Türkiye’nin ilk iletişim uzmanı, medya Profesörü Dr. Haluk Şahin’in uzun zamandır merakla beklenen anılarının ilk kitabı olan ‘Babıali’ye Son Tren’i bir solukta okudum.

Türk medyasının son 50 yıllık tarihine olayların tam ortasından yaşadıklarıyla ışık tutan Haluk Şahin; “Ben bu meslekte hem alaylı, hem de okullu olarak bulundum. İlk doktoralı iletişimci olsam da gazeteciliğin tüm ödüllerini aldığım gibi, işsiz de kaldım. ‘Nereden nereye geldik?’ sorusuna yanıt arayanlar cevapları burada bulacaklar. Okurken sık sık da şaşıracaklar” diyor.

★★★

Editörlüğünü Murat Attila’nın yaptığı “Babıali’ye Son Tren”, Haluk Şahin’in “Yarım Yüzyıllık Yolculuktan Notlar” başlığını taşıyan anılar üçlemesinin ilk kitabı olarak raflardaki yerini aldı.

Roman tadında, edebi dil ve sürükleyici bir anlatımla gerçek anılardan yola çıkarak kaleme alınan kitap, 1950’li yıllarda Bursa’da başlıyor.

Medyada dayanışma, direnç ve ihanetleri anlatan kitabı için Prof. Dr. Haluk Şahin şunları söylüyor:

“Bu anılar demetini yazarken “anı”nın bir edebi tür olduğunu hiç aklımdan çıkarmadım.

Her şey gerçek olduğu halde bazı okurlarım okurken bir roman tadı alacaklar.

Bursa’da, Ankara’da, Beyoğlu’nda, Manchester’da, Mekke’de, Washington’da geçen bir roman. İstikamet Babıali; Türk medyasının kalbi!..”

★★★

Bu yolculuk sırasında Malcolm X, Bülent Ecevit, İsmail Cem, Hıfzı Topuz, Cemal Süreya, Halit Refiğ, Oğuz Atay, Çetin Altan, Aziz Nesin, Doğan Avcıoğlu, Ercan Arıklı gibi nice isimler Haluk Şahin’e eşlik ediyor.

Bursa basını, edebiyat dergileri, TRT, Politika Gazetesi, Cumhuriyet Gazetesi, Nokta Dergisi...

Aslında onun anılarında anlatılan Türk medyası değil, Türkiye’nin kendisi!..

1961 Anayasası’nın açtığı alanda yeni kimliğini arayan Türkiye’nin daha özgür, daha bağımsız, daha halkçı ve daha kaliteli bir medya arayışı...

Sansürler, kapatmalar, mahkemeler ve yeni ufuklar...

Üçlemenin diğer kitapları olan ‘Babıali’nin Yükselişi ve Çöküşü’ ile ‘Babıali’den Sonra Hayat Var mı?’ adlı eserler yine BİZ Kitap tarafından yayınlanacak.

★★★

Gazeteci, emeğiyle geçinir, sadece toplumun doğru bilgilenme hakkına hizmet eder.

Araştırır, soruşturur, gerçekleri kurgular. 

Yıllarca birlikte çalıştığım kadim dostum Haluk Şahin, dürüst ve onurlu gazeteciler için bir kutup yıldızıdır.

O, bir kalem erbabıdır, yazı sevdalısıdır, hep üretkendir... 

“Ben hem mektepli, hem de okulluyum. Değişimleri medyanın içinde yaşadım!” diyendir...

★★★

Çok rahat okunan “Babıali’ye Son Tren”, gazeteciler, siyasetçiler, siyaset bilimciler ve gazeteciliğin ülkemizdeki tarihine meraklı olanlar için bir başucu kitabı.

İspanyol Şair Antonio Machado “Ey yolcu, tek yol senin ayak izlerin, başka yol yok. Ey yolcu, yol yok; kendi patikanı açarsın yürüdükçe. Yürüdükçe kendi yolunu açarsın” der.

İşte “aynı patikada yol yürüdüğümüz” eskimeyen dostum Haluk, kitabında bana da yer vermiş, sağ olsun.

Bakın nasıl söz etmiş benden;

“Uğur, benim Tuzla’daki Piyade Okulu’ndan, yedek subay bölük arkadaşım. (1965, 73.Dönem 3.bölük) Yaşı en küçük olduğu halde boyu en uzun olduğu için ‘kıdemli’ seçilmiş ve askerlik mesleğindeki becerisiyle de başta komutanlar, herkesin takdirini kazanmıştı. Gür sesiyle komutlar verip bizi rap rap öyle bir yürütürdü ki, iddiaya girerim, karşı tepeler bir daha böyle bir kıdemli ve böyle bir bölük görmemiştir!..

★★★

Askerlikten sonra izini kaybetmiştim. TRT’ye girdikten sonra bir gün baktım, Ankara-Mithatpaşa’daki apartmandan bozma televizyon binasının kapısında uzun boylu, dalgalı sarı saçlı, yakışıklı bir adam heykel gibi duruyor. Gelen geçenler ve özellikle kadınlar birbirini dürtüp onu gösteriyorlar. Yakından bakınca, bu yüzün bana yabancı gelmediğini fark ettim. Aaa, kıdemlimiz Uğur’du, bu yakışıklı! İki yıl önce Münih Olimpiyatları yayınlanırken televizyonda meşhur olmuş; daha o zamandan bir ‘yıldız’. Bizim sıkı Fenerli Tarcan’ın (Günenç) da iyi arkadaşı. Sarılıp öpüşüyoruz. Zaman zaman o da katılıyor bizim köfteci-kebapçı keşif seferlerimize. O gelince hemen servis hızlanıyor: Şöhretinin forsundan yararlanıyoruz. (S.80)

★★★

Uğur fiziken ve diksiyon olarak adeta televizyoncu olmak için yaratılmıştı. Üstelik herkese nasip olmayan bir star aurasına sahipti. Böyle bir evrensel tip vardı dünya televizyonlarında. Uğur hafta sonları tatil yapmak yerine montajcı dostu Hüseyin Karakaş ile kurgu odasına kapanıyor, geç saatlere kadar çalışıyordu. Stüdyo sunumu da iyiydi. Henüz stüdyo kameralarımızda prompterlar yoktu. Uğur, tüm sunum metnini kendi yazar, sonra baştan sona ezberlerdi. Onu koridorlarda ileri geri yürüyerek, ezber yaparken görürdük. Anadolu’yu karış karış dolaşıyor, ilginç konular buluyordu. ‘Yaşadığımız Günler’ adlı programda ekrana getirdiği tipler haftalarca konuşuluyordu. Bizim habercilik hocası Mr. Holsinger’in sözünü ettiği ‘Vay Canına!’ haberciliğinin en iyi örneklerini veriyordu. (S.117)

Merakla ikinci ve üçüncü kitaplarını da bekliyoruz “Babıali Üçlemesi”nin...