Bugün 2024 yılının son Pazar günü.
Neresinden baksanız maalesef kötü bir yıl geçirdik.
“Ben ekonomistim” zihniyetinin ekonomiyi savurduğu enflasyon sarmalı, dar ve sabit gelirli kesimi “Survivor” yarışmacısı gibi yokluk içinde yaşamaya mahkum ederken, yerel yönetim seçimlerinin kaybından sonra, muhalif kesim üzerindeki baskıları daha da artıran iktidarın, düşüncelerimizi cendereye sokmaya uğraştığı uygulamalarla geçti 365 günümüz.
Gözaltılar, tutuklamalar, ev hapisleri ve zindanlara mahkum edilen yaşamlar...
Dışarıyı, Suriye’de oluşan belirsizliklerle dolu tabloyu ve bu sürecin ülkemize yarar mı, yoksa zarar mı getireceğine yönelik sorular üzerinde durmak istemiyor, bunların cevabını zamana bırakıyorum.
Bu tatil gününde sizi karamsar duygulara sürüklemek değil niyetim.
O halde haydi gelin, biraz gülümseyelim:
★★★
Biz aile olarak yılbaşı geceleri, dışarıda lüks bir mekanda vur patlasın, çal oynasın diyerek eğlenenler kervanına hiçbir zaman katılmadık.
Hep PTT”ci (pijama, terlik, televizyon) olduk!..
Bir yılbaşı gecesi bütün kardeşler, ailelerimizle ablamızın Bakırköy’deki evinde buluştuk.
Yemekler yenildi, televizyon seyredildi, çocuklar ve torunlar kendi aralarında oynadılar. Milli Piyango çekilişine de biraz baktıktan sonra ayrılık saati geldi.
Herkese güzel yıllar dileyerek direksiyonun başına geçtim.
Alkolle aram iyi değildir. Hele o gece araç da kullanacağımdan, ağzıma alkol koymadım.
İş Bankası Evleri’nden ayrılıp, İncirli Caddesi’ne çıktık, oradan da E-5’e geçtik.
Yol boyunca sağımdan solumdan otomobiller ok gibi fırlıyor, bazıları yarış yapıyor, kimiyse slalom çekiyordu. Belli ki sürücüleri aşırı alkollüydü...
Çılgınca hızdan ürktüğüm için hem sağ şeritten dikkatlice gidiyor, hem de içimden “Bir çevirme olsa da bu trafik canavarları, başkalarına zarar vermeden yakalansalar” diye geçiriyordum.
Neyse Levent’te, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yol ayrımına geldiğimizde, beklediğim çevirme karşımıza çıktı.
Hemen sağa çekip, sıraya girdim ve ehliyetimi, ruhsatımı hazırladım.
Derken Hulusi Kentmen’i andıran babacan görünümlü bir polis memuru, elinde alkolmetre ile göründü. Ardında da çevre güvenliğini sağlayan, otomatik silahlı diğer polisler vardı.
Memur beni görünce “Abi siz içmezsiniz ki!..” deyip, alkolmetreyi üfletmek istemedi. Ben de; “Kardeşim bu gece yılbaşı, belki içmişimdir, lütfen kontrol eder misiniz?” diye ısrar ettim. Bu kez “Abi siz yalan söylemezsiniz ki!..” dedi ve ekledi:
“Üstelik ben Galatasaraylıyım!..”
O an ne diyeceğimi bilemedim.
Hemen arabadan inip, Yeşilçam filmlerindekine benzer babacan memuru kucakladım. Kendisine, meslektaşlarına, ailesine, çocuklarına güzel yıllar diledim.
Eve doğru hareket ettiğimizde çocukluğumun yılbaşı geceleri adeta bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başladı. Çanakkale’deki tek katlı evimizde 5 kardeş, radyodaki (o zamanlar televizyon yoktu) programları dinler, uyumamak için mücadele ederek tombalaya babamızın gelmesini beklerdik. Annem yemekleri ve çaydanlığı sobanın üstünde tekrar tekrar ısıtır, ama babamız bir türlü gelmezdi. Bizler de tombalayı oynayamadan uyur kalırdık.
Polislerin çalışma koşullarında o yıllardan bu yana değişen pek bir şey olmadı.
Adım gibi biliyorum ki çevirmedeki babacan polisin çocukları da babalarını bekleyerek geçireceklerdi yılbaşı gecesini. Ve onlar da gece yarısı sonrasında, tombala oynayamadan uyuyup kalacaklardı. Anneleri çaydanlığı tekrar tekrar ısıtacaktı...
Ama özlemle beklenen “baba”, ancak günün ilk ışıklarıyla eve dönebilecekti!..
Polis çocukları babalarına hasret büyürler.
Çünkü bayramlarda ve resmi tatil günlerinde herkes bir yerlere gidip eğlenirken, polisler çalışır ve yurttaşların huzur ve güven içinde dinlenmelerini sağlar. Öyle ki tüm kamu görevlilerinin tatilde oldukları günlerde bile polisler mesaidedirler.
Diğer zamanlar da ise zaten hep çalışırlar!..
Babalarına hasret büyüyen tüm çocuklara gönül dolusu sevgilerim ve en güzel yeni yıl dileklerimle...