Türkiye’nin en deneyimli ekonomisti Prof. Dr. Altuğ, Bakan Nebati’nin sözlerini değerlendirdi...


Hazine Bakanı Nebati’nin kamuoyunun da iktisatçıların da çözemediği konuşmasını yorumlayan Osman Altuğ, “Katılanlar bu anlatılanları anlamış mı anlamamış mı? Hiç soru soran olmuş mu” ifadesini kullandı


Türkiye Merkez Bankası’nın düşük faiz politikasını sürdürmesine, bu nedenle enflasyonun –hayat pahalılığının- artıp TL’nin dolar karşısında hızla değer kaybetmeyi sürdürmesine ülkenin en büyük sanayicileri, en zengin şirket sahipleri de itiraz ediyor. Onlar ediyorsa halk nasıl etmesin, dar gelirli kesim nasıl yaşasın? Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Maliye Bakanı da uyguladıkları ve dünyada da benzeri olmayan bu ekonomi modelini çok beğenmeye devam ediyorlar. Erdoğan “Enflasyonu hızla düşürme kabiliyetine sahibiz” diyor, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati ise İstanbul’da yapılan, yerli ve yabancı iktisatçıların katıldığı bir ekonomi zirvesinde öyle bir konuşma yaptı ki o saatten başlayarak birçok kişi bilmece çözer gibi konuşmayı çözmeye çalıştı, sosyal medyada çok sayıda eğlenceli mesaj üretildi. Bu anlaşılmaz konuşmayı tam olarak çözmek ve diğer sorularımı da tartışmak üzere Türkiye’nin en deneyimli (tam 54 yıl) ve esprili ekonomistlerinden biri olan, eski Başbakanlık Başdanışmanı Prof. Dr. Osman Altuğ’la konuştum.

Prof. Dr. Osman Altuğ 1983-1996 yılları arasında çeşitli bakanlıklarda bakan ve başbakan danışmanlığı, 1996-97 döneminde Ekonomiden Sorumlu Başbakanlık Başdanışmanlığı görevlerinde bulunmuştur. Merkez Bankacılığı konusunda uzman bir isim olan Prof. Altuğ 1991-2012 yıllarında Marmara Üniversitesi Muhasebe-Finansman Anabilim Dalı Başkanlığı görevi yapmış, 2002 yılında Eko Vitrin Dergisi tarafından “Yılın İktisatçısı” seçilmiştir.


“BAKAN NEBATİ’NİN KONUŞMASINI ANLAYANLAR, ANLAMAYANLARA ANLATSIN!”

Sayın Altuğ, Bakan Nebati’nin “Neo klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heteredoks yaklaşım, günümüzde giderek ön plana çıkan davranışsal ekonomi ve nöro ekonomiyle daha fazla önem kazanmaktadır” ifadesini kimse anlamadı. Konuşmasını tercüme etmeye kalkanlar oldu ama tam olarak anlaşılmış değil, devlette çok önemli görevler üstlenmiş 54 yıllık bir ekonomist olarak siz çözebildiniz mi efendim?

Şimdi, Hazine ve Maliye Bakanı bu konuşmayı nerede yapmış ve kimlere karşı yapmış evvela bunu tespit etmek lazım, kimler katılmış bu toplantıya?

“Yerli ve farklı ülkelerden iktisatçılar” katılmış.

Sayın Hazine ve Maliye Bakanı’mız da o katılanlara engin bir iktisat bilgisine sahip olduğunu ve onlardan birisi olduğunu ve iktisadın teorik yanına da son derece hakim olduğunu göstermek veya öyle bir algı yaratmak için böyle bir konuşma yapmış. İlk okuduğumda düşündüğüm bu; ne kadar büyük bir iktisatçı olduğunu, klasik iktisadı da bildiğini, davranışsal iktisadı da, neo klasik iktisadı da bildiğini yani iktisat konusunda derin bir bilgi birikimine sahip olduğunu onlara anlatmak için konuşmuş. İkincisi, bu toplantıya katılanlara “iktisatçı” diyorlar değil mi, ne iktisatçısıymış bunlar, kimlermiş belli değil. İktisadın çok muhtelif kolları vardır, mesela; iktisat felsefesi bunlardan biridir, iktisat teorisi veya iktisat politikası bunlardan biridir, bu katılanlar acaba bu dallardan hangisinde uzman biliniyor mu, bilinmiyor. İktisat felsefesi konuşuyor, bu konuda eğitim almamış, uzman olmayan normal iktisatçılar bile anlamaz, halk nasıl anlasın?

Katılanlar bu konularda Sayın Bakan’a herhangi bir soru sormuşlar mı? Katılanlar bu anlatılanı anlamış mı, anlamamış mı? Bu soruların cevaplandırılması gerekir. Sayın Bakan “Hazine ve Maliye Bakanı” sıfatıyla en azından Bakanlıkta bir iç hizmet dökümanı olarak mesela “100 Soruda İktisat” diye bir el kitabı-kılavuz hazırlatmış mı? Yani bu söylediklerinin tanımları var mı? Heterodoks diyor, nöro ekonomi diyor, yani kavram kargaşası yaratıp zihin bulanıklığına, bilgi kirliliğine neden oluyor, olay bu.

İktisada bu kadar hakim olduğuna göre personelinin de daha fazla hakim olması için bu beyan ettiği ve iktisadi olduğunu iddia ettiği terimlerin açıklamalarını ve nerelerden kaynaklandığını, belli bilimsel eserlere atıf yapmak suretiyle önce bir anlatacak. Önce dinleyenler bilecek ki ona göre konuşma hakkında beyanda bulunacak. Böyle bir doküman var mı? Sayın Bakanın bu kadar engin iktisat bilgisini hepimizle paylaşması gerekir ve bu konularda en azından bir kitapçık, makale neşrini düşünür mü, bunları açıklığa kavuşturmak lazım, insan bilmediği bir konuda en azından susar.

“Neoklasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik kopuş” ne demek?

Epistemoloji; felsefenin etik, mantık ve metafizikle birlikte 4 ana dalından biridir. Epistomolojide bilginin felsefi analizi yapılır, bilgiyle ilgilenen bir felsefe dalıdır. Demek ki bunu anlamak için felsefe bilmek lazım ve iktisat felsefesi alanında uzman olmak lazım. Bilginin olabilirliğini sorgulayan felsefi şüphecilik, yani verilerden şüpheleneceksin. İlan edilen ekonomik verilerden şüpheleneceksin, hep söylerim; Türkiye ekonomisi kayıt dışı ekonomidir, hiçbir gösterge gerçeği yansıtmaz. O zaman bu bilinmeyen noktalarla hareket edilemez.

Bir klasik iktisatçılar var, bir de neoklasikler var, neoklasik iktisatçılar -hayatında isimlerini bile duymamıştır- Cambridge Üniversitesi’nden Alfred Marshall mesela (1890’da Ekonominin İlkeleri kitabının yazarı), Leon Walras, Carl Menger var, bu neoklasikler diyor ki “Tüketicilerin ekonomiyi değerlendirmesi teknolojik bilgi, sosyal alışkanlıklar ve kaynakların kıtlığı olaylarının birlikte değerlendirilmesiyle oluşur”.

Bakan Nebati, Türkiye’nin kafasını karıştırdı.


“BİZ PARA BASIYORUZ AMA HETERODOKS YAKLAŞIMDAYIZ MERAK ETMEYİN ENFLASYON OLMAZ” DİYOR.

Şimdi bu epistemolojik kopuşu kim yapıyor, kendileri mi neoklasik ekonomiden kopmuşlar, nedir? Bir de “heterodoks yaklaşım” kısmı var bu kopuşun…

(Gülüyor) Kendilerinin bir şeyden kopması için o işin içinde olmaları lazım. İçinde değil ki nereden kopacak. Heteredoks “bir şeye farklı bakma” demektir, heterodoks yaklaşım; genel kabul görmüş bir olaya farklı bakmak demek, yani “biz farklı bakıyoruz” diyor. Bunun anlamı mesela; Fisher Teorisi “Bir ülkede para miktarı ne kadar çok artarsa enflasyon o kadar artar” der, bunlar farklı bakıyormuş, para miktarı arttıkça enflasyon olmazmış.

Devamlı para basıyoruz ama zararı yok demek midir?

Evet, biz para basarız ama merak etmeyin enflasyon olmaz, heterodoks yaklaşımdayız diyor. Oysa enflasyonun temel nedeni piyasadaki para miktarının üretim miktarının çok çok üstünde olmasıdır.

Ve “bizim bu yaklaşımımız, günümüzde giderek ön plana çıkan davranışsal ekonomi ve nöro ekonomiyle daha fazla önem kazanmaktadır” diyor.

Ne kadar çok para basarsan o ülkede enflasyon o kadar artar, iktidar seçim ekonomisi uyguluyor ve devamlı para basıyor. “Biz davranışsal ekonomi uyguluyoruz” diyor, tüketicinin davranışlarına, tercihlerine dayalı olarak yaptıklarını söylüyor.

Yani “bizim yaptığımızı tüketici istiyor” mu diyor?

Tabii, çünkü ne yapıyor; para basıyor, bir. İki; gayrimenkul, “hepinize ev vereceğim” diyor, kamu arsalarını, arazilerini filan devreye sokuyor. Ben bu projelere başlıyorum, beni tekrar iktidar yapmazsanız yararlanamazsınız diyor. Yani önce oltayı atıyor balıkların önüne, iktidarım devam ederse kazanırsınız, yoksa kaybedersiniz, bu projeler uygulanmaz” diyor.

Peki, nöro ekonomi nedir? Sinirlerimizi bozan ekonomi demek mi bu?

Siz nörolojiden bağlantı kuruyorsunuz (gülüyor), nöro ekonomi “ekonomik ortamlarda insan kararlarının biyolojik temellerini anlamak için yapılan çalışmalardır, insan beyninin bilgiyi nasıl işlediğini ve ekonomik kararlarını nasıl aldıklarını inceleyen bir disiplin olarak tanımlanır. Yani, beyinlerin incelenmesi gerekiyor.

Herkes cüzdanının derdine düşmüşken beyin incelemeden mi söz ediliyor?

Burada beyin Sayın Bakan’ın gözleri mesela. Sonuç olarak Sayın Nebati konuşmasında, hitap ettiği kesime; olağanüstü bilgiye sahip olduğunu, Türkiye’de uygulanan bir ekonomik sistem olduğunu ve bu sistemin daha önce hiç yapılmamış bir uygulama olduğunu, bu sistemin şimdi daha fazla önem kazandığını söylüyor ve enflasyonun artmasında faizi esas alıyor. Peki ücretlerin artması? Bu enflasyona sebep olmaz, elektrik fiyatlarının artması sebep olmaz, doğalgaz fiyatlarının artması enflasyona sebep olmaz, güzel değil mi?

YAPTIRIM DEDİKLERİ “DIŞ BORÇ FAİZLERİNİN YÜKSELTİLMESİ” İSE BORÇ ALMASINLAR!

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Yaptırımlar bizi bu modele mecbur bıraktı, ülkemize karşı girişilen haksız hukuksuz, adaletsiz siyasi yaptırımlar bizi bu yolu aramaya mecbur bırakmıştır” dedi. Bu konudaki yorumunuz nedir?

Onları bir açıklasın da öğrenelim, Türkiye’ye uygulanan bu yaptırımlar nelermiş. Bu yaptırımlar varsa ithalat yapamazsın mesela ama şıkır şıkır yapıyorsun, bu ne biçim yaptırım? “Uçaklarımızı vermediler” iyi vermediler, ne kadar; 2,5 milyar dolar, 5 milyar dolar. Türkiye’ye karşı –onların tabiriyle- dış güçlerin yaptığı yaptırımlar neler? Ve bu yaptırımlara karşı koymak için bu ekonomik sistemlerini uyguluyorlarmış, herhalde “dış borç faizlerinin yükseltilmesini” yaptırım olarak nitelendiriyor, e alma arkadaş o zaman, borç alma. Başka bir yaptırım yok. Peki dış borç faizlerini bu hale getiren kim, sensin. Aldın paraları, borç olarak aldığın dövizleri yedin, tüketimde kullandın. Araba getirdin, benzin aldın, yedek parça aldın vs. Başka? Yap-İşlet-Devret hikayesinde yol geçiş garantilerini ödedin, ödemeye de devam ediyorsun. Yani bunlar yaptırım mı, hayır, bunlar senin yaptığın sözleşmelerden kaynaklanan olaylar. Türkiye’ye ne yaptırımlar uygulanıyor, ben bunu bilmiyorum, ciddi söylüyorum bilmiyorum.

Cumhurbaşkanı “Biz kendi özgün ekonomik modelimizi oluşturduk ama bunu yaparken iktisat teorilerinin önümüze serdiği birikimden kopmadık ama küresel sıkıntılardan etkilenenlere bunları anlatamadık” diyor.

Doğru, çok üzgünler, ağlıyorlar zaten. Onun için seçim ekonomisi uyguluyorlar, aslanlar gibi para basıyorlar. İkincisi mesela ücretlere zam yapıyor, asgari ücrete zam yaptı değil mi? Bir yandan asgari ücretteki artışla işçinin, memurun geliri artıyor, öbür tarafta enflasyon dolayısıyla giderler artıyor. “Dar gelirliyi ezdirmeyeceğiz” diyor, sonra da getiriyor “faiz sebep, enflasyon sonuç” diyor, oraya bağlıyor. Buna “maliyet enflasyonu” denir, yani ücretleri artırdığınız zaman üretimde işçilik maliyetleri artar, dolayısıyla üretime yansır, fiyatlar artar.

Asgari ücret artmasın mı?

Asgari ücreti artırıyor, sonra enflasyonla elinden alıyor. Fiyatlar düşmedikçe enflasyon azalmaz, fiyatların düşmesi için de sizin üretimi artırmanız lazım. İş alanlarını, fabrika yatırımlarını arttırmanız lazım ki üretim artsın, üretim artınca daha az tüketirsen tasarruf etmiş olursun, dolayısıyla enflasyona mani olmanın en önemli nedeni tüketimi arttırmaktan değil, üretimi arttırmaktan geçer. Asgari ücreti arttırdınız, tamam eyvallah, asgari ücrete kaç lira zam verdiniz; yüzde 50, fiyatlar ne kadar arttı; yüzde 80, asgari ücretli şimdi içerde mi, yüzde 30 içerde. O asgari ücretteki artış maliyetlere yansıdı, maliyet enflasyonu oldu, fiyatlar arttı, satış fiyatları artınca tekrar ücretleri arttırdın, buna “endeks sarmalı” denir.

VATANDAŞI DEĞİL, BANKALARI DESTEKLİYORLAR, BUNA “KENDİ ÇALIP KENDİ OYNUYOR” DENİR!

Bütün ülkeler faiz arttırırken Türkiye Merkez Bankası’nın hala Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ısrarıyla düşük faizde devam etmesi bundan sonra nasıl bir durum yaratacak?

Kendileri çalıp kendileri oynuyorlar. Politika faizini indirmesi, artırması önemli değil, piyasada tüketici sıfatıyla bankaya gidin, ister “araba kredisi alacağım” deyin, ister “konut kredisi” veya “çiftçi kredisi alacağım” deyin, bakalım yüzde kaçtan alabiliyorsunuz. Veya kredi kartına ne kadar faiz uygulanıyor? Merkez Bankası’nın faiziyle bu faizler arasında hiçbir bağlantı yok. Onların amacı; bankalara düşük oranda faizle para verecekler, politika faizinin anlamı bu. Bankalar da düşük oranla aldıkları faizle tüketiciye veya üreticiye kredi açacak. Böylece kimi desteklemiş olduklarını düşünüyorlar, sanayiciyi, çiftçiyi, tarımı. Ama fiiliyatta böyle bir durum yok, onun için buna “kendi çalıp, kendi oynuyor” derler.

DEVLETİN MALINI MÜLKÜNÜ ÖZELLEŞTİRME ADI ALTINDA SATIYORLAR!

Devamlı olarak en turistik illerdeki en değerli arazileri gerekirse SİT alanı olmaktan çıkarıp “özelleştirme” adı altında satıyorlar. Pamukkale ve Bodrum Bitez’de arazileri 1’inci derece SİT olmaktan bile çıkardılar. Bunu neden yapıyorlar?

Batan geminin malları. Önce şeker fabrikaları, tank palet fabrikası gibi büyük balıkları sattılar, şimdi sıra daha küçük balıklara geldi. Askeri bölgeleri, turistik alanları imara açıyor, özelleştiriyorlar. Belediyeler imar vermezse Turizm Bakanlığı’ndan alıyorlar. Bir adamın borcu varsa evini satar, öyle öder değil mi? Burada da devletin malını mülkünü özelleştirme adı altında satıyor. İmara açmalı ki talip çıksın, tabii en kıymetli arsaları, arazileri satışa çıkaracak ki alıcı bulsun. Bizim Yozgat’taki arsaları satışa çıkarsa alıcı bulabilir mi?

Bodrum Bitez’deki araziler satış için sit alanı statüsünden çıkarıldı.


HALK TEPKİ VERİRSE GERİ ADIM ATILIYOR!

Bunun bir yaptırımı yok mu, hükümetler bu kadar özgür müdür bu konuda? Bugüne kadar değerli alanların bu kadar hızlı ve yaygın şekilde özelleştirilmesini, hele de 1’inci derece sit alanı olan, koruma altında ve yapılaşmaya izin verilmeyen arazilerin statüsünü değiştirerek satılmasını görmemiştik. Seçime kadar değerli arazi kalmayacak.

Bugüne kadar nadiren yapılan özelleştirmeler, rant getiriyorsa artık günlük olay haline geldi. Tabii sen millet olarak bunlara vekalet vermişsin, etik kurallara ve yasalara uyulması lazım, halk susmamalı. Onlara ulaşacak yayınlar kısıtlı, halk çoğunu duymuyor, bilmiyor, tepki olmayınca da ipin ucu kaçıyor. Güçlü tepki gelen olaylarda geri adım atıldığını gördük, sivil toplum kuruluşları, itiraz eden siyasi partiler, belediye başkanları da katılmalı, toplu itirazlar etkili ve arkası kesilmeden ortaya konmalı ve medya yoluyla vatandaşlara duyurulmalıdır. Adamlar sahillere otel yapıyor, daire daire tapu vererek apart otel haline getiriyor, bunları izleyen, müdahale eden kimse yok, rant olunca sessiz sedasız yürütüyorlar.

Yaptırıma gelince; özelleştirilen yerler uygun olmayan şekilde alınmışsa, yüzde yüz yasalara aykırıysa geri alınabilir. Maliye Bakanlığı Hazine’ye ait yerleri satıyor, örneğin bunlar arasında tescilli tarihi yerler varsa (tarihi eser yıkılmış bile olsa yerine aynısı yapılmalıdır) 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na göre Maliye Bakanlığı’nın Kültür Bakanlığı’ndan izin alması gerekir, bu çok önemli bir kanundur, zaman aşımına da tabi değildir ve sit alanları ile tarihi yerler buna dahildir. Yasalara aykırı verilmiş tüm izinler iptal edilebilir.

Bir İngiliz gazeteci “TL’nin yarı yarıya değer kaybetmesine, enflasyonun yüzde 80’i geçmesine rağmen çok özgün ve çılgınca bir politika izleyen Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan koltuğunu bırakmadı” diye başlayan bir yazı yazmış. Yabancı medya ve ekonomistler bu politikayı “özgün ve çılgınca” diye değerlendiriyor, seçime kadar bu ekonomik politika iktidara zarar vermeyecek mi?

Bu iktidar seçim ekonomisi uygulamalarıyla insanları mutlu etme, vaatle kendisine bağlılığa davet etme yoluna gidecek; “Bak ben gidersem kimse size konut kredisi vermez, avantadan hepinize ev vermek istiyorum, asgari ücreti arttırıyorum, EYT’yi de çözüyorum, gidersem yeni gelenler bunları yapmazlar” diyecek. Adı üstünde, politika “izlenen yol” demektir.

Para basarak yapar, yeni fiyatlar, canın sıkılırsa “sıfır atarsın olur biter” anlayışı içerisindeler. Türkiye’de Demokrat Parti’nin gidişi yüzde 300 devalüasyon yapmasından kaynaklandı, dolar 3 liradan 10 senede 9 liraya çıktı, 3 katıydı, bunlar 20 senede doları 1 liradan 20 liraya çıkardı, 20 katı. Hiç merak etmeyin dolar şu anda 18,50, git Almanya’da 100 TL ver, sana kaç Euro veriyorlar ona bak, esas kur odur. Önce bak bakalım 100TL’yi alıyor mu, ne kadar veriyor, olay budur. Enflasyonla mücadele yok ama millete mavi boncuk dağıtarak enflasyonu önleme yöntemi, mavi boncuk kimdeyse benim gönlüm ondadır diye şarkımız var biliyorsunuz. Türkiye’nin ekonomisinin özetini ben hep şöyle yaparım; üç kağıt ekonomisi, döviz-faiz-borsa. Üretim yanı miktardır, kilodur, adettir ve paranın değerini de ülkenin üretim gücü belirler, Merkez Bankası veya Nebati belirleyemez. Asgari ücreti arttırdıkça maliyetler artar, enflasyon artar, asgari ücreti tekrar arttırmak zorunda kalır, bu şekilde halkın rahatlaması mümkün değildir. Zam yapılınca elektriği, suyu arttıracaklar, petrol fiyatları artacak, ne anladık? “Kimseyi ezdirmedik” mi olacak bu durumda?