Bir ülkede veya dünyanın bütününde ne kadar borç varsa o kadar alacak vardır. Alacaklısı olmayan borç yoktur. Bu bir muhasebe özdeşliğidir. Buna rağmen ikide bir “borçlar çok arttı” diye hüzünlü makale yazanlar var. Zannetmeyin sadece bizim mahalle arkadaşlarını kastediyorum. Hayır! Bilimsel süzgeçten geçmiş makalelerin yer aldığı “project syndicate” sitesinde de aynı endişeyi dile getiren yazılar çıkıyor. Ulusal veya küresel, özel veya kamusal borçların büyümesi niçin endişe yaratıyor? Endişe, borçların önemli bir kısmının (zamanında ve tamamen) ödenememesi yüzünden alacaklıların kayba uğrayacağı, hatta ödemeler sisteminin çökeceği ve bu sebeple önce finansal ardından iktisadi bir kriz çıkacağı öngörüsü ise bunda haklılık payı vardır. Ancak o takdirde önce şu sorular yanıtlanmalıdır:

  1. Büyümesi endişe yaratan borçlar, halkın mı, firmaların mı yoksa kamunun yükümlülükleri midir? Yoksa hepsinin birlikte büyümesi midir?

  2. Bunlar ulusal mı yoksa uluslararası borçlar mıdır?

  3. Ulusal veya küresel ekonomi için tehlikeli olan tüm borçların mı yoksa sadece ödenemez borçların mı büyümesidir?

  4. Borçlar büyüyor diye toplumu uyaranlar, bu farkı göz önünde tutuyor mu?

  5. Büyümenin ölçüsü nedir? Borçların mutlak miktarı mıdır? Yoksa borçların milli gelire (GSMH) veya milli servete oranı mıdır?

  6. Borçların bir kısmı zamanında veya hiç ödenemediğinde, daha çok borçlular mı yoksa alacaklılar mı acınacak durumda düşecektir?

  7. Merkez bankaları ve devletler “bankalar üzerine kurulu ödemeler sistemi” çökme tehlikesine maruz kalırsa, buna seyirci mi kalacaktır?


DIŞ BORÇ HARİÇ, KAMU BORCU DAİMA SIFIRDIR

“Kamu borçları” ile hane halkı veya firma borçlarından oluşan “özel borçlar” esastan farklıdır. Bunlar elma ile armut gibidir. Toplanamaz. Çünkü özel borçların borçlusu ile alacaklısı ayrı kişiler iken, kamu borcunda durum böyle değildir. Şöyle ki, eğer bir gün devlet kamu borçlarını ödeyerek sıfırlamak isterse, bunu halka ek vergi salarak ve halkın malı olan kamu varlıklarını satarak yapacaktır. Topladığı parayı da şahsen ve bankalar üzerinden devlet tahvili sahibi olan halka verecektir. Öyleyse “kamu borcunun” borçlusu, vergi ödeyen halktır. Alacaklısı da tahvil veya mevduat sahibi “varlıklı” halktır. Yani halktır. Bu ifade yanlıştır diye itiraz ettiğinizi duyar gibiyim. Çünkü kitaplarda “alacaklısı özel” (private) kişi ve kurumlar, borçlusu kamu (public) olan borçlara “kamu borcu” (public debt) denir, yazar. Ama devletin kefili vergi ödeyen halktır diye yazmaz. Özetle, net dış borcu olmayan ülkelerde, kamu borcunun borçlusu da alacaklısı halktır. Cebirsel olarak, halkın borcu ile halkın alacağı birbirini götürür. Sonuç sıfırdır.

DEVLETLER KAMU BORCUNA REEL FAİZ ÖDEMEZ

Kural olarak kendi parası ile borçlanan devletler, kamu borçlarına reel faiz ödemez. Dolayısıyla kamu borcunun halka maliyeti sıfır, hatta eksidir. Devletin iç borçlara ödediği faiz sebebiyle “fakirden alıp, zengine verdiği” iddiası kökten yanlıştır. Tersi doğrudur. Ne mali istikrar abideleri Japonya, İsviçre, Almanya ne de süngüsü düşük İngiltere, şu enflasyonla mücadele ortamında bile kamu borcuna reel faiz ödemiyor. Bugünlerde kamu borcuna reel faizi kısa vadeli bonolarda ABD ödemektedir. ABD’nin 10 yıllık tahvillerinin reel faizleri de eksidir. Ama “dış-borç-kolik” güzel ve yalnız ülkemiz, dövizli kamu borçlarına fahiş reel faiz ödemektedir. Bu da “Türkiye ekonomisinin çarkları dıştan para gelmeden dönemez” paradigmasını kıramayan yurdum iktisatçılarını ve siyasetçilerini hiç rahatsız etmemektedir.

SON SÖZ: Borç yiğidin kamçısıdır diyen, sonunda dayak arsızı olur.