Fenerbahçe, maçların ilk yarısını birer çöl misali boş geçiriyor artık. Geceye karışmış yıldızlar gibi sahada kaybolan oyuncuların, Twente’nin o geçen sezonki pırıl pırıl, deli dolu futbolunu unutmamış olması gerekirdi. Kadıköy’de 10 kişi kaldığında bile dirençten ödün vermeyen Twente, bir yanılgı yaratmıştı o 5-1’lik skorla. Rövanşta alınan 1-0'lık galibiyet, kağıt üzerinde zafer olsa da, sahada sıkıntının gölgesi dolaşmıştı.
Bu Twente, daha bir hafta önce Manchester United’ın kapısında eski tüfeklere taş çıkartacak cengaverlikteydi. Bu yüzden maçın başında baskın oynamaları, hiç de şaşırtıcı olmadı. Ancak Fenerbahçe’nin bu baskıya, neredeyse teslim bayrağını çekercesine karşılık vermemesi, ne futbolun izahıyla, ne de tarihin ruhuyla örtüşür.
İlk yarıda, rakip ceza sahasına 'beş' kuruş kıymetinde girilebildi, Twente ise bu girişimleri yirmiyle taçlandırdı. Ama ne gariptir ki, biri direkten dönen iki net pozisyon yakalayabildi Fenerbahçe. Üstelik bu iki fırsat, bir dakikanın içine sıkışmış, saman alevi gibi yanıp sönmüştü. İrfan Can ile Tadic’in topu kucaklayıp, oyunu bir masal gibi süslemeleri gerekirken, sahada masalsı olan tek şey, bu iki ustanın top peşinde adeta gölge kovalamasıydı.
İrfan Can’ın koca bir devrede, rakip sahada topla buluştuğu anlar, bir elin parmaklarını geçmiyor. Oyun kurmaktan öylesine çekinmiş bir Fenerbahçe ki, sanki korkunun soğuk nefesi her adımda ensede. Eğer bu kadar temkinli olunacaksa, İrfan Can’ın sahada varlık göstermesinin ne anlamı var? İki kanatta İrfan ile Tadic varsa, onların doğasına göre bir oyun inşa edilmeli. Ama sanki sahada boş bir formalite icabı koşturuyorlar. Oynamanın salt bir formaliteye dönüşmesi, Fenerbahçe’ye de, İrfan’a da ihanet olur. Mourinho İrfan'ı bu düzende oynatacaksa, oynatmasın daha iyi.
Ve Szymanski... Sezon başında üzerine yazılan parlak krediyi, o güzel vaatleri çoktan tüketti. Şimdi kara kaplı defterin sayfalarında, eksiler yan yana sıralanıyor. Onun durumu artık "formdan düşmüş" demekle geçiştirilemeyecek kadar derin bir uçurumda. Skor katkısının azlığı bir yana, en basit pasları bile veremez hale gelmiş, top sürmek ona eski bir hatıra gibi. Sanki her tehlikeli atağın önüne kendi eliyle duvar örüyor, bir de üstüne rakibe kontratak hediye ediyor. Twente maçında sahada kalmasının bir açıklaması yoktu. Mourinho’nun "keşke üç tane Szymanski olsa" sözüne inat mı kalıyor sahada bilinmez ama, Fenerbahçe'nin bu inatla, 'gol yemesi' kaçınılmaz.
Fred de aynı Fenerbahçe gibi, her geçen anla birlikte kendi içine kapanıyor. İrfan Can’ın yaşadığı dert onun da derdi olmuş; rakip kaleden uzaklaştıkça, etkinliği de buhar olup uçuyor. Fenerbahçe'nin oyun kurgusu, Fred’in sanatını göstermesine engel oluyor. O engel yükseldikçe, Fred basit işlerde bile takılıyor. Eskiden yüzünde neşeyle oynayan Fred, şimdi sürekli bir huzursuzluk içinde, arkadaşlarına kızan, bazen de öfkeden patlayan bir görüntü veriyor. Bu aralar Fred’in elleri ve kolları, ayaklarından daha çok çalışıyor.
Skor kağıt üzerinde kabul edilebilir olsa da, sahada izlenen oyun asla tat vermiyor. Aslında futbolcuların yüzünde de bu tatsızlığın yankısı var. Fenerbahçe’nin oyunu bir hüzün masalı gibi. Futbolcuların yüzleri düşmüş, sahada neşe değil, kasvet var. Milli ara öncesi bu kadar sessiz ve ruhsuz bir oyunla sahaya çıkmak, bay geçilecek haftayı karanlığa boğuyor. Fenerbahçe’nin, milli ara sonrası sahaya daha neşeli bir oyunla dönmesi şart. Belki de o zaman, yüzlerdeki somurtkanlık da, sahadaki gri bulutlar da dağılır.