Zor günlerden geçiyoruz.

Bir süredir çektiğim ve artık Allah’ın izni, birbirinden değerli doktorlarımızın teşhis ve tedavileriyle atlatmakta olduğum rahatsızlığım nedeniyle kimi zaman hasta yatağımdan izlemek zorunda kaldığım olaylara yeterince müdahil olamadığım için kendimle savaşıyordum bir yandan…

Fakat diğer yandan da “Uslu dur oğlum Mehmet, tıkanma meylindeki beyin damarlarını daha da zorlama” diyordu benliğim…

Ama duramıyordum da gazetecilik refleksiyle…

Tam da gazetecilerin gözaltına aldığı günlerdi…

Neyse ki benim de yönetim kurulu üyesi olduğum Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’nden basına yapılan baskılara karşı çıkılan açıklama bir nebze su tuttu yüreğime…

Bir yandan Ekrem İmamoğlu’nun hakkında açılan soruşturma sebebiyle gittiği Çağlayan adliyesini miting alanına çeviren ve çok önemli mesajlar içeren açıklamaları, yanında Cumhurbaşkanları adayları arasında adı geçen Mansur Yavaş’ın elini tutması, sanki aldığım serumların içine katılan vitamin etkisi yaratıyordu, umutlanmamı sağlayıp Türkiye adına…

Ve derken kararıyordu her şey “Atatürk’ün askerleriyiz” dedikleri için askerlerin ordudan ihraç edilmeleri…

Tam karanlık, tam karamsarlığa çevirirken dört bir yanı bu kez tüm Türkiye’den “Atatürk’ün askerleriyiz” haykırışları yükseliyordu binlerce, on binlerce…

Kara ve ak gibi…

Gece ve şafak gibi geçiyordu günler…

İçimde bir ses diyordu ki;

“Bu da geçer be Mehmet!...”

Bu millet ne badireler atlatmadı ki!

Bunu da mı atlatmayacak?

Hani Nazım Hikmet’in dediği gibi;

“Yeter ki kararmasın sol göğsünün altındaki cevahir!”

Karartmıyoruz da çok şükür!..