Asgari ücret, gelişmiş ülkelerde, çalışanların yaşamlarını onurlu biçimde sürdürmeleri için gereken alt sınırı ifade eder.
Bizdeki son asgari ücret artımı ise, bırakın onurlu bir yaşamı sağlamayı, sefaletin alt sınırını gösteriyor.
Bu gerçeği değerli meslektaşım Sedat Kaya, sosyal medya hesabında çarpıcı bir dille anlatmış.
Ben de ondan esinlenerek bu yazıyı kaleme aldım:
★★★
İstanbul’da bir kış sabahıydı.
Deli bir rüzgar sokaklarda kol geziyor, zor ısınan eski binaların pencerelerinden sızarak, insanları uykularından uyandırıyordu.
Ali, zamana direnen evin küçük bir odasında hem üşüyor hem de elindeki kâğıt parçasına bakmaktan kendini alamıyordu.
Ali’nin durup durup baktığı kağıtta 22.104 lira yazıyordu.
Yeni yıl boyunca alacağı maaş buydu!..
Gayrı ihtiyari mırıldandı:
Yirmiikibinyüzdört lira...
Yani yıldızlar kadar para!..
Bozdur bozdur harca!..
★★★
Buğulanan gözlerini kaldırdı, duvardaki haritaya baktı.
Avrupa’nın yeşil ve maviyle işaretlenmiş sınırları ona gerçek yaşamda erişilmez, masalsı bir dünya gibi görünüyordu.
“Acaba Lüksemburg’da asgari ücret ne kadar?” diye düşündü. Masanın üzerinde açık duran bilgisayarda birkaç arama yaptı. 2.571 Euro...
İçi burkuldu.
Düşünmeden edemedi:
Aynı dünyada, uçakla birkaç saatte ulaşılabilecek bir başka ülkede, insanın emeği gerçekten bu kadar mı farklı değerlenebilirdi?..
★★★
Sonra Fransa’ya takıldı bakışları.
Yeni yıl şarkılarının söylendiği, şenlik dolu Paris sokaklarını hayal etti.
Belki bir fırında kruvasan pişiren bir işçinin elindeki aynı hamur ona, Türkiye’dekinden çok daha fazlasını kazandırıyordu.
Merakını yenemeyip yine bilgisayara baktı:
Orada da asgari ücret 1.767 Euro idi.
Ali’nin cebindeki paraya çevirdiğinde, neredeyse üç katıydı!..
Oysa Ali de sabahın ilk ışıklarından gecenin karanlığına kadar çalışıyor, ona göre; bu parayı alan Fransız işçiden daha fazla emek harcıyordu.
★★★
Ali, hayatını 20.104 liraya nasıl sığdıracağını düşünürken bunalmış, ter içinde kalmıştı. Zira ekonomik kriz savrulmalarından yeni çıkmış Yunanistan bile 910 Euro ödüyordu işçisine…
Pencereden dışarı baktı.
İri çekirdekli, bol şıkırtılı bir yağmur başlamıştı.
Sokakta yaşlı bir simitçi, omzunda güçlükle taşıdığı, üzeri naylon örtülü tepsiyle ağır ağır yürüyordu.
Ali, bu yaşlı adamın belki kendi kazandığından bile daha az para için bu yükü taşımak zorunda kaldığını düşündü.
“Peki ya adalet? Evet, adalet bunun neresinde?” diye mırıldandı…
★★★
Yaşlı simitçi ağır aksak yürürken, karşıdan bir grup işçi tulumlu insan, yağmura rağmen şarkılar söyleyerek geliyordu.
Ali şaşırmıştı. “İnsanı sefaletin alt sınırına mahkum eden bu asgari ücrete bir işçi nasıl sevinebilir?” diye düşündü.
Dikkatlice bakınca işçilerin tutumlarının üzerinde “Hitachi Energy” yazdığını fark etti.
Aralarındaki işçi temsilcisi, Ali’nin şaşkın bakışlarla pencereden kendilerini izlediğini fark etmişti. Ona seslendi:
“Bize kimse zam vermedi. Biz onu emekten gelen gücümüzle ve yasaların sağladığı hakla aldık. 20 gündür grevdeydik. Bu sabah işveren istediğimiz yüzde 85 zammı verdi. Çünkü şikayetle, serzenişle hak verilmiyor, demokratik direnişle alınıyor!..”