Her şehidimizin ayrı bir öyküsü var. Yaralı olarak onların ilk asker hastanesine getirilişi, ilk tedavisinden sonra durumu ağır olanların Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi’ne sevk edilmesi bilinen bir durumdu. Aylarca tedavileri devam eden, defalarca ameliyatlara alınanlar da olurdu. Harp cerrahisi eğitimi almış doktorlar zoru başarırlardı. Örneğin; bacağında patlamamış fünye bulunan askerin ameliyatı, fünye patlamadan nasıl yapılacaktı?

Fünye her an patlayabilir, ameliyata alınan asker, ameliyatı yapan Prof. Dr. Ali Şehirlioğlu ve ekibi gibi o zorlu olayda hastane personeli de bomba imha uzmanları da parçalanabilirdi.  Bir yandan ameliyat yapıldı, bir yandan büyük bir titizlikle fünye etkisiz hale getirildi. Ameliyat bittiğinde yaptıklarına kendileri de inanamadılar. Olayı Prof. Dr. Ali Şehirlioğlu’ndan dinledim. Dinleyince, asker hastanelerinin niçin açılması gerektiğini daha iyi anladım. Son saldırılarda belki de bu kadar şehit vermeyecek, yaralılarımıza zamanında müdahale edilebilecekti.

SON NEFESİNİ BÖYLE VERDİ

Emniyet Genel Müdürlüğü’nden 1. Sınıf Emniyet Müdürü olarak emekliye ayrılan Nursel Soyuer Gündüz’ün anlattığı bir şehit öyküsü de tam anlamıyla can yakıcı. Nursel Hanım, ünlü şarkı sözü yazarı, gazeteci rahmetli Halil Soyuer’in kızı. 12 askerimizin şehit edilmesi olayı kuşkusuz O’nu da çok üzdü. Yıllar önce yaşadığı ve hiç aklından çıkmayan “Şehit anısını” bize şöyle anlattı:

“Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde nöbetçi müdürdüm. Diyarbakır’da PKK operasyonunda ağır  yaralanan bir polis memurumuz uçakla Ankara’ya gönderildi. Hemen hastaneyle görüşüp hazırlık yaptırdım. Memurumuz Esenboğa’dan ambulansla hastaneye getirildi. 20’li yaşlarda bir evlattı. Kendinde değildi.

Acil serviste gerekli müdahale yapıldı. Bir emniyet müdürümüzün yeğeni olduğunu da öğrenmiştim. Yaralı polisimin ailesi Düzce’den yola çıktı. Ben, onlar gelinceye kadar elini tutarak başından hiç ayrılmadım. Sürekli, ‘Evladım annen, baban yoldalar. Dayan, gelmek üzereler’ diyordum. Ben böyle konuşuyorum ama yaralımız hiç tepki vermiyordu.

OĞLUNU ÖPERKEN TAM O SIRADA

Annesi babası geldi. Babası, oğluna sarıldı, öptü, sonra gözyaşı dökerek, feryat ederek odadan çıktı. Annesi oğlunun üzerine kapanmıştı. Öptü, öptü. İşte tam o sırada vücudu tepki verdi. Gözleri hiç açılmadı. Annesinin elini sıktı ve son nefesini verdi.”

 Nursel Hanım, o anı hiçbir zaman unutmadı. Her şehit cenazesinde, bayraklı tabuta sarılan annelerin acısını, aynı o günkü  gibi yaşıyor.  Dün konuştuğumuzda, “Türkçe’mizde çok zorlandığımız durumlar için, ‘anamız ağladı’ deriz. ‘Yeter artık, yeter’ deyim değil, gerçekten analarımız ağladı. Yettiniz gariiii..Yeter, yeter  ağlatmayın analarımızı artık.

Yüreklerdeki  cam kırıkları biraz oynatılınca hemen kanatmaya başlıyor yaraları. Hepsinin anıları önünde saygıyla eğiliyorum” dedi.

Donmaktan böyle kurtuldular

Yalnız Irak’ın kuzeyinde askerimizin bulunduğu üs bölgeleri değil, Tunceli’de hem soğuk, hem karlı. O zorlu mücadelelere katılan askerlerden ileride kimin nereye geleceği belli olmuyor.  O dönem Tunceli Komando Alayında görevli Üsteğmen Arif Çetin, günümüzde orgeneral rütbesiyle Jandarma Genel Komutanlığı görevini yürütüyor. Dönemin Tunceli Ovacık ilçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Osman Kurt’tan 40 yıl önce askerin hangi koşullarda görev yaptığını dinliyorum:

“1984 yılı Aralık ayının sonlarında Jandarma Karakol bölgesi Kavaklar köyü sorumluluk alanında üç gün icra edilmek üzere bölgeye intikal edildi. Rakım 2000 metre civarı idi. Hava şartlarının bozulması üzerine geriye dönüşe başladık. Yolu yarıladığımızda kar, boran ve fırtınaya yakalandık. Elimizde bulunan sopalarla yolumuzu takip ederek zor şartlarda 100 metrelik yolu tam bir saatte kat ettik. Birlik personelimiz donmasın diye çok mücadele verdik. Sonunda karakola geldik.  

Üsteğmen Arif Çetin (en sağda), Yüzbaşı Osman Kurt (ortada en önde)

Sobaya ayaklarımı tutuğumda botumun taban kısmının eridiğini fark ettik. Hemen botu karakoldaki askerler çıkardı. Ayak parmaklarımın uç kısmının kararmaya başladığını gördük. Telefonla Tunceli’den aldığımız bilgiye göre normal suyla ayaklarımı ovuşturduk. Sabaha karşı karıncalanma başladı, ayaklarımı kurtardık.

ASKERDE OLMAYAN SİLAHLAR

Telsiz mesafesi o zamanlar 5 km idi. Birlik ve Tunceli ile telsizle irtibat mümkün değildi. Soğuk iklim ve kar şartlarına göre giyecek ve tesisat bugünkü ile mukayese edilemeyecek durumdaydı.

Terör örgütünün davranış biçimleri (taktik ve teknikler) aynen devam ediyor. 40 yıl önce terör örgütünün elinde 72 kanallı siber telsiz (kriptolu), RP 67 roketleri, Kanas makinalı suikast tüfekleri, Kalaşnikof, noktalayıcı ve gece görüş dürbünleri mevcuttu. Bizler bu silah ve teçhizattan o zaman mahrumduk.”

Osman Kurt, albay rütbesiyle emekliye ayrıldı. O gün donmaktan kurtulan Üsteğmen Arif Çetin de günümüzde Jandarma Genel Komutanı. Askerin kış koşullarında ne çektiğini en iyi bilenlerden...