Muhalefet partilerinin YSK’yı Anayasal suç işlememesi konusunda uyarması gerektiğini vurgulayan Haluk Günuğur “Muhalefet, mağduriyet yaratmama baskısıyla, Erdoğan’ın yüzde sıfır olan adaylık ihtimalini ortadan kaldırıyor” dedi.




Cumhurbaşkanı Erdoğan “Seçimin 14 Mayıs’ta yapılacağını” söyledi, “Bu erken seçim değil, seçimi öne almak. Cumhurbaşkanı’nın yetkisi var, bu yetkimi kullanacağım. Kararımızı 10 Mart’ta açıklayacağız” dedi. Bugüne kadar net olarak öğrendik ki bu kararı Meclis’te 360 milletvekili almıyorsa, Meclis yerine cumhurbaşkanı kararıyla seçim öne alınıyorsa Anayasa’ya göre “Cumhurbaşkanı Erdoğan 3’üncü kez aday olamıyor”. Erdoğan seçim tarihi kararını 10 Mart’ta açıklayacaklarını ve sonra da süreci Yüksek Seçim Kurulu’nun değerlendireceğini söylüyor ama “kendisinin aday olabilmesini” de YSK’nın değerlendireceğini söylemiyor. Acaba YSK’nın mevcut şartlar altında, Anayasa’ya rağmen bu kararı vermesi mümkün mü, yoksa “ağır bir suç işlemiş” mi olur? Yani, vatandaşlar için yasalar işletilirken Türkiye’yi yönetenler ve devlet kurumları Anayasa’yı bile ihlal edebilir mi? Bu konuları ve ABD’den gelen Türkiye karşıtı açıklamaları konunun en uzman isimlerinden biriyle; Doğru Parti Genel Başkan Yardımcısı, devlet deneyimine ve uluslararası deneyime sahip Hukukçu Prof. Dr. Haluk Günuğur’la konuştum. 

■ Sayın Günuğur, önümüzdeki seçimler için oldukça kaotik bir tablo var, Anayasa’ya uymadığı halde seçim tarihi ile Sayın Erdoğan’ın adaylığı konusundaki çelişki taşıyan kararın YSK’da olduğu söyleniyor, muhalefet partileri de bu nedenle itiraz edemeyeceklerini belirtiyorlar. Gerçekten siyasi partilerin hukuken hiçbir itiraz hakkı yok mu?

YSK’nın kararı kesin karar, ona karşı Anayasa Mahkemesi’ne bile gidilemiyor ama biz parti olarak dilekçeyle YSK’ya başvurduk, hukuki metni ben hazırladım, Sayın Serdaroğlu imzalayacak ve YSK’ya gönderiyoruz. YSK büyük olasılıkla bunu dikkate almayacak; “Ben kendim yaparım, benim kararım da kesindir ve son karardır” diyerek kestirip atacak ve seçimlere girilecek. O zaman toplumsal reaksiyonun sandıklarda olması lazım ama bu hükümet değiştikten sonra o YSK üyeleri hakkında mutlaka “Anayasa’yı ihlal suçundan” dava açılması lazım. Cumhuriyet Başsavcılığı’nın devreye girmesi lazım. Aslında yapılabilecek en önemli şey şu; ciddi bir toplumsal reaksiyonu ortaya koymaktır.  

İKTİDAR DEĞİŞTİKTEN SONRA HESAP SORULACAKTIR!


■ YSK Anayasa dışına kendisi çıkarsa siyasi partilerin seçim öncesi başvurabileceği hukuki bir çözüm yok mu?

Yok, çünkü YSK Kararları son karar ve temyize tabi değil. Öyle bir hukuki süreç var maalesef, kilitlemişler orada sistemi, ancak iktidar değiştikten sonra bunun hesabı sorulur ama onun öncesinde de bunu protesto etmek için biz parti olarak karar açıklanmadan evvel YSK’nın önüne giderek Anayasal çizgiler dahilinde gösteri hakkımızı kullanacağız. Biliyorsunuz YSK’nın 5 üyesi değişiyor ve yeni üyeler geliyor, eğer siyasi iktidara yakın üyeler gelirse bu söylediğim maalesef kesinleşecektir.

■ Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Sayın Süheyl Batum “YSK dokunulmazlığa sahip değil, kendi imzasıyla verdiği resmi evrakların tersine karar veremez, eğer Erdoğan’ın 3’üncü kez cumhurbaşkanı adayı olmasına onay verirse Anayasa’da yazan hükmü bilerek ihlal etmiş olur. YSK üyelerine derhal dava açılabilir” diyor. Bütün siyasi partiler susup kabullenmek yerine şimdiden YSK’nın önüne giderek bunu anlatmalı değil mi?

Onu biz söylemeyi planlıyoruz zaten ama diğer siyasi partiler “Aday olsun, biz zaten kazanacağız” diyorlar ama tabii bu böyle olmaz. Şu anda Cumhurbaşkanı’nın tekrar aday olma ihtimali hukuken yüzde sıfır, siz bu sıfır ihtimali ortadan kaldırıyorsunuz. Biliyorsunuz seçimlerde de bir takım usulsüzlükler yapılıyor, daha evvel bunlar yapıldı, yaşandı. YSK 4 pusulanın birini geçersiz saydı, üçünü geçerli saydı.



■ Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki cumhurbaşkanlığı mazbatası elinizde. Bu mazbataları YSK’dan mı aldınız?

Genel Başkanımız Sayın Rıfat Serdaroğlu mazbataları Yüksek Seçim Kurulu'nun kendi sitesinden çıkarttırdı, kendi web sitelerindeki belgeler zaten gerçeği ortaya koyuyor.

■ YSK “Anayasa değişikliği yapıldı, 2’nci kez aday oluyor sayılır, aday olmasında engel yoktur” diyebilir, tüm muhalefet partilerinin “Resmi evrak olan mazbataların altında YSK’nın imzaları var, bunun tersine karar verirse Anayasa suçu işlemiş olur” diye şimdiden, YSK kararı açıklamadan önce ısrar etmesi gerekmez mi? Mühürsüz oylar konusunda da büyük tepki verilse belki yapılamayacaktı. 

Öncelikle muhalefet partilerinin 14 Mayıs olarak verilen seçim tarihi için Meclis’te Cumhur İttifakı’na destek vermeme sözlerinde sonuna kadar durması gerekiyor. Yüksek Seçim Kurulu’nu uyarma konusunda da biz ittifak olarak bir an önce 6’lı masaya, diğer muhalefet partilerine, sivil toplum örgütlerine, meslek örgütlerine bu duyuruyu yapacağız. YSK’ya “Bu konuda önünüz o kadar da boş değil, partiler olarak, sivil toplum olarak sizi anayasal bir suç işlememeniz için uyarıyoruz ve bunu dünyaya ilan ediyoruz” demek lazım. Sanıyorum 3-4 güne kadar 4 partiyle (Doğru Parti, Zafer Partisi, Memleket Partisi ve Adalet Partisi) ittifak tamamlanıyor, ilk iş olarak bunu vurgulayarak ciddi bir eylem yapılacaktır. Bu işin ipini biz çekeceğiz ve bütün duyuruları da yapacağız.

Recep Tayyip Erdoğan “Bu 2 aşamalıdır, ben kendi hakkımı kullanarak seçimlerin yenilenmesine karar veririm ama önce bekleyeceğim, belki de Anayasa’nın 116’ıncı maddesine göre muhalefet partileri seçim tarihi konusunda bizim teklifimizin yanına gelirler” dedi, yani eğer muhalefet partileri bunu yapar ve 360 oyla seçime karar verilirse benim tekrar aday olmam gerçekleşebilir diyor. Bir yorumcu CHP’nin yaklaşımı olarak “Biz size 26 eksik oy için destek verebiliriz ama benim beklentilerim de var, bunları karşılarsanız destek veririz, tekrar aday olabilirsiniz” diyor. Çünkü Erdoğan’ın 3’üncü kez aday olabilmesinin tek yolu Meclis kararıyla erken seçime gidilmesidir ve 360 oyun bulunması için CHP, İYİ Parti veya HDP’nin desteği gerekiyor. YSK’nın açıklama yapması için daha bir süre var. 6’lı masa “Ancak 6 Nisan’dan önce seçim tarihi verilirse destek veririz” demişti, oysa 14 Mayıs 6 Nisan’ın sonrasına geliyor. 

■ YSK seçimde çıkıp “AKP ve Tayyip Erdoğan kazandı” derse muhalefet partileri ne yapacaklar?

Bizim reaksiyonumuz, daha önce sokaklara çıkıp demokratik protesto hakkımızı kullanmak. Cumhuriyet Başsavcısı biliyorsunuz AKP’ye yakın bir isim, talepleri dinlemiyor, dava açmıyor, Anayasa Mahkemesi’ne gitmiyor. Yani maalesef işin kilit noktalarına yerleştirilmiş hakimler, savcılar var, onlar sistemi içerden bloke ediyorlar.

■ YSK, 2018’de “Recep Tayyip Erdoğan 13’üncü cumhurbaşkanıdır” demiş. Demek ki 2014’te 12’nci, 2018’de 13’üncü cumhurbaşkanı idi. Peki, şimdi YSK kendisi bunu söylemişse nasıl olacak da aynı YSK 3’üncü kez için onay verecek?

Daha henüz izin verip vermediği de meçhul ama büyük olasılıkla verecek. Burada Anayasa’nın öngördüğü ikili bir sistem var. Anayasa’da ana kural Madde 101’e göre “bir kişi en fazla 2 defa cumhurbaşkanı seçilebilir” bu net. Buradan hareketle 116’ncı maddeye bir fıkra eklediler; “Eğer cumhurbaşkanının 2’nci döneminde seçimlerin yenilenmesine karar verilirse cumhurbaşkanı 3’üncü kez aday olabilir” diyor.

“KENDİN PİŞİR, KENDİN YE” GİBİ


■ Ama burada Meclis karar vermiyor, kendisi karar veriyor, kararname ile seçime gidilecek.

Bir halk deyimi vardır ya; “kendin pişir, kendin ye” diye, bu da öyle. Seçim tarihini kendin koy, kendin aday ol, hukukta böyle bir şey. Cumhurbaşkanı Anayasa’nın 104’üncü maddesinin A fıkrasının 6’ncı paragrafındaki “seçimlerin yenilenmesine” karar verirse kendisi aday olamaz zaten, başka birini göstermesi lazım ama şu ana kadar Cumhur İttifakı ikinci bir aday ismi ortaya koymadı, kendisi aday olmak istiyor, zaten bunu da açıkladı. Ama bu hukuken imkansız, bunun tek yolu Meclis’in 360 oyla erken seçime karar vermesidir ve şimdilik bunu bulamayacakları görülüyor.

İktidar bunun “Seçimi yenilemek” olduğunu söylüyor, seçimin üstünden 4 yıl geçtikten sonra eski seçimi yenileme olur mu, bir hukuk hocası olarak aklım almıyor. Bu dönem zarfında mazbatası da iade edileceği için yapmış olduğu bütün işlemler “yok hükmünde” olur, yaptığı bütün büyükelçi atamaları, bütün uluslararası anlaşmalara attığı imzalar, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmayla ilgili imzalar, hepsi yok hükmünde sayılır. Dolayısıyla, seçim yenileme değil bu, belki bir erken seçimdir. 

BÜTÜN MUHALEFET BLOK HALİNDE HAREKET ETMELİDİR


■ Bütün bunları düşünen var mı sizce, Cumhurbaşkanı istediği kararı veriyor.

Bu doğru, Türkiye hukuk devleti olsa böyle bir şey söyleyemez zaten. Buna karşılık muhalefetin de çıkıp gereğini yapması lazım. Bütün muhalefet blok halinde hareket etmelidir, HDP’yi de dışlamamak lazım, HDP Türkiye’nin bir gerçeğidir, 3’üncü büyük partidir, cumhurbaşkanı seçimine karar vermede de çok önemi vardır. 

TEK ADAY OLMA ŞANSI MECLİS KARARIDIR


■ Seçime eski seçim kanunuyla girilmesi mi gerekiyor sizce?

Erdoğan seçim tarihi için “14 Mayıs” dedi, bundan 60 gün öncesinde seçim başlıyor, bu 14 Mart’tır, kendisi “10 Mart’ta açıklayacağım” dedi. Yasadan okuyorum; “oy verme gününden geriye doğru hesaplanacak 60 günlük sürenin ilk günü seçimin başlangıç tarihidir”, propagandalar o tarihte başlar, adaylıklar ortaya çıkar, adaylıklara YSK’da itirazlar olabilir, o 60 günlük süre seçimin içidir aslında, seçim sadece oy verme değildir.  Ve seçimin başlangıç tarihi -60 gün geriye gidildiğinde- 6 Nisan’dan önceye düşüyor ve eski seçim kanunun alanına giriyor, bu çok önemlidir. 6’lı masa bu maddeyi bilmiyor olabilir mi? Eski kanunun uygulanması konusunda da yasa ortada olduğuna göre muhalefet, iktidarın bu baskısını da kabul etmemelidir. Cumhurbaşkanı’nın tek aday olma şansı Anayasa2nın 116’ncı maddesi, 3’üncü fıkrasındaki Meclis kararıdır, bunu sağlarsa ne ala, sağlayamazsa geçmiş olsun.  

Bir an için bunu “seçimlerin yenilenmesi” olarak kabul edelim, 4 yıl sonra olmaz ama kabul edilse bile o zaman da 360 oy isterim ben, muhalefet o desteği vermezse bu olamaz. Buna rağmen “olur” diyerek yaparlarsa antidemokratik bir eylem olur, hukuki karar olmaz, fiili bir durum olur, “Ben yaptım oldu” noktasına gider, bunu bir hukuk hocasından yorumlamasını istemeyin. Bütün partiler ve halk elinden geleni yapmalıdır.


ANAYASA UYGULANACAK DİYE “MAĞDUR OLDUM” DİYEN VARSA, OLSUN


■ “Seçimden sonra mahkemeye gidilir” gibi yorumların hiçbir anlamı kalmayabilir, muhalefet partileri bu kadar Anayasa’ya aykırı yapılan seçimlere girerlerse kendileri de Anayasa’ya karşı gelmiş olmaz mı?

Eğer kendileri bu noktada yeri göğü inletecek çok ciddi bir tepki ortaya koyarlarsa sorumlu olmazlar. Ama 6’lı Masa ve Sayın Kılıçdaroğlu “Biz sandıkta yeneceğiz, onun aday olmasına takılıp kalmayacağız” dediler, bu durumda onlardan çok ciddi bir reaksiyon gelmeyecek gibi gözüküyor, bu doğru bir şey değil. “Mağdur olma fırsatı vermeyelim” diyorlar, ne demek, Anayasa’nın açık hükümlerini  uygulamakla mağdur etmek arasında bir bağlantı olabilir mi, eğer “Anayasa uygulansın” denince “mağdur oldum” diyen varsa olsun o zaman, aksi takdirde de Türkiye’ye “hukuk devletidir” diyemezsiniz. Sormak gerek, anayasaya ve yasalara uymak ne zamandan beri mağduriyet göstergesi oldu? Ayrıca 1 kişi mağdur olmasın diye, bu ülkenin vatandaşları mı mağdur olsun?

■ Muhalefet hesaplarını iktidarın değişeceği üzerine yapıyor, ‘Ya değişmezse’yi düşünmek gerekmez mi?

Tabii, biz onu düşünüyoruz, onun için de “girmemesi, başkasını aday göstermesi lazım” diyorum, Anayasa da bunu söylüyor, yeter ki hukuka saygılı olup Anayasa’yı göz önüne alsınlar. Parlamenter sisteme dönülürse ve yeterli oyu alırsa başbakan olur ama Meclis’e karşı sorumlu olur, şu anda sorumsuz. Türkiye giderek demokrasiden otokrasiye dönüyor, bu çok tehlikelidir. Bizim Doğru Parti olarak istediğimiz; Atatürk ilkeleri doğrultusunda -laiklik başta olmak üzere- Anayasa’nın ilk 6 maddesine sadık kalalım, hukuk devletini koruyalım ve buna inanan insanlar yanımıza gelsin. İnşallah Türkiye Anayasa’nın ilk 6 maddesini koruyacaktır.

“KUTLU DAVA” DEDİKLERİ İSLAM DEVLETİNE DOĞRU YELKEN AÇMIŞ GİDİYORUZ!


■ Eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Wall Street Journal’da “NATO’nun Türkiye’yi ittifaktan çıkarması veya üyeliğini askıya alması” çağrısında bulundu ve Erdoğan’ı birçok yönden eleştirdikten sonra Türkiye için “Avrupa’nın yeniden hasta adamı” dedi. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Bu “hasta adam” deyimi Osmanlı’nın son döneminde kullanıldı, günümüzde neden kullanıyorlar, bu dönemi o döneme benzetiyorlar. Neden? O dönemde de tek adam yönetimi vardı, bu dönemde de var, o dönemde demokrasi yoktu, bu dönemde de demokrasinin çok dışına taştık, bir de Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumuyla karşı karşıyayız. Dolayısıyla, biz aslında Avrupa’yı, NATO’yu filan bırakmışız. Biz “kutlu dava” dedikleri 2023 hedefi “İslam dünyasıyla entegrasyona”, İslam devletine doğru yelken açmış gidiyoruz. Batı istiyor ki; yine de Türkiye o taraflara kaymasın, bu ittifakların içinde kalmaya devam etsin ama ümitsizler. Bizim ülkemizin içişlerine karışılmaması lazım, bunun küstah bir açıklama olduğu doğru ama biz de Atatürk ilkeleri doğrultusunda, Anayasa çizgisinde, laik Cumhuriyet değerlerini savunmalıyız, kendimiz sahip çıkmıyoruz. Türkiye, büyük bir deprem öncesi olan öncü sarsıntıları yaşıyor gibi. Mesela paramiliter yapılar var, SADAT’ı var, Afganlar geldi, Ebabil Kuşları deniyor, Pelikanlar deniyor, bunlar demokrasi dışı örgütler. Bir de, TSK’nın envanterinden 118 bin tüfek kayıp, az uz bir şey değil, bu ne demek? Gazetelerde boy boy çıkıyor, bu silahlar nereye gitti, kime verildi? “İstanbul’a çökme” planı var, başörtüsü-LGBT ile ilgili denilen ama çok başka sonuçlara yol açacak Anayasa değişiklikleri veriliyor. Orada da bütün muhalefetin blok halinde Meclis’e girmemesi lazım, 6’lı Masa bu kararı vermelidir.

Göç konusunun da mutlaka çözülmesi lazım. Türkiye 1951 Cenevre ve 1967 New York sözleşmelerine imza attı ve  “Ben sadece Avrupa’dan gelecek kişilere göçmen statüsü veririm” dedi. Bu gelenler Avrupa’dan değil,  yani aslında sözleşmeye göre 2 yılda gönderilmeleri lazım ama kaç yıl oldu, hepsi kaldı, birçoğu sırf AKP’ye oy versinler diye vatandaş yapıldı. Bu olacak şey değil, bu 2 göçmen sözleşmesiyle ilgili kendi koyduğumuz rezervlere bile kendimiz uymadık.