İYİ Parti ve CHP’nin vitrinindeki isimlerin “partinin kurumsal görüşüyle bağdaşmayan” görüşleri dile getirmesinin ittifakı zora sokacağını kaydeden Barış Doster, “Halkın güveni sarsılır” dedi.

Barış Doster, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan sonra aynı üniversitenin İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde “Türk siyasal yaşamı” üzerine yazdığı tezle yüksek lisansını, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda izlediği dış politikayı, Türk dünyasına ve mazlum milletlere dönük yaklaşımını incelediği çalışmasıyla doktorasını tamamlamıştır. 1994 yılında gazeteciliğe başlayan Doster’in iç ve dış politika üzerine çok sayıda yazısı, Yönünü Arayan Türkiye, Sopanın Ucundaki Müttefik, Milli Mücadele Işığında Türkiye, Cumhuriyet Nasıl Savunulur ve daha birçok kitabı vardır.


Perşembe günü 6’lı Masa yaptığı 11’inci toplantıdan sonra; 30 Ocak’ta açıklayacakları Ortak Politikalar Metni’nde anlaşma sağlandığı, cumhurbaşkanı adayının nasıl belirleneceğinin konuşulduğu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 3’üncü kez aday olmasının mümkün olmadığı, AKP-MHP tarafından hazırlanan Anayasa değişikliğini neden kabul etmedikleri gibi konular açıklandı. Ancak, bunların yanında konuşulması gereken 6’lı Masa ile ilgili başka önemli sorular, AKP’nin 6’lı Masaya Erdoğan’ın adaylığıyla ilgili cevabı, vatandaş yapılan ve oy kullanacak sığınmacı sayısındaki hızlı artış gibi ancak deneyimli bir siyaset bilimcinin cevaplayacağı konular da var. Hepimizin merak ettiği ve ülkemizin (rejiminin) geleceği açısından tüm detaylarını bilmemiz gereken birçok soruyu başarılı Siyaset Bilimci ve Yazar Prof. Dr. Sayın Barış Doster’le konuştum. Açıklamalarını ilgiyle okuyacağınıza eminim.

■ Sayın Doster, 6’lı Masa’nın bildirisine baktığınızda siyaset bilimci gözüyle özet olarak ne gördünüz? Örneğin; üzerinde çok durulması gereken “Seçimi yenileme kararını Meclis almadığı sürece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden aday olamayacağını” kesin şekilde söylediler, sizce bildiri yeterli miydi, yoksa eksikler var mıydı?

Birincisi, ben davet edildiğim televizyon programlarında da belirttiğim gibi DEVA ve Gelecek partilerinin 6’lı Masa’ya dahil edilmesine baştan beri karşı çıktım. Neden karşı çıktım; çünkü bu 2 partinin kurucularının büyük bölümü, 2 genel başkanın ikisi birden yakın zamana kadar Adalet ve Kalkınma Partisi’nin en üst düzeyde yöneticileriydi. Ahmet Davutoğlu; genel başkanlık yaptı, dışişleri bakanlığı, başbakanlık yaptı, Ali Babacan’ın ise hem ekonomi bakanlığı var, hem de dışişleri bakanlığı var. Yani, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yakın zamana kadar bütün icraatlarında en üst düzeyde; başbakan ve bakan düzeyinde onların imzası var, sorumluluğu var, katkısı var. Her iki isim de en küçük bir özeleştiri vermeden, samimi ve inandırıcı bir özeleştiri vermeden, geçmiş dönemin bir muhasebesini yapmadan geldiler ve 6’lı Masa’ya dahil oldular. Partilerinin bir sayısal ağırlığı var mı, yok, üstelik bunlar daha rüştünü ispat etmiş partiler değiller, daha seçime girmediler. Bunların bir siyasal ağırlığı var mı, o da yok, peki bunlar ne gerekçeyle 6’lı Masa’da büyük itibar görüyorlar? Bir kere bu izaha muhtaç. Ahmet Davutoğlu “Ben eski başbakanım” diyerek CHP’den grup kuracak sayıda -seçilme garantili sıralardan- milletvekili talep ediyor, oy oranı yüzde 1’in biraz üstü veya altında ve AKP’nin bütün icraatlarında imzası ve katkısı var, bunları nasıl isteyebiliyor? Keza Ali Babacan o şekilde.

“EŞİT SÖZ HAKKI” TANINMASINI YADIRGIYORUM!


Yani ben Kemal Bey’in de, Meral Hanım’ın da “6’lı Masa’nın öncüleri” olarak ve en iri kıyım partilerinin genel başkanları olarak DEVA ve Gelecek partilerine “eşit söz hakkı” tanımalarını yadırgıyorum. Bu, CHP Genel Başkanı’nın kendi 100 yıllık partisinin, devlet kuran, devrim yapan partisinin siyasal ağırlığını, tarihsel özgül ağırlığını ve oy oranı itibarıyla da büyüklüğünü görmezden gelmesi anlamına geliyor bence. O yüzden, DEVA ve Gelecek partilerinin ne bir toplumsal karşılığı var, ne bir siyasal ağırlığı var, ne de genel başkanlarının bir yüksek itibarı var. Eğer 6’lı Masa’da bir çatlak oluşur ise bunların gerisin geri konumlanacakları yer, 6’lı Masa’daki çatlağı gidermek, sorunu tamir etmek, onarmak değildir, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin işine yarayacak şekilde davranırlar.

■ 6’lı Masa alttan alır ve YSK’yı yeterince uyarmazsa, seçimde ikinci bir “mühürsüz oylar” benzeri bir olay yaşanır ve emrivaki yapılarak “iktidar partisi ve Erdoğan kazandı” denirse muhalefet partilerinin bunu düzeltme olanağı var mı sizce?

Bence 6’lı Masa’nın bu konuda maalesef bir çözümü yok, çünkü Anayasamızın ilgili hükümleri açık; sizin röportajlarınız dahil olmak üzere ülkemizin seçkin anayasa hukukçularının bu konudaki yorumları çok net, kaldı ki yoruma gerek kalmayacak kadar da Anayasa hükmü açık. Bu ortadayken ve bir “anayasal kurum” olan Yüksek Seçim Kurulu’nun nasıl karar alması gerektiği çok açıkken eğer 6’lı Masa “Arkadaş, biz bunu kabul etmiyoruz ama bu konuda fazla inatçı da olmayalım, biraz tabanımızın tepkilerini dindirmek adına böyle bir çıkış yapalım ama devamında Cumhurbaşkanı Erdoğan da aday olursa, YSK da bunun önünü açarsa biz seçime gireriz, seçimden kaçmış bir muhalefet görüntüsü vermek istemeyiz” şeklinde bir tutum alırsa öncelikle bu; adı geçen bütün 6’lı Masa partilerinin siyaseten çok zor düşmesini ortaya koyar. Seçimde alınacak sonuçtan bağımsız olarak söylüyorum, daha seçim kampanyası sırasında bu partiler fazlasıyla hırpalanmış bir şekilde seçim kampanyası yapmak durumunda kalırlar, bu bir. 

 İkincisi, biraz daha siyasal tarihimize bakarak, bir akademik süzgeçten geçirerek yorum yaptığımızda “seçimi yenileme” kararının çok güçlü, çok ikna edici, çok inandırıcı siyasal, toplumsal gerekçelerinin, anayasal ve hukuksal sebeplerinin olması gerekir. Yani; toplumda olağanüstü bir karmaşa vardır, büyük bir siyasal istikrarsızlık söz konusudur, parlamentodan bir istikrarlı hükümet çıkmamaktadır, hatta parlamentodan bir güçlü koalisyon bile çıkmamaktadır, böylesi bir süreç söz konusu olursa o zaman cumhurbaşkanının da Meclis’i yenileme yetkisini gündemine alması, bu yetkiyi kullanacağını açıklaması siyasal anlamda meşruiyet, toplumsal anlamda destek sağlayabilir. Bunların hiçbirisi yokken, tamamen Anayasa’nın etrafından dolanmak gerekçesiyle bu karar alınırsa bunun sadece hukuksal, anayasal meşruiyeti değil, siyasal meşruiyeti de, tarihsel meşruiyeti de tartışmaya açılır. 6’lı Masa’nın bence bu konuda da dikkatli olması gerekir. 

Bizim Meclis’imiz gibi, ulusal irademiz, milli egemenliğimizin ete kemiğe büründüğü ve bir savaşla kurulmuş olan, sıfatlarından biri “Gazi Meclis” olan bir meclis, büyük önderimiz, büyük kurtarıcımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e bile “fesih, veto yetkisi” vermemiştir. Yani, 1924 Anayasası’nda Mustafa Kemal Paşa bunu ısrarla dillendirdiği halde Türk devriminin en büyük kuramcılarından biri olan Mahmut Esat Bozkurt ve Şükrü Saracoğlu, Mustafa Kemal Paşa’ya direnmişlerdir ve Mustafa Kemal Paşa cumhurbaşkanına veto ve fesih yetkisi verilmesi konusundaki ısrarında geri adım atmıştır. Sonra da Mahmut Esat Bozkurt’u ve Şükrü Saracoğlu’nu kabinede en parlak bakanlıklara getirmiştir, meseleyi duygusallaştırmamıştır. O bağlamda Gazi Meclis’in geleneğinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e bile, o gün o koşullarda Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi büyük bir kurtarıcıya, bir devrimci öndere, mazlum milletlere ilham kaynağı olmuş bir büyük devrimci devlet adamına verilmeyen yetki 100 yıl sonra verilmek isteniyor, bu da işin tarihsel ve siyasal anlamda meşruiyetinin daha fazla sorgulanmasına sebep olan bir nokta diye düşünüyorum. 

6’LI MASA’NIN ANAYASA’NIN ALTINI ÇİZMESİ GEREKİR!


■ 6’lı Masa’nın açıklamasından sonra AKP hemen cevap verdi “Bugüne kadar Erdoğan’ı yeneceğiz diyordunuz, seçim ve mağlubiyet yaklaştıkça korkmaya başladınız” baskısı yaptı, 6’lı Masa’nın bu baskıyla 3’üncü kez adaylığı kabul etmesi mümkün mü sizce?

6’lı Masa’nın bunu siyaseten yapıp yapmayacağı, siyaseten bunun sonuçlarını göze alıp almayacağı onların kararı ama ben 6’lı Masa’nın yetkililerinin öncelikle Anayasa ve yasalara uymaları gerektiğini düşünürüm. Yani “Efendim, biz Cumhurbaşkanı’na mağduriyet kozu vermeyelim, kamuoyunda seçimden kaçan muhalefet görüntüsü oluşturmayalım” endişesiyle hareket edilmez, bunlar siyasi tartışma konularıdır ama siyasetin üstünde hukuk ve en üstte de anayasa gelir. Öncelikle Anayasa’ya uyulması gerekir. Siyaseten nasıl bir algı oluştu, kim mağdur, kim daha az mağdur, muhalefet nasıl bir algı yaratır, bunlar siyasetin tartışmalarıdır ama hukuk ve anayasa herkes için bağlayıcıdır, 6’lı Masa’nın Anayasa’nın altını çizmesi gerekir.

■ Meclis Başkanı Mustafa Şentop tarafsızlığını bozdu ve “Erdoğan’ın 1’inci dönemidir, 2’nci kez aday olabilir” dedi. Deneyimli bir siyaset bilimci olarak nasıl yorumluyorsunuz?

Teorik olarak bir Meclis Başkanı’nın tarafsızlığını bozması çok önemlidir ama artık pratikte o kadar alıştık ki yasaları, Anayasa’yı ve teamülleri çiğnemelerine. Bir de “Bu parlamentonun işidir, 6’lı Masa buna bulaşmasın” diyor. Meclis’teki muhalefet partileri ne konuşacak? Bunu siz mi belirleyeceksiniz? Siz “6’lı Masa’nın işi değildir” derseniz o zaman siyasal partiler ne konuşsunlar? O demeç de çok talihsizdi.

■ Cumhurbaşkanı Erdoğan, 6’lı Masa’nın “3’üncü kez aday olamaz” çıkışına dün yanıt verdi ve “2018 seçimleriyle kronometre sıfırlandı. Baktılar kendileri masadan aday çıkartamıyor, bu defa bizim adaylığımıza çamur atmaya başladılar” dedi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? 

“Kronometrenin sıfırlanması” ne demek? Sıfırdan bir devlet mi kuruldu, rejim mi değişti? Bunların hiçbiri olmadı, sadece Anayasa’da değişiklikler yapıldı. Bu bağlamda kronometrenin sıfırlanması şeklinde bir ifade siyaseten argo anlamında kullanılmış olabilir ama bunun siyasi ve hukuksal bir karşılığı yoktur.

■ Biliyorsunuz İYİ Partili Cihan Paçacı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına itiraz ettikten sonra partisindeki görevinden de istifa etti. Kararları 6’lı Masa alacak dedikten sonra masadaki bazı partilerin bu çıkışları sizce toplumu, seçmeni nasıl etkiler? 

6’lı Masa’nın 2 büyük ve kurucu partisi var; Cumhuriyet Halk Partisi ve İYİ Parti. Diğer 4 partiye baktığımızda; Demokrat Parti merkez sağ gelenekten, diğer 3 parti de Milli Görüş geleneğinden gelen partiler. Saadet Partisi Milli Görüş geleneğinin zaten temsilcisi, DEVA ve Gelecek ise yakın geçmişte AKP’den kopan 2 parti. Eğer 6’lı Masa bu partilerin oy oranına bakmaksızın, özellikle DEVA ve Gelecek partilerinin yakın döneme kadar AKP çatısı altında en etkili konumda bulunan genel başkanlarına bakmaksızın bu partilere eşit söz hakkı tanırsa, yani “bu partilerin de masada 1/6 oyu olsun CHP’nin de 1/6 oyu olsun, İYİ Parti’nin de 1/6 oyu olsun” denirse bu sayısal olarak da, siyasal olarak da, toplumsal olarak da, psikolojik olarak da doğru olmaz. CHP ve İYİ Parti kendilerini küsurat partileriyle eşitlemiş olurlar ve bu kendi seçmenlerinin de kalbini kırar. CHP ve İYİ Parti’ye gönül vermiş sadık seçmen tabanının da gönlünün kırılmasına neden olur. O yüzden, herkesin toplumsal ağırlığı, seçmen tabanı, siyasal ve tarihsel meşruiyeti oranında masada söz sahibi olması gerekir. Aksi halde “Aman şu liderin gönlünü kırmayalım, aman diğerinin kalbini hoş eyleyeyim” derseniz bu kez CHP ve İYİ Parti tabanındaki sadık seçmen kitlesinin tepkisine neden olursunuz. 


ÇATLAK SESLER MASANIN İNANDIRICILIĞINA ZARAR VERİR!


■ İktidar partisi seçim yaklaşırken asgari ücretleri arttırıyor, işçi memur maaşlarına zam yapıyor, EYT sorununu hallediyor, yani yoğun çaba içinde. Diğer tarafta 6’lı Masa’da “Birden fazla aday çıkabileceği” söyleniyor ve yeni isimler ortaya çıkıyor. Sayın Cindoruk da bu konuda uyarı yapmıştı, acaba çoklu aday sizce seçim sonucunu nasıl etkiler?

Bir kere 6’lı Masa’nın bir araya gelme gerekçesi parlamenter sisteme dönüş ve tek bir aday çıkarma etrafında olgunlaştı bir ölçüde. Şimdi, toplumu böyle bir beklentiye soktuktan sonra, ortak aday fikrine angaje olduktan ve kendi seçmen kitlelerini de buna alıştırdıktan sonra “Arkadaş, biz 2 adayla, 3 adayla çıkalım” şeklinde sözler etmeye başlamaları ve bu sözü de eyleme dökmeleri kendi seçmen kitleleri açısından büyük bir düş kırıklığı yaratır, yanlış olur. İki, üç yıl önce bunu söyleyebilirlerdi, “Arkadaş çoklu adayla çıkalım, herkes ilk turda boyunun ölçüsünü alsın, sonra ilk turda en çok oyu alan kişinin etrafında birleşelim” deselerdi bu makul bir çözüm olarak görülebilirdi. Diğer partiler de “Keşke bizim adayımızla girilseydi” diye konuşamazdı ama artık o aşama geçildi, o süreç geride kaldı, o yüzden 6’lı Masa’nın artık ortak bir aday üzerinde uzlaşması gerekiyor. O bağlamda aykırı sesle, çatlak sesler 6’lı Masa’nın inandırıcılığını, hatta bir adım daha ileriye gidelim, varlık sebebini çatırdatır.

■ “Yeter söz milletindir” lafı Tayyip Erdoğan’dan çıktı ama sonra 1950’de muhalefetin sloganı olduğu ortaya konunca 6’lı Masa sahiplendi ancak bunu gerçekleştirmek için tüm muhalefet partilerinin daha dikkatli davranması, birbirlerini yıpratmaması gerektiğini düşünüyor musunuz?

Kesinlikle böyle olması gerekir. Özellikle iki büyük muhalefet partisinin liderleri partilerinin Meclis gruplarına, MYK’larına, büyük kurultay delegelerine, parti meclislerine, A takımına daha fazla hakim olmalıdır, bu aşamadan sonra bir partinin etkili organlarında görev yapan, partinin A takımında konumlanmış olan, partinin vitrini olarak konumlanmış isimlerin “partinin resmi kurumsal görüşüyle bağdaşmayan görüşler” dillendirmeleri hem partiyi, hem de ittifakı zor duruma sokar. Halkın güvenini de sarsar. Mesela İYİ Parti’de acaba Meral Akşener partisine yeteri kadar hakim değil mi, konuşanlar ondan habersiz mi konuşuyorlar, yoksa bir danışıklı dövüş mü var? Çünkü CHP Genel Başkanı’nın adaylığı konusunda daha önce başka isimler de konuştular, “Bunlar Sayın Akşener’e rağmen mi konuşuyorlar, onun oluruyla mı” sorusu çıkıyor ortaya. Bunu bilemem ama aklıma bu soru sıklıkla geliyor.

Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş

BİRKAÇ ADAY ÇIKARSA ERDOĞAN’IN ELİNİ ÇOK KUVVETLENDİRİR!


■ Siyaset bilimi gözüyle, birkaç aday çıkacak olursa Erdoğan’ın bölünmüş oylar arasından sıyrılarak birinci turda kazanması ihtimali olmaz mı?

Elbette, bu aşamadan sonra masanın içinden birkaç aday öne çıkarsa, 6’lı Masada bir çatlak oluşursa bu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elini çok kuvvetlendirir.

■ Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş çoğu Türk vatandaşı yapılan oradaki sığınmacıların seçmen oranının yüzde 130 arttığını, 2018’de 13 bin olan Suriyeli seçmen sayısının bu seçimde 30 bine çıktığını söylüyor. Suriyelilerde çok eşlilik olduğu için her ailede en az 6-7 çocuk var ve sonunda seçmen oluyorlar, oylarını da “Bizi AKP getirdi” diyerek o şekilde kullanıyorlar. Bu çok büyük bir eşitsizlik yaratmayacak mı, diğer ülkelerde buna izin veriliyor mu?

Verilmez, verilmemesi de gerekir. Birincisi, zaten bu geçici koruma statüsündeki Suriyeli sığınmacılar Ahmet Davutoğlu’nun ve AKP iktidarının Türkiye’nin başına açtığı yanlış dış politikanın türevlerinden, yansımalarından sadece bir tanesidir ama çok önemli, çok başat bir tanesidir. Hatay, Gaziantep, Kilis gibi doğrudan sınırda olan illerimizde demografi değişiyor, dahası bu demografik değişim toplumsal değişime de zemin hazırlıyor, seçimlerde bu siyasal değişime de zemin hazırlayacak sayıya, olgunluğa ulaşmış demektir. Bu seçimde 30 bin, sonraki seçimde 80 bin, daha sonra 100 bin dediğiniz anda sadece nüfus yapısındaki değişiminden bahsetmiyorsunuz, bir sosyolojik ve politik değişimden de bahsediyorsunuz. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde yüzde 50+1 gibi artı 1 oyun bile çok kıymetli olduğu, pek çok ilimizde milletvekili sayısının 3-4 binle bir parti lehine değiştiği, birçok il ve ilçemizde belediye başkanının 8-10 binle seçim kazanıp kaybettiği dikkate alınırsa bir anda 30 bin Suriyeli sığınmacının –Kilis, Gaziantep, İstanbul, İzmir her yerde- hem yerel düzlemde; belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği, muhtarlık, hem ulusal düzlemde genel seçimde ve cumhurbaşkanlığı seçiminde çok büyük bir oya tekabül eder. Son yıllarda referandumlara baktığımızda yüzde 51’e 49, 52’ye 48 gibi oranlarla kazanım veya mağlubiyet olduğunu görüyoruz, böyle bir ortamda 30 bin, 80 bin, 100 bin oy, İstanbul’daki 10 binler, 20 binler, 50 binler sadece yerel ölçekte değil, ulusal ölçekte de seçimlerin, referandumların kaderini belirleyecek bir oya karşılık gelirler.

■ Ama çözümü yok gibi görünüyor, adamları vatandaş yapmışlar, “Ben oy kullanacağım” diyor. 

Bir an evvel Suriye’de Esat’la görüşmeler başlatılarak, Şam ve Ankara arasında güven tesis edilerek bu insanların ülkelerine dönmesinin sağlanması gerekiyor.

■ Bu vatandaşlıkların geri alınması mümkün mü?

Bu aşamadan sonra bir müktesep hak söz konusu olduğundan çok da kolay değil. Hiç olmazsa bundan sonra Türk pasaportunun yenilerinin verilmesinin önüne geçmek gerekiyor. Bunun da yolu bir an evvel, politik anlamda, ekonomik anlamda, güvenlik anlamında, toplumsal anlamda, hukuki anlamda çok boyutlu bir sorun olan bu sorunun çözümü için bir an evvel Ankara’nın ve Şam’ın harekete geçmesi gerekiyor.

■ New York Times bir analiz yayımlamış, “Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partisi seçim kazanmak için milyarlarca dolar harcayarak uğraşıyor ama bu yapılan seçimden sonra büyük bir kriz ve enflasyon getirecek” diyorlar. Siz bundan sonrasını nasıl görüyorsunuz, seçimden sonra toparlanabilir mi?

Bizim ekonomik tablolumuz, iktisadi gidişatımız zaten son derece kötü, ithalat-ihracat oranımıza bakarsak kötü, işsizlik oranımıza bakarsak kötü, enflasyon oranına hayat pahalılığına bakarsak kötü, enerji başta olmak üzere dış bağımlılığa, yüksek cari açığa bakarsak kötü. Tablo böyleyken bir de seçim ekonomisi uygulamak vatandaşın üzerindeki yükü daha da çok arttırıyor. Hangi ittifak olursa olsun seçimden sonra kurulacak iktidarı çok daha ağır bir tablo bekliyor demektir.

■ Seçim öncesi propaganda sürecinde partiler arasında eşitlik yok. İktidar partisi devletin kurumlarını ve maddi manevi bütün olanaklarını kendisi için seferber ediyor, diğer partilerin bu imkanı olmuyor. Bir bunu, bir de Liberal Demokrat Parti’nin YSK’ya “seçmen sayısından fazla oy pusulası basmaması için” müracaatı konusunda ne düşündüğünüzü soracağım.

Seçmen sayısı kadar oy pusulası basılması doğru bir öneri, ikincisi ben hala parmak boyasını savunanlardanım. Mükerrer oyun önüne geçilebilmesi için uzun yıllar parmakları boyanmış yurttaşlarız, bu yine uygulanmalıdır. Partilerin eşitliği söz konusu olduğunda ise evet,  anayasal düzlemde, Siyasal Partiler Kanunu düzleminde Seçim Kanunu düzleminde partiler kağıt üstünde eşittir ama bu eşitlik hayatta, fiiliyatta uygulamada, pratikte karşılık bulmuyor. Büyük partiler lehine, zenginlerin desteklediği partiler lehine, ana akım partiler lehine, yerel yönetimlerde hep belediyesi olan partiler lehine değiştiğini gözlemleriz. Bunu değiştirmek için önümüzde 14 Mayıs’a kadar yapılabilecek şeyler çok sınırlı, belki kamuoyu baskısıyla yeniden parmak boyasının kullanımı, oy pusulasının seçmen sayısı kadar basılması konusunda değişiklik sağlanabilir. 

■ Milli Eğitim Bakanlığı sınavsız yüzlerce şube müdürü atamış, “en son 13 yıl önce bu yöntem yapılmış ve atamalar iptal edilmişti” diyor. İktidar, seçime kadar ne kazanırsak kazanalım, Türkiye’nin en güzel köşelerine de siteler, binalar yaptıralım anlayışıyla hareket ediyor, bunlar da yolsuzluk değil midir, hesabı sorulmaz mı?

Hukuka aykırı bütün bu işlemler sadece parasal anlamda değil, bunlar çok büyük rant getirici işlerdir ama hukuka aykırı bütün eylem ve işlem hukuktan dönmelidir. Biz hukuk devleti tanımını hem anayasa hukukçuları, hem siyaset bilimciler olarak nasıl yaparız; devletin her türlü eylem ve işleminin kaynağını anayasa ve yasalardan alması, devletin her türlü eylem ve işleminin yargısal denetime açık olması. Şimdi, tam da seçim öncesinde yapılan bu açıktan atamalar, kanunu arkadan dolanmalar, seçimin hemen öncesinde imar plan tadilatları, bu rant ekonomisinin sadece doğaya, çevreye, ormanlara, tarihsel değerlerimize vermiş olduğu büyük zararları değil, aynı zamanda ekonomik gelişmeye, hukuk önünde yurttaşların eşitliğine, iş dünyası bağlamında bakarsak rekabet koşullarına ne kadar aykırı olduğunu da gösteriyor. Buna Türkiye’nin duyarlı yurttaşları, Cumhuriyetçileri, meslek odaları karşı çıkmakla kalmamalı, buna iş dünyasının da, müteahhitlerin de karşı çıkması lazım. Çünkü bu iş dünyası açısından da eşit, serbest rekabet ortamının yok sayılması demektir. Buralarda bu ihalelerin kime gideceği, o koca koca konutları kimlerin yapacağı zaten belli, hem yerel bazda, hem ulusal ölçekte belli. Bu açıklamalara karşı çıkmak sadece muhaliflerin, duyarlı gazetecilerin işi olmamalı, mağdur olmuş sınav kazandığı halde atanamamış milyonlarca öğretmenin de bu işin takipçisi olması gerekiyor.

 ■ Ekrem İmamoğlu’nun umreye gidişi, illeri dolaşması da geniş kesimler tarafından seçim çalışması olarak değerlendiriliyor. Kılıçdaroğlu’nun karşısına kendi partisinden birinin çıkması ihtimalini ve böyle bir durumda İBB’nin de AKP’ye geçecek olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Siyasal hayatın bir teorisi, bir de pratiği var. Pratikte şunu gözlüyoruz, siyasette böyle büyük büyük sözler verilmez, verilirse de genellikle tutulmaz. Eğer İmamoğlu seçildiği günden bu yana İstanbul’u hakkıyla yönetse, tamamıyla buna odaklansa 5 sene sonra İstanbul’da başarılı bir belediye başkanlığı yapmış bir isim olarak Türk siyasal hayatında istediği her yere gelebilir ama eğer İstanbul’daki performansı başarılı olmazsa İBB Başkanı nasıl kampanya yaparsa yapsın, hangi partilerin desteğini alırsa alsın bir yere gelmesi çok zor olur. O yüzden, normal olan, doğal olan -zaten genç bir siyasetçi- İstanbul’a odaklanması ve İstanbul’u hakkıyla yönetmesidir, çünkü gerçekten büyük bir seçmen desteğiyle, büyük umutlarla seçildi, bundan sonraki başarısının anahtarı büyük mitingler yapmasından geçmez, İstanbul’da oturup 24 saat İstanbul’a hizmet etmekten geçer.