Karaoğlan... Kıbrıs Fatihi... Halkçı Ecevit ya da Atilla!

Dürüstlük, beyefendilik, devlet adamlığı, saygınlık, saygılılık...

İncecik bir gülümseme...

Günümüz vahşiliğinde çoktaaan unuttuğumuz nezaket...

Hatası, yanlışı yok muydu? Kimin yok ki!

Seveni çoktu, sevmeyeni de vardı... Seven de sevmeyen de aynı yerde buluşurdu: İyi adam!

Bülent Ecevit.

Karaoğlan’ı herkes biliyor da Atilla ne peki?

Atilla, onun Kıbrıs Barış Harekatı süresince Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki kod adıydı! Rahşan Ecevit vefat edince Rum basını haberi şöyle verdi: Atilla’nın eşi öldü!

16 yıl olmuş... Bugün ölüm yıldönümü.

***

Türk siyasetine damga vurmuş Bülent Ecevit bir köşede nasıl anlatılır, ne yazılır ki?

Emeğe, emekçiye yaklaşımı mı, 1963’te Çalışma Bakanı olduğu dönemde Türk emekçilerine sendika, toplu sözleşme ve grev hakkı tanınmasındaki tarihi rolü mü?

Mavi gömleği mi, kasketi mi, barış güvercinleri mi?

Bir değil, iki değil sekiz kez suikaste uğraması mı?

Siyasetten yasaklanması mı?

Beş kez başbakanlık yapması mı, üniversite mezunu olmadığı için koalisyon partilerinin cumhurbaşkanlığı önerisini kabul etmemesi mi, Meclis’teki partilerin ‘aday olun, üniversite mezunu olma şartını değiştirelim’ önerisine ‘teşekkür ederim ama öyle şey mi olur, kabul edemem’ demesi mi?

Suudi Arabistan’da Medine Harem Şeyhi olan, Mekke’de 17 yıl şeyhülislam olarak görev yapan, Hz. Muhammed’den kalan evkafı (vakıfları) yöneten anne tarafından büyük büyük dedesi olan Hacı Emin Paşa’dan kalan dev mirası kuruşuna dokunmadan (340 milyon dolar) Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı’na bırakması mı yazılmalı?

PKK elebaşı Öcalan’ın memlekete getirilmesi mi?

Siyasi kariyerinin son günlerinde İş Güvencesi Yasası’nın Meclis’ten geçmesi için gece gündüz çalışması mı?

Artık anılarda kalan devlet adamlığı kavramına gösterdiği özen mi?

Naifliğinin armağanı şair yanını mı yazmalı?

Yoksa onu tanımayan gençlere; üzgünüm, o türünün son örneklerinden biriydi ve siz çok geç kaldınız mı demeli?

Laf kalabalığı etmeyeceğim. 

Bunları değil, Ecevitleri yazacağım!

Otobüste birbirlerinin omuzuna düşmüş başların sahipleri, Bülent ve Rahşan Ecevit’i... 

Deniz kıyısında, bir ağacın altında, patika bir yolda, darbecilerin sürgüne gönderdiği Zincirbozan’da, İstanbul’da Taksim Meydanı’nda, Zonguldak’ta, Ankara’da, Van’da, Hakkari’de, İzmir’de, güneşli bir günde, yağmur altında, buz gibi havada, yüreklerindeki sevinçle ya da kederle, iyi günde, kötü günde, bir tostun yarısında, ince belli çay bardağında, ölünceye kadar hep el ele olan Ecevitler’i.

Ben düşünemiyorum, o günleri bilenlerdenseniz eğer siz düşünebilir misiniz Ecevitler’den birini tek başına?

Rahşansız Bülent, Bülentsiz Rahşan var mı anılarınızda?

Sevgili eşinin, Bülent Ecevit’in ölümünden epey sonra Rahşan Ecevit’e sordular: Bülent Bey’i rüyanızda gördünüz mü?

Verdiği yanıt, deminden beri anlatmaya uğraştığım şeyi en kısasından, en güzelinden ve aşkla anlatıyor...




“İnsan her gün birlikte yaşadığı, konuştuğu kişiyi rüyasında görür mü? Ben akşam yatağa yatınca onun yanına yatıyorum... Hiç ayrılmadık ki biz!”

Ecevitli zamanlar kolay değildi, ama umuttu aynı zamanda... 

Tuttukları eli 60 yıl boyunca hiç bırakmadı Ecevitler.

Yalnız ve güzel ülkemize nasip oldu, aşık olup sevdiğine “Birlikte öğrendik seninle / avucumuzda yüreği çarpan kuşa sevgiyi” diyerek şiirler yazan, son nefesine kadar sevmesini bilen siyasetçiler.