İçişleri Bakanlığı’nın Nüfus İdaresi alt soy üst soy listelerini erişilebilir hale getirdiğinde ilginç bir tabloyla karşılaşmıştık. Anne ve babaanne tarafımın kayıtları 1840’lara kadar gidiyordu ama Ali Rıza dedemin Anadolu’daki hikayesi 1915’te başlatılmıştı.
Dedem elbette Anadolu’ya uzaydan gelmemişti. (Araştırmacı gazeteciliğin sağladığı avantajları da kullanınca dedemin köklerini bulmam zor olmamıştı. Rusya -Çarlık- ve Sovyet arşivlerinde aileyle ilgili 1825 yılına kadar geri giden bilgiler mevcuttu. Hem dedemin ve yaşıtlarının anlatımlarından dinlediğim, hem kayıtlardan gördüğüm, şu anda Gürcistan’da bulunan Ahılkelek bölgesindeki Türk (Terekeme) köylerinde yaşayanlar 1917’deki Sovyet Devrimi’nden birkaç yıl sonra güvenlik endişesinden Anadolu’ya göç etmişler.)
★★★
Dedemle sohbetlerimizde dikkatimi çeken en önemli şey şu olmuştu:
Ailenin Anadolu’daki hikayesiyle Cumhuriyet’in hikayesi birlikte başlamıştı.
Türkiye’ye geldikten bir süre sonra askere alınan dedem Edirne/Uzunköprü’de vatani görevini yerine getirmiş. Sohbetlerimizde Kars’tan Edirne’ye gidişini anlattırır, yaşadıklarını gözümde canlandırırdım:
20’li yaşlarda zayıf, yanakları çökmüş, kalın kaşlarının altında parlayan mavi gözleriyle, zayıf yüzünde olduğundan daha iri görünen kemerli burnu ve kulaklarıyla bir Mehmetçik. Üzerinde Sarıkamış Savaşı fotoğraflarından gördüğüm Mehmetçik üniforması, nasırlanmış ellerinde ahşap gövdeli eski bir piyade tüfeği...
“Bir ay sürdü varmamız” derdi.
“Tren kompartımanlarında, samanların arasında aç, susuz, uykusuz...” diye devam ederdi.
★★★
Dedemlerin Anadolu’yu yurt tutmasıyla Cumhuriyet’in Anadolu’ya kök salması da aynı dönemlere denk gelir.
■ O nedenle Cumhuriyet deyince aklıma gelen ilk kavram “Yurt” olur.
Dedemin kök saldığı Kars’tan, askerlik yaptığı Edirne’ye kadar uzanan bir Yurt!
Atatürk’ün “Hoşgelişler ola Mustafa Kemal Paşa” türküsü eşliğinde 1924’te Kars’a gelişi müthiş bir motivasyon olur bölgeyi yurt tutanlara.
■ Kürtler, Terekemeler, Yerliler, Azeriler, Türkmenler hep birlikte uyumluca yaşarlar. Zira kendilerini Atatürk’ün tanımıyla bir “ulus” olarak görürler. Cumhuriyet’in ikinci kazancı o ulus olsa gerek.
■ Şehirdeki gelişmeler, Cumhuriyet’in gelişimiyle paralel olur.
Cumhuriyet’in eğitim kurumları, sağlık kurumları, yavaş yavaş da olsa gelir Serhat kentine.
Kadınlar sisteme dahil olur.
Öğretmenler, ebeler, hemşireler yetiştirilir.
Dedem geldiğinde cahildir. Hemen öğrenir Latin alfabesini. Ardahan’dan Şamama Nenemi bulur ve evlenir. Muhteşem sesiyle, kurdukları ilçenin camisinde vaizlik yapmaya başlar. Cumhuriyet, Köy Enstitülerinden birini, Cilavuz’u tam da onların yaşadığı topraklarda açar.
Bu fırsat kaçar mı hiç? Kendileri cahilken çocukları okusun ister ve (Beşi kız) 8 çocuğunu da orada okutur. Biri hariç hepsini öğretmen yapar.
Cumhuriyet 20 yılda nasıl büyük atılımlar yapmış gelişmişse, Ali Rıza dedemin çekirdek ailesi de öyle gelişir. Okuyan çocuklar sayesinde yaşam standartları yükselir.
Bu gelişim fırsatını da Cumhuriyet sağlamıştır.
Ne zaman cahil anne babanın çocuklarının öğretmen oluşuna dair hikâyeyi dinlesem Cumhuriyet’in başka bir özelliği gelir aklıma: “Fırsat eşitliği...”
★★★
Ülke çok partili döneme geçer. Demokrat Parti iktidara gelir. Birlikte göç ettiği akrabalarının çoğu önce Demokrat Partili, sonra Adalet Partili olur.
Ancak dedem yurt tuttukları toprakları, Cumhuriyet’i, Cumhuriyet’in kendilerine sunduğu olanakları ve fırsat eşitliğini Atatürk’e, İnönü’ye ve onların kurduğu (kendi deyişiyle) Halk Partisi’ne borçlu olduklarını düşündüğünden, vefa gereği Halk Partisi’nden vazgeçmez. Ailedeki siyasi bölünme o kadar derinleşir ki Yahşi olan soyadını Zeyrek olarak değiştirir.
Daha sonraki on yıllar boyunca 68 kuşağıyla, 78 kuşağıyla, gençlik hareketlerinin yarattığı stresle geçer ömrü. Sağcı ülkücü yakınlarıyla solcu sosyalist çocukları arasında kalır. Onların birlikte yaşamasını arzularken, siyasi gerekçelerle ailenin bir kısmıyla yolları ayrılır.
Sovyet Rusya’sından kaçıp geldiği ülkede, muhafazakâr biri olmasına karşın kendi çocuklarının solcu/sosyalist olması ne kadar manidar değil mi?
12 Eylül, çocuklarının/torunlarının başına gelen tutuklamalar, gözaltılar çok canını sıkar ama yurtsever yanı hiç değişmez. Halk Partisi’nden hiç vazgeçmez.
★★★
1994 yılında kendisi veda ederken, geldiği yıllarda kurulan Cumhuriyet’in ilelebet yaşayacağını biliyordu. Geride torunlarıyla, torunlarının çocuklarıyla Anadolu’ya kök salmış, yurtsever fertleri olan ailesini bırakıyordu ve o aileyi, temelleri o aileyle aynı yıllarda atılan Cumhuriyet’e emanet ediyordu.
İşte bizim bugün itibariyle “Asırlık Bir Çınar” olacak Cumhuriyet’e duyduğumuz sevgimiz ve bağlılığımız, bir de yurtseverliğimiz tam da buradan geliyor.
YAŞASIN
CUMHURİYET!
NİCE 100 YILLARA