DEPREMİN 25’İNCİ GÜNÜNDE ADANA, OSMANİYE VE HATAY’DAYDIM VE DUYDUĞUM TEK CÜMLE...


Depremin yıktığı kentlerde, en temel ihtiyaçlar bile henüz karşılanabilmiş değil. Çocukların ayakları çıplak, çadırlar derme çatma. İş makinesi çalışıyor, nefes alan sayısı az


TKP heyeti, depremzedelerin sorunlarını dinlerken...


“... Ya olmalı insan, vermeli canını insan için yahut etmemeli kalabalık dünyamızda” demişti toplumcu gerçekçiliğin usta romancısı Orhan Kemal, “Bereketli Topraklar Üzerinde” kitabında. Geçen çarşamba günü Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan’dan gelen telefon üzerine ilk aklıma gelen bereketli topraklar ve İflahsızın Yusuf, Pehlivan Ali ve Köse Hasan oldu. Roman kahramanları deyip geçmeyin hepimiz o romanın kahramanları değil miyiz? Okuyan, bir heyet olarak depremin vurduğu illerden Adana, Osmaniye ve Hatay’da incelemelerde bulunacaklarını söyleyince doğduğum topraklarda yaşanan yıkımı yerinde görmem için fırsat doğmuş oldu.

Önce binlerce yurttaşın enkazda kaldığı Hatay...

Depremin 25’inci günü...



Gidenlerin, gördükleriyle birlikte, yaşarken enkaz altında kaldığı Hatay’ın büyük bir bölümünde hayat yok. Nefes alan sayısı az. Caddelerde dolaşmaya çalışıyorum, yanımdaki uyarıyor, “Aman şuradan geç, orası yıkılabilir”... Antakya’nın Armutlu Mahallesi yok artık... Yan yatmış, çökmüş binalardan, güzel günlerin kareleri olan fotoğraflara bakıyorum. Kiminin düğün fotoğrafı kiminin gülüşü... Yıkılmış kamu kurumları... Bir duvarın altına sıkışmış bebek arabası, yanda halı saha ayakkabısı... O çürük duvarların altından, “sesimi duyan var mı” diye bağıranlar kulağımda. Bir ses kulağımı yırtıyor ve iş makineleri enkazı kaldırmaya başlıyor. 25’inci günde ya da 45’inci, 100’üncü günde Hatay’a gidin ve Ankara’da yaşanan siyasi kavgaların ne kadar anlamsız olduğunu bir kez daha görün derim.

Enkaz altında, Issız yollar...


“DEVLET-HÜKÜMET NEREDE?”

Bir çadırdayım... Oldukça küçük ve soğuk! Üç kardeş, eşleri, sekiz çocuk, bir kayınvalide yaşıyor. Toplam 15 kişi küçük bir yaşam alanında. Soba kurulmuş, şezlongdan bozulmuş üç yatak, yerde bulaşık leğeni ve çaydanlık... Antreden geçince salon yok! Çadır dağıtımının adaletsiz olduğunu anlatıyor mahalleli ve “geçmiş olsun” bile demeyen muhtar, belediye başkanlarından şikayetçiler. Dursunlu merkeze göre yukarıda ve şehir merkezine inmek zor. İlaç yok, çocuklar hasta. Kimse kızmasın ama 25’inci günde “Devlet nerede?” sorusuna hâlâ yanıt bulamamışlar. Onlara göre devlet-hükümet, hükümet-devlet ve “nerede” sorusu çığlık! Gelsinler ve dinlesinler. Kaynak işçisi bir mahalleli, üç gün boyunca enkazdan gelen sesleri dinlediklerini ve güçleri yettiğince onları çıkarmak için uğraştıklarını söyledi. Sıcağı sıcağına anlatmadı, günler sonra yaşadıklarını anlattı mahalleli ve geç gelen yardımın kurtarmadığını bir kez daha yineledi.

SONUÇ: Kiminle konuşsam duyduğum ortak cümle şuydu: Ölülerimiz helalleşemez.

Antakya… Üç aile, 15 kişi, bu çadırda yaşıyor.

O çadırdan içeri girdim


Hatay’ın Defne İlçesi Dursunlu Mahallesi...

Toplam nüfus  depremden önce 8 bin 773... Mahallede ölen yok ancak evler hasarlı. Mahalleli çadırlarda! Bir çadır dikkatimi çekiyor, derme çatma bir çadır. El yordamıyla yapıldığı her halinden belli.

Aklıma A Haber’in Malatya’da, bir çadırdan yaptığı yayın geldi nedense! Hatırlayın ne demişti muhabir: “İçeri girince bizi burada bir antre karşıladı. Bu antreden geçerek şu an salona geldik. Oldukça büyük ve oldukça sıcak.” Ben de o çadırdan içeri girdim.

Osmaniye... Küçük Efe’nin çıplak ayakları herkesi duygulandırdı...

Dursunlu modeli: Dağa ev yap, enkaz altında kalma


Dursunlu, Hatay’ın Antakya İlçesi’nin güneyinde, ilçe merkezine yaklaşık beş kilometre mesafede yer alan bir köy ya da yeni adıyla mahalle. Mahalleli köy diyor. Köyde yerleşim yerleri, en tepesinde, beş yüz elli metre yüksekliğindeki dağın ortalama üç yüz metre yüksekliğinde bulunmakta. 1950’lerden itibaren yerleşim giderek köyün alt taraflarına doğru kaymış. En tepeyle alt taraf birleşmiş. Aklıma Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ovalardan taşınıp dağlara yerleşim yeri yapılacak” cümlesi geldi en tepeye çıktığımda. Neden mi? Çünkü; binaların büyük bölümü ayakta, zemin sağlam ve evler iki ya da üç katlı. Yani... Elinde bir pratik var, Dursunlu enkaz altında kalmamış! O zaman bugüne kadar neredeydin? Tam bunları düşünürken dört yaşında Ali, TKP’lilerin verdiği kitabı kucaklamış sağa sola koşuyor. Mutlu. Ablaları da kitapları görünce sevinçten yerlerinde duramıyor. Ancak... Hepsinde derinden gelen öksürüğü duymamak mümkün değil. Acil ihtiyaç: İlaç! Akşama doğru Antakya merkeze inerken sadece sokak lambalarının yandığı, elektriğin az verildiği yollardan geçiyorum. Aklımda geceyi ellerinde fenerle geçirecek dostlar...

DURSUNLU

Osmaniye’de basılan semt evi


Gece iki araçla İstanbul’dan yola çıktık ve sabah saatlerinde Adana’da, TKP Semt Evi’nde yapılan kahvaltıyla bereketli topraklar üzerinde roman yazılmaya başladı. İlk durağımıza zorlanarak ulaştık. Neden mi? Polis, Osmaniye girişinde araçları durdurup, kimlikleri alıyor ve kısa bir kontrolden sonra geçişlere izin veriyordu. Dört araçta olan bizlerin de kimlikleri toplandı ve bekleyişimiz, beklediğimizden uzun sürdü. Bu arada Osmaniye’ye giriş yapan diğer araçlar da durduruluyor ve iki-üç dakika içinde geçip gidiyordu. Hatta bir ara araçları aramayı düşündüler de Kemal Okuyan ve araçtakilerin sert itirazlarıyla saçmalığa son verdiler. Sorun ne mi? Osmaniye’nin en yoksul mahallelerinden Yunus Emre Mahallesi’nde kurulan TKP binası. İki kez polis tarafından basıldı, orada çocuklara psikolojik destek veren, yardım ulaştıran, su getirenlerden rahatsız birileri. Sohbet ediyorum mahalleliyle ve ilginç bilgiler veriyorlar. Bir kere devlet oraya el atmalı çünkü uyuşturucu konusunda çok ciddi sorunlar var. Torbacılardan dağıtanlara kadar herkes herkesi biliyor! Bir bilgi daha alıyorum: Depremden hemen sonra kurulan yardımlaşma eviyle ilgili “birileri”, “Burada çocuklar kaçırılıyor” dedikodusu çıkarmış. İlk günlerde 25 civarında olan çocuk sayısı 7-8’e kadar düşmüş. Çıplak ayakla dolaşan çocukların rehabilite edildiği, oyun alanlarında eğitim aldığı, yemek yediği, ilaç aldığı bir yerden kim, neden rahatsız olur?

Vatandaşlar, çadır dağıtımının adaletsiz olduğunu anlatıyor...