Haberi Odatv” de izledim.

Doğukan Tüfeksever kamerayı geleceklerini yurt dışında (Avusturya-Viyana) arayan gençlere yöneltmiş soruyor:

“Yurt dışına gitmeye neden karar verdiniz?..”

Konuşanların hepsi “ne istediğini bilen” iyi eğitim almış gençler. Kimi liyakatsizliğin egemenliğinden yakınıyor, kimi ise ekonominin içinde bulunduğu krizden ve aldığı paranın yetersizliğinden.

En çarpıcı yanıt 23 yaşındaki bir genç kızdan geliyor:

“Kadına yönelik şiddetin her geçen gün artmasından, ifade özgürlüğünün yetersizliğinden çok ürküyordum. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, benim için bardağı taşıran son damla oldu. O gün gitmeye karar verdim!..”

★★★

Bu düşüncede olan çok gencimiz var. Nasıl olmasın ki?

Daha geçen gün 16 yaşındaki Sıla Şentürk, tartıştığı eski nişanlısı Can Gökçek tarafından boğazı kesilerek öldürülmedi mi?

Böylece kadın cinayetleri, çocuk cinayetlerine dönüşmedi mi?

Bakın, kendisi de bir anne olan değerli okurum- yazar Türkan Şanverdi Avcı, 16 yaşına dönerek bu cinayeti nasıl yorumluyor:

★★★

“Bu sadece kadın cinayeti değil, çocuk cinayeti...

Yaşadıklarımız yalnızca kadına şiddet değil, çocuklarımıza geleceğimize alçakça göz dikilmesi...

Bugün 16 yaşımdayken yazdığım günlüğümü okudum, lise öğrencisiyken.

Bundan neredeyse 30 yıl önce, olması gerektiği gibi ‘genç’ dertlerimiz varmış bizim.

Ders çalışmakmış mesela en büyük derdimiz.

Sınavları geçmek, iyi bir üniversite kazanmak.

Annemiz babamız ne sinir olurmuş bazen hiç anlamazmış bizi.

Denize gidermişiz tatillerde, güneş çarparmış ya da fazla yanarmışız.

Anneanne sofrası, babaanne sobası varmış.

Bayram harçlığı biriktirirmişiz.

Uzaktan uzağa hoşlanırmışız birinden, kıskanırmışız gizliden.

Bir gün küs, bir gün barışık arkadaşlıklarımız varmış.

Yeni biri gelmesin hele okula, aman ne heyecan! Hangi okuldan, hangi şehirden geldi, kafa dengi mi yoksa uyuz biri mi yeter bize.

Hiç bilmem ben, hangi ırktan hangi dinden diye merak ettiğimizi. Belki büyüklerde vardır o zaman da ayrımcılık ama biz çocukların gençlerin hayatında yer eden bir özellik değilmiş demek ki.

Konsere, tiyatroya, okul gezisine gidermişiz, bazen paramız çıkışmaz istediğimiz maça bilet alamazmışız.

Bahar gelince okulu kırarmışız. Avara avare gezermişiz sokakta ya da bir pastanede oturup lak lak edermişiz.

Doğum günü, yılbaşı kutlamaları için planlar yaparmışız.

Hayal kurarmışız...

Ben mesela bir radyoya başvurmuşum 93’te, kabul de edilmişim. Ama aynı yıl tüm özel radyoların kapatılmasıyla başlamadan bitmiş o ilk ‘gerçekçi’ hayalim. Olsunmuş, kabul edilmişim ya.

16 yaşında bir çocuğun saçma sapan, sıradan dertleri olmalı.

Gelecek kaygısı, zorla evlendirilmeler, tecavüz, şiddet, cinayet değil...

Yeter artık ya...

Çekin çocukların, gençlerin üzerinden kirli ellerinizi...

Yok etmeyin hayallerini...”

★★★

Türkan Şanverdi Avcı’nın anlamlı satırlarını okurken Tarkan’ın muhteşem şarkısının sözleri kulağımda çınlıyor.

Tarkan, umudunu yitirmeyenlere sesleniyor:

“Geççek geççek elbette bu da geççek

Gör bak umudun gününü gün etçek...”