F. Engels, “Doğanın Diyalektiği”ndeki makalelerinden birinde, kapitalizmin, insanın yaşam alanına, doğaya verdiği zararı anlattı:

“... Doğa üzerinde kazandığımız zaferlerden dolayı kendimizi pek fazla övmeyelim. Böyle her zafer için doğa bizden öcünü alır. Her zaferin beklediğimiz sonuçları ilk planda sağladığı doğrudur, ama ikinci ve üçüncü planda da büyük çoğunlukla ilk sonuçları ortadan kaldıran, bambaşka, önceden görülmeyen etkileri vardır. Mezopotamya, Yunanistan, Küçük Asya ve başka yerlerde işlenecek toprak elde etmek için ormanları yok eden insanlar, ormanlarla birlikte nem koruyan ve biriktiren merkezlerin ellerinden gittiğini, bu ülkelerin şimdiki çölleşmiş durumuna ortam hazırladıklarını akıllarına hiç getirmiyorlardı.”

Doğa bizden öcünü alıyor!

22 Mayıs 1960’da, Şili’de gerçekleşmiş olan 9.5 büyüklüğündeki deprem, bugüne kadar ölçülmüş en büyük deprem. Altınbaş Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeki Hasgür, Kahramanmaraş’ın Pazarcık mevkiinde meydana gelen depremi şu cümlelerle değerlendirdi:

“Tarihe geçecek büyük depremlerden birini yaşadık.”

Peki biz bu durumun farkında mıyız?

Her yaşadığımız depremle birlikte “üç gün süren” ilgi sonrasında gündelik yaşamın koşuşturmasıyla sönmüyor mu? Yabancılaşan insan haberleri sadece “vah vah” diye seyrediyor ve devam ediyor. Ya siyaset ne yapıyor?

İstanbul depremine hazırlık yok!


30 Haziran 2020...

Eski milletvekili Emin Şirin, olası İstanbul depremi için teyakkuza geçip acil önlemler alınması gerektiğine dikkat çekti, “Binaların elden geçirilmesi için 30-40 milyar dolarlık kaynak yeterli olabilecektir” diye konuştu. Şirin şu öneriyi yaptı:

“İstanbul’da yaşanacak bir depremde 100 binlerin üzerinde kayıp olacağı söyleniyor. Su ve kanalizasyon boruları patlayacak, elektrikler kesilecek, salgın hastalıklar baş gösterecek, ekmek, yemek, su ikmali belki de yapılamayacak. İstanbul’da 200-300 bin kişiye bakacak hastane var mı, kaçı ayakta kalacak. İstanbul Deprem Bilim Kurulu kurulmalı. Binaların hızla bir şekilde depreme dayanıklı hale getirilmesi gerekiyor.”

Sabah Şirin’le konuştum ve dedi ki: “Doğaya bıçak çekemezsin. İktidarın da muhalefetin de deprem konusunda planlaması yok. Bakın muhalefetin ‘Ortak Mutabakat Metni’nde depreme ayrılmış bölüm bir sayfa! ‘Sektörel Politikalar’ başlığını açın bakın.”

Emin Şirin’in “Deprem Bilim Kurulu” önerisinden altı ay sonraya gidelim.

3 Aralık 2020...

Prof. Dr. Naci Görür, Habertürk’te Fatih Altaylı’nın sunduğu Teke Tek programına konuk oldu. Elazığ’da meydana gelen ve 41 kişinin hayatını kaybettiği 6.8 büyüklüğündeki depremle ilgili değerlendirmede bulunan Görür dedi ki: “Konuşmalarımızda Doğu Anadolu fayına dikkat diyorduk. Bu fayın uyanmasından korkuyorduk. Peki uyanınca ne olacak. Endişemiz ya Kuzey Anadolu Fayı gibi davranmaya başlarsa diye. Burada kırılan faydaki kırığın stresi Maraş Türkoğlu’na gidebilir. Oradan Hatay’a doğru gidebilir. Biz daha önce bu bölge için bir deprem alarmı verdik zaten. Sürpriz değildi. Maraş’a doğru tehdit arttı. Karlıova’ya doğru tehdit arttı. Kahramanmaraş’ın Türkoğlu yöresinde en son deprem 1513. Sene 2020. Anormal bir zaman geçmiş. Burada 1513’te 7,4 büyüklüğünde bir deprem olmuş. O zaman burası depreme gebe bir yer.”

Daha ne desin Prof. Görür!

Sonra 16 yıl öncesine gittim.

Enkaz altından çıkanlar hep yoksul!


17 Ağustos 1999’da yaşanan büyük Marmara depreminin ardından 21 Mart 2000 tarihinde Başbakanlık genelgesiyle Ulusal Deprem Konseyi kurulmuştu. Kuruluş amacı şuydu:

“Başta deprem bölgeleri olmak üzere vatandaşlarımızın kaygı, telaş ve gelecek korkusu içine düşmelerine yol açacak değerlendirmelerin önüne geçmek, deprem ve depreme karşı alınacak tedbirlerle ilgili olarak kamuoyunu bilimsel ölçüler çerçevesinde bilgilendirmek, kamuoyunun bilime ve bilim insanlarına duyduğu güveni sarsmamak.”

Bu konseye ne oldu? Yine bir Başbakanlık genelgesiyle 6 Ocak 2007’de lağvedildi.

Aklıma 2020’de yaşanan İzmir depremi geldi. Prof. Ahmet Ercan, 1 Kasım 2020’de dedi ki:

Bir ülkede ekonomi ne kadar bozuksa deprem o kadar öldürücü olur. Bir ülkede yoksulluğu yenmedikçe depremlerin adı ölüm olur. İnsanlar istedikleri için kötü ev yapmıyorlar.

Çünkü yer inceleme çalışmalarına, inşaat mimari projelerine para ödemeleri gerekiyor. Bir ülkede deprem sorununu çözmek için o ülkenin ekonomisinin düzelmesi gerekiyor. Yani yoksulluk ne kadar fazlaysa deprem size o kadar yakındır.

Depremde zaten yoksullar ölür, zenginler ölmez. Hiçbir ünlünün, hiçbir zengin kişinin enkaz altından çıkarıldığını duymadınız, duymayacaksınız. Ana sorun yoksulluktur.

SONUÇ: Devlet tam da bu noktada var olmalı! Kamucu devlet, planlamacı devlet, başka çıkış yok! Deprem yaşandıktan sonra battaniye veren devlet değil deprem olmadan önce çözüm bulan devlet özlemiyle herkese sabırlar diliyorum.