Maçın 45. dakikasına kadar hiçbir bağlantısı çalışmayan, bireysel çabalar dışında Göztepe karşısında hiçbir üretkenlik sağlayamayan Fenerbahçe izledik. Hücumdaki pas trafiğinin en kilit noktası olan Dzeko’nun, ilk 40 dakikada sadece 6 kez topla buluşması sıkıntının ana kaynağıydı. Ve maçta ilk kez pas bağlantısını kusursuz yapan Dzeko, penaltı kazandıran pozisyonun başlangıç noktasıydı.
Golden sonra odağını kaybeden Göztepe, ilk yarının bitiş düdüğünü beklerken uyudu ve Szymanski’nin müthiş pasında, ilk yarının Fenerbahçe adına en etkili ismi En Nesyri çabasının karşılığını tam bir golcü işi kafa vuruşuyla aldı.
Skor 2-0 olsa da, Fenerbahçe’nin oyunu ikinci 45 dakika için ışık vermiyordu. Bu noktada takım, Jose Mourinho’nun hamlelerine ihtiyaç duydu. Mert Müldür ve Ferdi Kadıoğlu’nun oyuna girişi hiçbir olumlu yansıma sağlamadığı gibi, Başkan Ali Koç’un saha içinde saldırıya uğramasından sonra Fenerbahçe’nin oyundan tamamen koptuğunu söylemek mümkün.
Son anlardaki Krunic ve Cenk Tosun hamleleri ise, dikiş gereken yaraya yara bandı yapıştırmak gibi oldu. Nitekim akacak kan damarda durmadı ve iki duran top organizasyonuyla iki gol yiyerek, Mourinho 2 puanı elleriyle Göztepe’ye hediye etti. Sahada yürüyecek hali kalmayan Dzeko’nun, oyuncu değişikliği hakkı olmasına ve kenarda İrfan Can-Oğuz Aydın gibi isimlerin beklemesine rağmen oyundan çıkmaması anlamlandıramadığım bir karar oldu. Dolayısıyla Göztepe deplasmanında 2-0 öne geçtikten sonra kaybedilen puan, net bir şekilde Mourinho’nun hanesine yazar.
Bir diğer konu ise, malum olaylar. Maç öncesi Fenerbahçe taraftarının ‘güvenlik’ bahanesiyle şehir dışında bekletilmesi, tribüne girebilen az sayıdaki taraftara hoparlörler vasıtasıyla yapılan ‘yüksek ses’ şiddeti başlı başına medeniyetsizlik örneğiydi. Düşünün, koskoca emniyet iki otobüs taraftarı güvenli şekilde stada sokmaktan aciz. İş burada da bitmedi.
Başkan Ali Koç’un sahaya girişi ve ‘akreditasyon’ kartı olan bir görevli tarafından saldırıya uğraması rezaletin diğer boyutuydu. Başkan Koç, belli ki, saatlerce eziyete maruz kalan taraftarına destek olmak istedi. Ama bunun usulü, maç devam ederken sahada olmak mıydı? Devre arasında tribüne gitmiş olsa da, maç başladığı an oradan ayrılmalıydı. Tansiyonun yükselmesine yol açması ve başkanın kendisini hedef haline getirmesi hiç doğru olmadı. Bu işi saha dışında çözüp, gerekeni sessizce halletmeliydi. Ama ona yapılan saldırı, Göztepe taraftarının takımlarına olan eşsiz desteğiyle ünlenen kimliğine hiç yakışmadı.
Hele hele deplasman tribününe konulan devasa hoparlörlerle, insanları kulaklarını sağır edercesine yüksek sese maruz bırakmak rezaletin daniskasıydı. Bu işi Fenerbahçe ve Galatasaray maçlarında görmeye alışığız. Aynı berbat uygulamayı iki kulüp karşılıklı olarak yapıyor. Ama Göztepe’nin de bu anlamsız savaşa ortak olmasına gerek var mıydı?
Merak ediyorum, Göztepe’nin sahibi olan Sport Republic’in Danimarkalı ve Amerikalı yatırımcıları, İngiltere’deki herhangi bir maçta aynı uygulamayı yapmaya cesaret edebilir mi? Aynı şirket, Southampton’un da sahibi. Southampton stadına gelen rakip taraftara, Fenerbahçe taraftarına yapılan eziyeti yapabilir misiniz? Hiç sanmam. Çünkü ne yazık ki, burada orman kanunları geçerli. Bu medeniyetsizlikten vazgeçin.