İngilizcede “democracy is mediocracy” diye bir deyim vardır. Mediocracy “vasatlık” demektir. Vasatlığın sözlük karşılığı “orta” demek olsa da, daha ziyade düşük kaliteyi çağrıştıran bir kelimedir. Abraham Lincoln, 1861-1865 yıllarında, ülkenin nüfusu 25 milyon dolayında iken 600 bin kişinin öldüğü Amerikan İç Savaşı’nı (Civil War) bitiren başkandır.  Bu savaş, ABD ile ABD’den ayrılmak isteyen güney eyaletleri arasında cereyan etmiş ve güneylilerin yenilgilisiyle sonuçlanmıştır. Savaşın kaderi belli olduktan sonra Kasım 1863’te Lincoln, Amerikan ulusunun kuruluş ilkelerini ve devletin kalıcı niteliğini anlatan ünlü Gettysburg söylevini verir. Bu söylev 275 sözcükten ibarettir. (Benim yazılarım ortalama 475 sözcüktür.) Söylev “Halkı, halk için, halk tarafından yöneten hükümetler ilelebet payidar olacaktır” ibaresiyle biter. Söylevin içinde sözcük olarak geçmese de bu ibare demokrasinin tanımı olarak kabul edilir. Yöneten de yönetilen gibi “halk” ise yöneticilerin vasat insanlar olması kadar doğal bir şey olamaz. Demokrasi, Aristo gibi bilgin ve soylu kişilerin ülkeyi yönettiği “aristokrasi” değildir. Ama yine de demokrasilerde “yöneten halkın” ortalama olarak “yönetilen halktan” daha tahsilli olduğu da bir vakıadır. Nitekim bizde de TBMM üyesi 600 milletvekilin 488’i, yani %81’i üniversite mezunudur. Bu oran 25 yaş üstü Türkiye nüfusunda %18’dir. Lakin Aristo değiliz hiçbirimiz!

GELİŞMENİN BİRLEŞİK KAPLAR KANUNU

Bir ülkenin toplumsal ve bireysel gelişmişliği, birleşik kaplar kanununa tabidir, diye bir söylem vardır. Bununla kastedilen şudur: Bir ülkede çeşitli dallarda faaliyet gösteren kurumlarının gelişmişlik düzeyi aşağı yukarı aynıdır. Mesela az gelişmiş toplumlar, hem olimpiyatlarda daha az madalya alır hem de üniversitelerinden daha az sayıda Nobel ödülü alan bilim adamı çıkarır. Aziz Sancar ve Daron Acemoğlu Amerika’da çalışmasalardı, Nobel ödülü kazanamazlardı. Bu, doğrudur. Ancak bu kabil örneklere bakıp “gelişmiş toplum, gelişmiş kurum, gelişmiş kurum gelişmiş birey yaratır” sonucunu çıkarmak yanlıştır. Bu gelişmemişliği değişmez kabul etmektir. Yanlıştır. Çünkü tersi yani “gelişmiş birey, gelişmiş kurum, gelişmiş kurum, gelişmiş toplum yaratır” daha doğrudur. Gelişme, her zaman ve her yerde bireyden başlar.

ARİSTOKRASİ OTOKRASİDİR

Bir süredir “yargı ve eğitim gibi kurumlarda yapısal reformlar yapılamadan, ekonomik sorunlar çözülemez” diye konuşmak moda oldu. Soru: AKP’nin anayasayı kökten değiştirmeyi istemesi, kendilerince “yargıda yapısal reform” değil mi? Milli Eğitim Bakanı’nın tarikatlarla iş birliği yapması onun ideolojisi yönünde “eğitim kurumunun kapsayıcılığını genişletmek” anlamına gelmez mi? Parlamentoya karşı sorumlu hükümet sisteminden çıkıp “cumhurbaşkanlığı hükümeti”ne geçmek AKP’ye göre “siyasette yapısal reform” sayılmaz mı? Bu iddia karşısında, seçilmiş vasatların yaptıkları değişikliler “yapısal reform” değil “deformasyondur” demek çifte standart olmaz mı? Çifte standart, demokrasiden ümidi kesmekten başka bir şey değildir. Demokrasi, yapısal reformların tepeden değil, tabandan alınan güçle yapılması gerektiğine inanmaktır. İster mühendis, ister işçi; ister hekim, ister hemşire; ister öğretmen, ister öğrenci; ister şoför, ister polis; ister bankacı, ister sanayici; ister yazar, ister muhabir olsun “vasat insanlar” kendi görevlerini iyi yapar ve dürüst olursa, kurumlar da toplum da ekonomi de kendiliğinden gelişir.

SON SÖZ: Kötü demokrasi, kötü otokrasiden iyidir.