Tarih 28 Aralık 1968... Ralp Gary, İtalya üzerinden İstanbul’a geldi. Güzel bir sevgilisi vardı, Patricia. Birlikte bir süre etrafta gezinince dikkat çektiler. Polisler de pirelendi, yakalayıp Karaköy’deki mali şubeye götürdüler.
Sarkık bıyıklı, iri kıyımdı. Aniden çifte silahını çekip bastı tetiklerine. Birkaç polis kanlar içinde oracığa yıkıldı. Karakoldan, Liman Lokantası’na kaçtı. Polisler arkasından gelince çatışma başladı, dört saat sürdü!
Sonunda makinalı tüfekli iki Amerikan ajanı geldi Karaköy’e, delik deşik ettiler Gary’yi. Vücudundan 62 mermi çıktı.
Ajanlar mı? Gary Amerikalı ve aranan bir gangsterdi çünkü...
Aslında olay bizim açımızdan rezaletti, ihmaller zinciriydi.
Camgöz lakaplı Gary ve sevgilisi İtalya üzerinden araçla Türkiye’ye gelmişti. Sevgilisi İstanbul’da kaldı, Gary İskenderun’a gidip iki kilo uyuşturucuyla döndü ve bir grupla uyuşturucu pazarlığı yaptı. Onlardan dönüş beklerken, bir başka grupla daha pazarlığa oturmuştu ki diğer grup polise ihbar etti onu.
Üç polis memuru elleriyle koymuş gibi Gary’i yakaladı, adamın tehlikesinden habersiz gözaltına alıp sevgilisiyle birlikte Galata’daki Kaçakçılık Bürosu’na getirdi, üstünü bile aramadılar.
Camgöz Gary bu boşluktan yararlandı iki otomatik tabancasını çıkarıp ateşledi. Yaralanınca aynı binanın ikinci katındaki Liman Lokantası’nda kendisine masa ve sandalyelerden siper yaptı, bizimkilerle çatışmaya başladı.
Sevgilisi ise çantadaki 2 kilo uyuşturucuyu atıp kargaşadan yararlanarak kaçtı ve Amerikan Konsolosluğu’na sığındı. Amerikalılar’ın Gary’den öyle haberi oldu. Bizimkiler Gary’nin Amerikalı olduğunu öğrenince konsolosluktan acil olarak FBI ajanı istedi. Ajanlar otomatik silahlarıyla gelip tehlikeyi bertaraf etti!
Ama asıl bomba yüzlerce polisin katıldığı dört saat süren çatışmanın ardından ortaya çıktı...
Gary aynı binanın ikinci katındaki Liman Lokantası’na değil de bir kat yukarıdaki çatıya kaçsa, oradaki kapıya yüklenip içeri girse yandı gülüm keten helva olacak, İstanbul yüzyılın felaketini yaşayacaktı. Çünkü o kapının ardı emniyetin deposuydu ve kısa süre önce yakalanan 11 ton mermi ile dinamit sözde orada korunuyordu!
Ailesi cenazesini istemeyince Camgöz Gary, Feriköy’deki Protestan Mezarlığı’na gömüldü. Cenazede biri mezarlık işçisi diğeri Amerikan konsolosluğu görevlisi olmak üzere iki kişi vardı. Mezarlık işçisi gazetecilere şunu dedi: Yıllardır mezar kazarım. En garibanı bile üç beş kuruş verir. Bu cenazeden tek kuruş alamadım!
***
Aradan zaman ve köprülerin altından sular geçti, Ay’a yolculuğa geri sayım yaptığımız 2023 yılına gelindiğinde memlekette şöyle şeyler olmaya başladı...
Mesela ülkesindeki işlerini bir süredir(!) Trabzondan, İstanbul’dan, Antalya’dan yürüten Gürcü mafya lideri Rezo, Trabzon’da Bulgaristan plakalı otomobilden inen iki Rus tarafından Türk plakalı aracının içinde öldürüldü! Saldırının perde arkasında Gürcistan ve Bulgaristan’daki mafya hesaplaşması olabileceği öne sürüldü.
Mesela Yeni Zelanda’nın başının belası ama dünyanın çeşitli ülkelerinde de kolları bulunan motosiklet çetesi Comancheros’un Dax lakaplı tepe ismi Hohepa Ngakuru’nun Türkiye’de yakalandığı ortaya çıktı!
Uyuşturucudan kara para aklamaya akla ne gelirse yapan Dax, Avustralya’nın başkenti Sidney’de rakip çetelerle girdiği bölge savaşlarından sonra hızla yükselmiş, Yüksek Komutan olmuş, serveti 100 milyon doları bulmuştu.
El Mito (efsane) lakabını da kullanan Ngakuru, Dubai’den Avustralya’ya ve dünyanın onlarca ülkesindeki işlerini uzun süredir Türkiye’den yönetiyordu!
Yani bir zamanların mafya liderleri, mafyacıkları, babaları, gangsterleri, uluslararası torbacıları geçerken uğradıkları memleketimizi günümüzde üs haline getirmişti.
Doğan Yurdakul’un Abi Kabadayılar, Mafya ve Derin Devlet adlı incelemesi var... Yurdakul orada şöyle diyor... “İnsanın aletle olan ilişkisinde nasıl Taş Devri, Yontma Taş Devri, Cilalı Taş Devri vardıysa mafya işinde de aynısı var. Sustalı devri, tabanca devri, cep telefonu devri, yeşil pasaport devri...”
Peki İçişleri bakanının dağda kaç PKK’lı kaldığını, ayakkabı numaralarına kadar söyleyebildiği, muhalif belediyelerde işe alınan bahçıvanların şeceresini sıralayabildiği, sınırlarımızdan izinsiz göç eden kuşların bile geçemediği, en son teknolojileri kullanan polis kadrosunun sürekli arttığı, savunma alanında danışmanlık ve askeri eğitim veren, misal ülkemiz için canla başla çalışan SADAT(!) gibi şirketlerimiz varken nasıl oluyor da oluyor bu işler?
Eskiden en azından biz çatışıyorduk mafya babaları ile, yetmeyince bizim çağırdığımız Amerikalı ajanlar hallediyordu çete liderlerini. Bugün durum çok farklı. Biz sadece bakıyoruz, onlar aralarında hallediyorlar her şeyi!
Peki neden böyle... İsimlerini bile söyleyemediğimiz baronlar, kara para aklayıcıları, çeteciler neden seviyor ülkemizi?
Mahallesindeki haksızlığa balıklama dalan eski kabadayıları bile korkutan memleketimizdeki saldım çayıra mevlam kayıra ortamı çok mu güvenli geliyor onlara?
İnsan merak ediyor valla!