Toplumsal sözleşmelerin olmadığı dönemlere ‘doğa durumu’ denilir; henüz devlet yoktur ve uygarlıklar kurulmamıştır. Toplumsal sözleşme kuramının önemli isimlerinden biri olan İngiliz filozof Thomas Hobbes, insanın doğa durumunu dikkate alır ve doğa yasalarında insanlar arası barışı sağlayacak yaptırım gücü olmadığından, barışı ve istikrarı isteyenlerin, ortak çıkarları doğrultusunda bir anlayışı benimsedikleri takdirde birlikte yaşayabileceklerini söyler.

Hobbes’a göre “insan insanın kurdudur” (homo homini lupus); insan, doğa durumunda bencildir, bir diğerine zarar verme isteği vardır; rekabet, güvenlik, şan ve şeref gibi nedenlerle şiddet uygular. “Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi, sen başkasına yapma” der. Herkes, her şey üzerindeki hakkından feragat ederse uzlaşı sağlanabilir. Böylece insanın sahip olduğu haklar başkalarının haklarıyla eşit ölçüde sınırlandırılmış olur. Hobbes’a göre iyi ve kötü yargıları bireyden bireye değişir; genel geçer ilkeler için toplumsal sözleşmelere ihtiyaç vardır. Devletin varoluş nedeni budur. Yapılan sözleşmelerle egemenlik ve siyasal haklar otoriteye (Leviathan) devredilir. Güçlü devlet, anlaşmazlıkları çözen devlettir.

Bir diğer kuramcı J.J.Rousseau, Hobbes gibi düşünmez. Ona göre doğa durumundaki insan özgür ve mutludur. Mücadele ve savaş uygarlıkla başlar; toplumsal ilişkilerin insanları birbirlerine bağımlı hale getirdiğini, böylece iş bölümü, iyi-kötü ayrımı ve özel mülkiyet kavramlarının ortaya çıktığını söyler. Ona göre “Yaratıcının elinden çıkan her şey iyidir; her şey insanların elinde bozulur.” Mülkiyet duygusunun, köleliği ve felaketleri beraberinde getirdiğini savunur. Bundan dolayı toplumsal sözleşmelere gerek vardır. Ancak devletin insanlar üzerindeki gücü sınırlandırılmalıdır. Devlet ortak iyiyi, ortak amacı gözettiği zaman iyidir. Bireylerin yurttaşlık bilincine şöyle seslenir: “Tek bir kişi bile devlet işleri için ‘bana ne!’ derse, devletin yıkılması kaçınılmaz olur; politik bütünün devamlılığını sağlayan şey yurttaşlık bilincidir.” Keza Locke ve Spinoza da iyi ve kötü konusunda insanların kendi çıkarlarını gözeteceği için toplumsal sözleşmelerin önemini savunurlar.

MÜSLÜMAN KÜLTÜRDE SİYASET

İslam kültüründe iki temel felsefi anlayış ön plana çıkar. İslam düşünce geleneği üzerine çalışmalarıyla tanınan felsefe profesörü Hasan Aydın, konuyu şöyle özetler: “Fıkıh geleneğinin teorize ettiği ilk anlayış İbn Mukaffa ile başlayan, Pers kültürünün etkisinde gelişen itaat odaklı siyaset anlayışıdır. Bu anlayışın, tipik örneklerini Nasihat El-Muluk adlı eserlerde görmek mümkündür. Pers öncüleri Erdeşir, Anuşirvan gibi kralların nasihatlarını merkeze alan bu yapı, iktidarı ve mutlak itaati sağlamak için, hemen her şeyi kullanmaktan çekinmez. Muhtemelen Machiavelli’nin amaca giden her yol mübahtır öğretisinin temelidir. İkincisi mutluluk odaklıdır ve Yunan kültürü ekseninde gelişir. Bu anlayışın öncüsü Farabi’dir. Bu anlayışta bilge kral ön plandadır, bilge kral ahlaki ve entelektüel bakımından öncüdür ve en yüksek iyinin bir tür temsilcisidir. O, kitleleri mutluluk için eğiten bir mürşittir ve ahlaki ideali simgeler. Şer’i siyaset büyük ölçüde ilkine dayanır. Ulu-l emre itaat, zalim de olsa krala isyan etmeme anlayışı, Pers geleneğinden gelir. Ancak fıkıh kitapları bu teoriyi, ulu-l emre itaat ayeti ve Hz. Muhammed’e mal ettikleri hadislerle desteklemeye çalışırlar. Pers kültüründen gelen teoriyi İslamileştirirler.”

GÜNÜMÜZÜN SİYASETİNE YÖNELİK

Toplumsal sözleşmelerin temel gayesi huzur içinde birlikte yaşamaktır. Ancak siyasal ve toplumsal haklarımızı ellerimizle devrettiğimiz insanların kendilerine verilen yetkiyi istismar ettiklerine tanığız. Siyaset felsefesinin önemli ismi Machiavelli’nin düşünceleri günümüz siyasetin tek belirleyicisi. Machiavelli, toplumsal ahlak ile siyasal ahlakı birbirinden ayırır ve siyasetteki ölçütün, iktidarı ele geçirmek ve olabildiğince uzun süre iktidarda kalmak olduğunu söyler. Machiavelli ile siyasetin, ahlak değerlerine uygun yapılıp yapılmadığı önemini kaybetmiştir. Bugün siyasetle ve siyasilerle ilgili kanaatlerin olumsuz olması da bu nedenledir. Çünkü siyasetin kendine özgü değerler sistemi vardır ve genel ölçüsü her zaman başarıdır. Bu başarıyı sağlayacak olan her türden davranış da iyidir!

Bir diğer husus, İslam toplumları Pers siyasal anlayışını kutsallaştırmış ve dinselleştirmiştir. Aslında İslam’ın siyasal bir öğretisi yoktur. İslam ahlakı önceler. İtaat, dinsel kılıkta sunulduğu için imânî bir konu haline getirilmiştir. Halka itaat eden sürü gibi bakma anlayışının, dinin bir gereği gibi algılanıyor olması da Makyavelist siyasetin uzantısı olsa gerek.

Demem o ki, iktidarın yapıp etmeleri başta olmak üzere her teoriyi, her siyasal anlayışı eleştiri süzgecinden geçirmek ahlaki bir sorumluluktur. Merkezde tek adam ve ona itaat değil; adalet, liyakat, meşveret, haklar ve özgürlükler, toplumsal uzlaşı olmalıdır. İslam böyle bir öğretiye, ahlakiliğini koruduğu sürece olumlu bakar.