anayasa 41’inci madde açık; “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar” diyor. Şimdi, daha ne yazar bir anayasa? AKP’ye “Bakın, siz de görün” demek mi lazım?

2017’DE DEĞİŞMEZ MADDELERİ DEĞİŞTİRMEK İSTEDİLER


■ Anayasa değişikliklerinin hazırlanıp seçim öncesi referanduma sunulma ihtimali de var. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ AKP’nin hazırladığı Anayasa taslağını “önerilerini almak için” muhalefet partilerine de götürdüklerini açıkladı. Sizce muhalefet partileri katılacak mı, bir referandum da olabilir mi?

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ “MHP desteğini ifade etti, zaten bizimle beraber, şimdi CHP ve diğer partileri ziyaret edip görüştük diyor. Sık sık tekrarlamak gerekiyor, anayasalar toplum sözleşmesidir, bir partinin hazırlayıp diğerlerini ziyaret etmesiyle yapılmaz, beraber yapılır. Toplum yapar, iktidar partileri toplum adına yapamaz. O yüzden anayasalar kanunlardan daha zor usullerle yapılır, bir parti yapsın diğerlerini ziyaret etsin diye değil. Yargı bağımsızlığı, devlet organları, temel hak ve özgürlükler, hepsi felaket, hepsi sorunlu. Dezenformasyon Yasası diye bir şey çıkardılar Anayasa’nın “temel hak ve özgürlüklerle ilgili” maddelerine açıkça aykırı. Anayasa “seçimler özgür, serbest olacak” diyor, buna rağmen getirdikleri son Seçim Yasası’yla seçimlerin eşit şartlarda olması hükmünü tamamıyla bozuyor. Özel TV’lerin “yayınlarında eşitliğe riayet etme” hükmünü kaldırıyor, cumhurbaşkanına sınırsız propaganda hakkı veriyor. Şimdi de “aileyi koruyacağız” diye kendisinin hazırladığı anayasayı parti ziyaretiyle yapmaya kalkıyor. Sonuçta “Ben ziyaret ettim, onlar da görüşlerini söylesinler” dese de, bugüne kadar 2010’da, 2017’de neye uydular, hangi yaptıklarını değiştirdiler, “çoğunluğumuz var” diyerek bütün değişiklikleri kendileri yaptılar, gece 8-9’da başladılar sabaha kadar madde madde geçirdiler. Bunlar toplum sözleşmesinin ne olduğunun aslında farkında ama bilerek, isteyerek Cumhuriyeti istediğimiz gibi şekillendiririz diyorlar.

2012’de Anayasa değişikliği masasında ben de vardım, AKP’nin 3 temsilcisi “İlk 4 maddeyi kaldıralım, değişmez maddelere gerek yok” dediler. Sonra Mustafa Şentop geldi, o da ısrar etti. “Bunu 5 general koydu” deyince ben “Bu 1982 Anayasası değil, değiştirilemez maddeler 1924 Anayasası’ndan beri var” dedim. O maddeler nedir; “Türkiye devleti bir cumhuriyettir, demokratik, laik, sosyal hukuk devletidir, dili Türkçedir, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, başkenti Ankara’dır” der, bayrağını, milli marşını belirtir, bunların hangisini değiştirmek istiyorlar, hangisi kendilerini rahatsız ediyor bunu söylemiyor.

PARLAMENTOYU ÇALIŞMAZ HALE GETİRDİ DESTEK BEKLİYOR!


■ AKP’nin Anayasa’da yaptığı değişiklikte  “ailenin korunması, başörtüsü” gibi konular öne çıkarıldığı için muhalefet partileri desteklemezse aleyhlerinde seçim propagandası olarak kullanılabilir, sizce bu durum onların kendilerini mecbur hissetmelerini sağlar mı?

İktidar parlamentoyu çalışmaz hale getirdi, muhalefet partilerini yok saydı, en basit araştırma önergelerini reddettiler, şimdi muhalefetten destek bekliyor, uzlaşmadan söz ediyor, “Gelin anayasayı beraber yapalım, sizi ziyaret edip söyleyelim” diyorlar. Tamamen kendi seçmenine “Bak ne kadar güçlü, istediğini muhalefet partilerine yaptırıyor” demek için siyasi bir taktikten ibaret.

Bekir Bozdağ “Aileyi kadın ve erkek kurar’ diye yazacağız” diyor. Peki, bu konuda bir tehlike mi var, Medeni Kanun’da zaten belirlenmiş olan bu durumu değiştirmek isteyen mi var, nereden çıktı, hangi partiler istedi bunu? Bu bir kandırmacadır.

Türkiye’de muhalefet partilerinin bir daha “Hayır dersek bize ‘aileyi korumuyor derler’, oy kaybederiz” diyerek iktidarın bu oyununa düşeceklerine artık ben ihtimal vermiyorum. Bakın, dokunulmazlıkların Anayasa’yla kaldırılması konusunda açık açık düştüler. Bir daha düşerlerse muhalefet, muhalefet olma görevini yapamıyor demektir. “Aileyi korumak bugüne kadar hiç aklımıza gelmemiş, ilk defa şimdi geldi, o yüzden 2023’te bir anayasa yapalım ve aileyi güzel koruyalım” diye bir anayasa yapıyorum desen Türk halkının ancak yüzde 10’u, 15’i “yapalım yapalım, aileyi korumadan bizim anayasamızı yok sayıyoruz, bakın eksikliğini çok çekiyoruz” der ancak. O yüzden “aileyi koruyacağız” diye anayasa yapmaya kalkanlara katılmadığı için hiç kimse oy kaybetmez ama AKP bugüne kadar kullandığı güçleri kullanmaya çalışır mı, çalışır tabii ancak bugüne kadar İstanbul seçimlerini, Ankara, İzmir, Mersin, Adana’yı alırken aynı güç Erdoğan da ve AKP iktidarında yok muydu, vardı. Medyanın yüzde 95’i günün 23.5 saati onları gösteriyordu. Muhalefeti terörist gibi gösterip soruşturmalar açılmıyor muydu, açılıyordu, ne oldu; iktidar birçok ilde seçimi kaybetti. O yüzden ben muhalefet partilerinin bu oyuna, bu tek taraflı halk oylamasına gireceklerini tahmin etmiyorum.

REFERANDUM OTORİTERLİĞİN ARACI OLABİLİR!


Benim doktora tezim “referandum” üzerineydi, referandum çok demokratik bir şeydir, halka oyunu sorarsınız ama bazı ülkelerde ve bazı rejimlerde, Türkiye’de 2007’den sonra olduğu gibi bunu öyle bir kullanırsınız ki; propagandası eşitsizdir, devlet bütün kurumlarıyla YSK’yı bile alet ederek öyle bir yer alır ki bir tarafta, bunun demokrasiyle uzaktan yakından alakası olmaz, tam tersine otoriter bir rejimin yerleştirilmesi için bir araç haline dönüşür. Türkiye’de 2007, 2010 Anayasa değişikliği referandumlarında Fethullah Gülen o zaman çok yakın arkadaşlarıydı, hatırlayın “Mezardan ölüleri bile kaldırın, her şeyi yapın” demişti, neticede o yapıldı. O günlerde kendilerine “liberal” diyenler, Osman Can’lar, televizyonlar onların üstüne kuruluyordu, tamamı “İlk defa sivil anayasa yapıyoruz, yaşasın” diyorlardı. 2017 referandumu demokratik hiçbir ülkede göremeyeceğiniz ölçüde antidemokratik koşullarda yapılmıştır, bütün televizyonların iktidara hizmet ettiği, akşamları da adına “açık oturum” denilen komedilerde katılan 6 kişinin 5’i iktidar adına konuşmuş, o bile yeterli olmamıştır ki bu Türk milleti için çok önemli bir göstergedir. Dünyanın başka bir ülkesinde olsa bu kadar eşitsiz bir ortamda genelde iktidarların lehine yüzde 65-70 gibi sonuçlar çıkar, Türkiye’de yüzde 48-49 çıkmıştır, o zaman da devreye YSK girmiş, onun yardımıyla atı alan Üsküdar’ı geçmiştir, hatırlayacaksınız. 10 yılda 3 defa inanılmaz eşitsiz referandumlar yapıldı, bir kez daha bunun tekrarlanmasına izin verilmemelidir.

ARTIK BU KADAR ÇUKURA DÜŞÜLMEZ!


■ Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye Yüzyılı konuşmasında “kutuplaştırma yerine bütünleştirme, tahakküm yerine özgürlük, inkar yerine kucaklama”dan söz etti. Eğer bir uzlaşma isteniyorsa, muhalefet partileri “Önce seçim yapılsın, kazanan parti diğer partilerle oturup gerekiyorsa Anayasa değişikliği yapsın, uzlaşalım” diyemez mi?

AKP daha önce yapılan ve sonucunun kötü olduğu açıkça bilinen referandumlarda “Ben şimdi size kötü bir Anayasa yapacağım, içinden çıkamayacaksınız” demedi, “Size harika bir anayasa hazırlıyorum bir daha tartışma olmayacak, demokrasi getiriyorum” dedi. Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Aileyi de kurtarıyorum, bakın insanlar nasıl hoşgörü içinde olacak, birbirini kucaklayacak” demesinin bana göre artık muhalefeti kandıran bir yönü olamaz. Bugüne kadar hep “sistem buna zorladı” diye düşünenler vardı ama şimdi aynı oyuna bir daha katılırsa, katılan partilere Türk toplumu nezdinde de “Artık bu kadar çukura düşülmez” denir. Kusura bakmayın, bir kere düşene “Yanlışlıkla düştü” denir, iki kere düşene “Ayıp ettiniz” denir, 3-4 defa düşene de “Kardeşim siz de çok çukura düşüyorsunuz” denir. Seçim deyince, artık özel televizyonlar ve tabii ki TRT istediğini yapacak, artık il seçim kurullarında “en kıdemli hakim” güvencesi yok, iktidarın onayladığı birinci derece olabilecek hakimler arasından sözde kurayla seçilecek, artık Cumhurbaşkanı isterse 24 saat propaganda yapar, şimdi bu demokratik bir seçim midir? Dolayısıyla, bu koşullarda yapılacak bir anayasa kabul edilemez.

MUHALEFET “ANAYASA HAKKINIZI 3 KEZ KULLANDINIZ, ARTIK BİZ SİZİNLE ANAYASA YAPMAYIZ” DEMELİ!


■ Acaba muhalefet partilerinin baştan “Biz artık sizin bu Anayasa değişikliklerinize katılmıyoruz” mu demesi daha doğru, yoksa “Seçim sonrasına bırakalım” demesi mi?

Eğer AKP zaten 330 oyu bulursa merak etmeyin hiç kimseye sormaz, o hazırlattığı anayasayı 2-3 günde Meclis’ten geçirir. Koca anayasayı nasıl yaptılar, Türk toplumu uyurken maddeleri gece oylatarak anayasa yaptı. Şaka değil, Türk toplumu uyurken yaptılar, dünyanın bir tek demokratik ülkesini veya yeni demokrasiye geçmiş ülkesini gösterin herkes uyurken anayasa yapmış olsun, yok böyle bir şey. Bence muhalefet çok net olarak şunu söylemeli; “Biz sizinle beraber anayasa yapmayız, hakkınızı 2007’de, 2010’da, 2017’de kullandınız, artık sizden doğru dürüst bir anayasa çıkması mümkün değildir, seçimlerde biz kazanırsak sizin gibi yapmayız, sisi de çağırırız merak etmeyin ama siz kazanırsanız zaten bizi çağırmadan anayasanızı yapacaksınız” demeli. Anayasa yapılacaksa ailede eşler arasında eşitlik gözeten, toplumda yaşam tarzı farklı kesimlerin dışlanmayacağı bir anayasa olmalıdır. Ama biz bu iktidar döneminde ne gördük; kadın ve erkek arasında eşitlik olamayacağını, kadının “erkeğin kaburgasından doğduğunu, kadının görevinin evde çocuk bakmak olduğunu” söylediler. Sayın Cumhurbaşkanı defalarca “Kusura bakmayın ama kadınla erkek eşit olamaz” dedi, dolayısıyla “aileyi koruyacağız” sözleri filan doğru değil, “Biz LGBTİ’ye karşı koruyoruz” diyorlar, zaten kanun açık, bugüne kadar biri “bu kanunu değiştirelim” demiş mi, bu yönde bir teklif veren var mı? Otoriter ve totaliter ülkeler bu yapılan gibi ayırımcılıklar ve baskılar üzerine kurulmuştur, oysa zaten aileler, insanlar kendilerini korurlar.

Yaptıkları dezenformasyon yasası bile toplumda kimi kimden koruduklarını çok açıklıkla gösteren bir kanundur, amaç toplumu korumak değil, toplumun kendi düşündükleri gibi olan kesimine hoş görünmektir. Bugüne kadar en tepeden Atatürk’e lanet okuyanları duymadık mı, Diyanet Başkanı açık açık lanet okudu, hiç “toplumu bunlardan da koruyalım” diyen herhangi bir savcı, bir siyasetçi, hakim gördünüz mü? Ama onun dışında Sayın Cumhurbaşkanı’na bir şey söyleyen herkese soruşturmalar açıldı, gece yarısı evleri basıldı. Dikkat edin, ana muhalefet partisi liderine yumruk attılar, kocaman kayalar attılar, ne oldu? Aynı şey kendi partilerine yapılsaydı ne olurdu? Dolayısıyla “toplum” diye bahsettikleri sadece kendileri gibi düşünenlerdir. “Ümmetimiz” diyorlar, ümmet nedir, sadece millet değildir din birliği içinde olan insanlardır, “Müslüman Türk milleti” diyor, Türk milletinin çoğunluğu Müslümandır ama içinde Müslümanlığı onlar gibi anlamayanlar da, Hristiyanlar, Yahudi, Protestan farklı gruplar vardır. Türk milletinin sadece Müslüman olanlarını anlıyorum diye bir algı dünyanın hiçbir medeni, demokratik ülkesinde yoktur.

KAFALARINDAKİ BAŞKA BİR AİLE DÜZENİ


■ Belki bu değişikliklerle o anlamda bir demokrasi tarifi getirilecektir, o henüz belli değil.

Zaten ben de o nedenle bu iktidarın artık demokratik, herkesi çevreleyen bir anayasa yapamayacağı ortadadır diyorum, bunu tartışmaya bile gerek yok. Bakın aileyi nasıl koruyacağız dediklerinde de bunun kesinlikle olamayacağını, kafalarındaki başka bir aile düzeninin kurulmasının geçerli olduğunu biliyoruz. Bir anayasa gündemde değil, geçen sene enflasyon başını almış giderken “hadi gelin bir anayasa yapalım” dedi, hatta MHP lideri de “Ben de bir anayasa yaptım” diye çıktı, kimse ciddiye almadı, şimdi seçimler yaklaşırken 2019 belediye seçimlerinde “size millet bahçesi yapıyorum” dediği gibi bunu ortaya çıkardı, söyleyecek bir şeyi kalmadı çünkü ne desin.

ANAYASA’YI DOLANMAYA ‘ERKEN SEÇİM’ DENEMEZ


■ Doğru Parti Genel Başkanı Sayın Rıfat Serdaroğlu yazılarında ülke çapında sandık güvenliğinin sağlanmasından ve muhalefet partilerinin Mayıs’ta yapılacak bir erken seçim için oy vermeyeceğini açıklaması gereğinden söz ediyor. Muhalefet bugüne kadar sık sık erken seçim çağrısı yaptı ama iktidar dinelemedi, şimdi gerçekten artık kabul etmemeleri mi lazım?

Erken seçim dediğiniz sadece Anayasa’yı hileli bir şekilde dolanmak için normal süresinden 1-2 ay önce yapılan seçime denemez, hukuken bir gün önce bile yapılsa hukuken erken seçim kabul edilir ama bu dediğim gibi Anayasa’yı dolanmak için yapılan bir şeydir. Erken seçim konusunda muhalefetin bütün takdir yetkisini iktidara vermesi iktidarı işine yarar, her zaman yaptığı gibi istediği zamanda, istediği her şeyi gerçekleştirdikten sonra seçim yapması ve muhalefetin açık çek vermesi makul değildir. Kaldı ki, şu anda AKP iktidarı kendisi için uygun görseydi erken seçime gidebilirdi ama gitmedi. Üstelik sürekli olarak bazı anket şirketleriyle “Yükseliyor, artık çok yükselmeye başladı, 40’ları buldu, 50’lere gidiyor” diye anket sonuçlarının çıkmasının da ben nedeninin tek olduğunu düşünüyorum; muhalefeti tarihini kendilerinin vereceği bir erken seçime mahkum etmek. Yani muhalefet, erken seçimi bunu önlemek için de isteyecektir diye düşünüyorlar. Cumhurbaşkanı’nın anayasal olarak 3’üncü defa seçilme şansının olmadığını ona da söylediler, kendisine en yakın hukukçulardan olan İzzet Özgenç de bunu açıkladı. Bunu aşmak için muhalefetin de birleşerek 5’te 3 çoğunlukla erken seçime gitmelerini sağlamaya yönlendirmek olduğunu düşünüyorum.

ERDOĞAN’IN ÇARESİ YOK, MUHALEFET ŞARTLARI BELİRLEMELİ


Böyle bir durumda da Rıfat Serdaroğlu’nun görüşüne yüzde yüz katılıyorum. Ayrıca muhalefet daha önce de seçim sandıklarına hakim olduğunu söylemişti sonra 10 bin sandıkta sandık görevlimiz yoktu dediler, şimdi de duyuyoruz, eğer bir erken seçime gitmeyi uygun görüyorlarsa o zaman Sayın Erdoğan’ın buna mecbur olduğunu, aday olabilmek için bundan başka hukuki çaresinin olmadığını bilerek ona göre davranmaları, onun belirlediği ve bugüne kadar uyguladığı koşullarda değil, gerçek demokrasinin, gerçek seçim hukukunun gerektirdiği şekilde yapılması şartını ortaya koymalılar. Seçim kararı almak için önce yasalarda mevzuatın değiştirilmesi ve seçim yasasında son yapılan değişikliklerin kaldırılması gerekir.