Gerçeklerin gizlendiği, korkunun hüküm sürdüğü bir sistemde yalnızca özgürlük değil, hayatlar da tehdit altına giriyor. Bir kalemin ucundan dökülen yanlış bir rakamla milyonların yaşamı sona erebiliyor.
Çin’de, 1958-1961 yılları arasında yaşanan Büyük Kıtlık, sadece bir tarım politikası faciası değil, aynı zamanda dezenformasyonun nasıl öldürebileceğinin en acı örneğidir.
Çin’i hızla kalkındırma hayaliyle Mao Zedong’un liderliğinde başlatılan “Büyük Atılım” politikası, sonun başlangıcı oldu. Çiftçilerin özel mülkiyeti yasaklandı, ürünlerine el konuldu, hatalı tarım teknikleri dayatıldı ve sahte üretim rakamları bildirildi. Tüm bunların sonucunda, yanlış raporlar, korkuya dayalı bir yönetim ve eleştiriye kapalı bir sistem, bir ülkeyi felakete sürüklemek için yeterliydi.
Yapılan merkezi planlama hataları, bilim dışı tarım uygulamaları, politik baskılar ve sistematik dezenformasyon nedeniyle milyonlarca insan öldü.
★★★
Uygun iklim, verimli tarlalar, çalışkan köylüler düşünün ama şehirlerde insanlar açlıktan ölüyor. Neden mi? Çünkü üretilmeyen pirinç, “üretilmiş gibi” rapor ediliyor. Devlet, olmayan ürünleri başka bölgelere sevk ediyor ve köylünün tenceresi boş kalıyor. Çünkü bir korku zinciri, gerçeği yalanla boğduğu için gerçek, yukarıya ulaşamıyor.
Yetkililer, “her şey yolunda” diyebilmek için köylüleri susturdu. Yerel parti yetkilileri, gerçek üretim verilerini Mao yönetimine iletmekten korkuyordu. Bunun yerine “biz şu kadar ton pirinç ürettik” gibi abartılı rakamlar bildirdiler.
Bu şişirilmiş veriler doğrultusunda devlet, çiftçilerin elindeki tahıllara el koydu ve halkın ihtiyacı olan gıdayı “fazla üretim var” diyerek şehir dışına gönderdi. Oysa köylülerin elinde yiyecek kalmamıştı. Açlık hızla yayılırken, üst makamlara sürekli başarı hikâyeleri rapor ediliyordu.
Bununla da kalmadı bilim dışı yöntemler uygulandı. Pirinçler çok sık aralıklarla ekildi, tarlalar derin sürüldü, zararlılarla mücadele adı altında serçeler “tahıl yiyor” gerekçesiyle Çin halkı tarafından toplam 2,1 milyar serçe öldürüldü. Ancak bu olaydan sonra doğa bir nevi kendi adaletini sağladı. Serçelerin yok edilmesi, doğrudan çekirge ve böceklerin nüfusunda patlamaya neden oldu ve bu zararlılar tarlalarda ürün bırakmadılar.
Kimi bölgelerde insanlar ağaç kabuğu, çamur, hatta ölüleri yemek zorunda kaldı. Tüm bu felaketin temelinde sansür, korku kültürü ve sistematik dezenformasyon vardı. Çünkü en tepede, birileri “iyi gidiyoruz” demeye devam ediyordu.
Bu kıtlık, 30 ila 45 milyon insanın hayatına mal oldu. Bugün hâlâ tam sayı bilinmiyor. Ama bir gerçek çok net: Yalanın dozu arttıkça, insan açlıktan öldü. Kimi midesiyle, kimi vicdanıyla...
Tarih, insanoğluna defalarca aynı dersi vermeye çalışır ama ne yazık ki güç hırsı, ideolojik körlük ve yanlış yönetim bu dersleri anlamamıza engel olur. Çin’de yanlış tarım politikaları, gerçeklikten kopmuş liderlik anlayışı ve yönetim hataları nedeniyle milyonlarca insan açlıktan öldü. Üstelik bu kıtlık, doğal afetlerin kaçınılmaz sonucu değil, tamamen yanlış kararların ve göz ardı edilen gerçeklerin bir sonucuydu.
Bundan alınması gereken en büyük ders, hatalı politikaların inatla sürdürülmesinin bedelinin korkunç olabileceğidir. Dünya, hâlâ otoriter rejimlerin kendi hatalarını kabul etmek yerine toplumu susturduğuna şahit oluyor. Gerçekleri görmek yerine rakamlarla oynayan, eleştiriye kapalı olan ve halkın yaşadığı sıkıntıları önemsemeyen yönetimler, er ya da geç bir felakete yol açıyor.
Bu sadece Çin’in hikâyesi değil. Bu, tüm toplumların kulağına küpe olacak kadar evrensel bir ders.