Ergenekoncuların aslında Agarta diye bir tarikata mensup olduğunu, bu tarikatı kuranların milattan önce 9000 yılında Atlas Okyanusu’nda batan Atlantis’ten karaya çıktıklarını, yürüye yürüye Asya’ya gelip, Tiyenşan Dağları’nın mağaralarına yerleştiklerini, yeraltı tünelleri kazıp, yeraltı şehirleri kurduklarını anlattılar, 1930 yılında Menemen’de Kubilay’ın kafasını kesenlerin aslında Ergenekoncu olduğunu anlattılar, turşu tarifini, yoğurt broşürünü, Zeki Müren kasetlerini, Mozart albümünü delil kabul ettiler, Temel Reis’i Garfield’i Kırmızı Başlıklı Kız’ı Hitit kralı Şuppiluliuma’yı şüpheli şahıs gibi dava dosyasına koydular, süs eşyasını el bombasıymış gibi kaydettiler, Atatürk rozeti takan Alman teknik direktör Daum’un Ergenekoncu olduğunu iddia ettiler, Ergenekoncuların nükleer, biyolojik ve kimyasal silah üretmeye çalıştığını yazdılar, neticede, müebbet hapisler verdiler, 20’şer yıl 34’er yıl hapisler verdiler.



Fatih Camisi bombalanacaktı dediler, Beyazıt Camisi bombalanacaktı dediler, cuma namazında gerçekleştirilecek olan bu saldırılarla “Allahınız bile sizi kurtaramaz” psikolojisi oluşturacaklardı dediler, sakallı-cübbeli tahrik timleri devreye sokulacak, camilerden çıkan vatandaşlar provoke edilecek, askeri müzeye saldırılacaktı dediler, Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı hapishane olarak kullanılacak, tutuklanan vatandaşlar esir kampı gibi buraya kapatılacaktı dediler, sokaktaki insanlara ateş açılacak, olaylar çığrından çıkmış gibi gösterilecek, sıkıyönetim ilan edilecekti dediler, Ege Denizi’nde taciz uçuşları yapılacak, kendi uçaklarımızla kendi uçağımız vurulacak, Yunanistan vurmuş gibi gösterilecekti dediler, Bülent Arınç’a suikast yapılacaktı, tetikçi subaylar suçüstü yakalandı, hükümete yönelik suikastlar Seferberlik Tetkik Kurulu’nda organize edildi, vatana ihanet belgeleri Kozmik Oda’da saklanıyor dediler, neticede, müebbet hapisler verdiler, 16’şar yıl 20’şer yıl hapisler verdiler.



Ayakkabı kutularına istiflenmiş dolar balyaları, yatak odalarına dizilmiş büyük boy kasalar, para sayma makineleri, bakanlarımıza takılan 250 bin euroluk Patek Philippe kol saatleri fışkırdı... İnsanların günah işleme özgürlüğüne müdahale ediliyor, Allah’ın hududuna müdahale ediliyor dediler, yolsuzluk başka şeydir, hırsızlık başka şeydir, yolsuzluk hırsızlık değildir, yolsuzluğa hırsızlık demek İslam hukukuna göre yalandır, dinen iftiradır diye fetvalar verdiler, 17/25 Aralık’ı soruşturmak için Tbmm’de güya yolsuzluk komisyonu kuruldu, delil yok dediler, hepsi algı operasyonu dediler, akıl baliğ temiz kudrete sahip her insan burada kurgu olduğunu görür dediler, ortada suç yok dediler, eğer suç varsa bile bu suçun önlenmemiş olması dikkat çekicidir, bakanlara gönderilen ve rüşvet olduğu öne sürülen paralara müdahale edilmemiş olması manidardır dediler, bakanlarımızın her şeyi kabul ettiklerini varsaysak bile, suç işlediklerine dair makul şüphe oluşmadı dediler, neticede, bakanlarımızı pirüpak akladılar, bakanlarımızın suç işlediklerine dair kanaat hasıl olmamıştır kararı verdiler, ayakkabı kutularına istiflenen dolar balyalarını faiziyle birlikte geri ödediler.



“Zekat hırsızlarını koruma altına alan bir güç var, ben bu güce ‘hırsızların imparatoru’ diyorum, hem altında yeralan figüranlarını koruyor, hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor, Anayasa’ya göre hukuki zeminde çalışması gereken tüm kurumları kontrol altında tutuyor, soruşturma savcılarını görevden aldırıyor, delilleri yok ediyor, zekat hırsızlarını kamuoyuna masum maskesiyle pompalıyor, her şey apaçık ortada, hani halk arasında tabir vardır, arife tarif gerekmez, damda gezer miyav der, gün gelecek, hırsızlar imparatoru da adil yargılanmaya, hakkaniyete ihtiyaç duyacak, o gün geldiğinde, adalet kavramı hakkında söylediklerimiz çok daha iyi anlaşılacak” diyen Deniz Feneri savcılarını “sanık” yaptılar, sanıklarını “tanık” yaptılar... Deniz Feneri davası dünya hukuk tarihinde sanıklardan önce savcıların yargılandığı ilk ve tek dava oldu.



“Başörtülü bacıma saldırdılar” dediler.

“Kamera görüntüleri elimizde” dediler.

“Mobese görüntülerini yayınlayacağız” dediler.

“Erkek şahısların üstü çıplaktı, kafalarında siyah bantlar vardı, kenara, duvar dibine çekildim, tişörtünde Che Guevara resmi bulunan bayan şahıs ani şekilde başörtümü tutarak yukarıya doğru kaldırdı, ‘Tayyip’in o...sunu buldum beyler, gelin s...in’ diye bağırmaya başladı, kızımın bebek arabasını tuttuğum için kaçamadım, erkek bir şahıs sol yanağıma tokat attı, sırtüstü yere düştüm, kalabalık grup etrafımı sardı, tükürmeye, tekmelemeye başladılar, beni tekmelerken ‘eşarplı kaltak, devrim yapacağız, kökünüzü kazıyacağız, hayvan kaltak’ şeklinde yüksek sesle hakaret ettiler, şişman yapılı, etli geniş burunlu biri bebek arabasını sallıyordu, arabanın içindeki kızım aşağı yukarı zıplıyordu, üç dört kişi benim üzerime idrarlarını yaptılar, bir kadın ‘başörtüsüne işeyin, başörtüsüne işeyin’ diye bağırıyordu, etrafımdaki şahıslar bana tekme atmaya devam ediyordu, tam bu esnada bir şahıs, başıma doğru erkeklik organıyla sürtünmeye başladı, başka bir şahıs benim arkama geçerek cinsel bölgesiyle sürtünüyordu, vücudumun değişik yerlerinden cinsel saldırıda bulunanlar vardı, emekleyerek kaçmaya çalıştım, başaramadım, ‘İnönü stadında araba yakıyoruz’ diye bağırma sesi duydum, etrafımdaki şahıslar dağıldılar, İnönü stadyumuna doğru yürümeye başladılar, yerden kalktım, bebek arabasının yanına gittim, altı aylık kızım ağlıyordu, sol ayak diz altında sıyrık vardı, kanamıştı, sol kolunda morluk vardı, bana cinsel saldırıda bulunan şahısların arkasından baktığımda, iki şahsın ellerinde bira şişesi olduğunu, bira şişelerini karşılıklı tokuşturduktan sonra içtiklerini, kahkahalar atarak güldüklerini gördüm, evime geldim, temizlenme hissiyle duşa girdim, bacaklarımda morluklar vardı, yaşadığım korku neticesinde bebeğimi emziremedim, sütüm kesildi” dediler.

“Biz o görüntüleri izledik” diyen gazeteciler oldu bu ülkede.

Neticede, yalanla dolanla eğdiler büktüler, Gezi davasında da müebbet verdiler, 18’er yıl hapisler verdiler.



Ve bakıyoruz, hâlâ...

Hukuksuz karar verildi filan deniyor.

Hukuklu karar verildi mi hiç?