“... Öte yandan Ortadoğu’da kalıcı barış, çağımızın en büyük küresel adaletsizliklerinden biri olmaya devam eden Filistin-İsrail çatışmasının adil ve kalıcı bir çözümü ile mümkün olabilir. Bu nedenle Filistin halkının uluslararası hukuk temelinde meşru hakları için verdiği mücadelede desteklemeye devam edeceğiz. 1967 sınırlarına dayalı, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve bitişik bir Filistin Devleti’nin yer aldığı iki devletli çözüm, İsrail’in de aradığı barış ve güvenliği bulmasını sağlayacaktır.”
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bu cümleleri 4 Ekim’de kaleme aldı.
Yani HAMAS’ın İsrail’e yaptığı saldırıdan üç gün önce.
Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’nın (SETA) Insight Turkey adlı dergisinde yayımlanan makalesinde Fidan, “Beştepe”nin yeni dönemdeki dış politika vizyonunu aktardı, stratejik öncelik ve hedeflerini sıraladı. “Manifesto” diye tanımlanan bu makaleye geçmeden önce düne dönelim.
Fidan Beyrut’ta dedi ki:
“Neredeyse uluslararası bir kabul haline gelmiş, 1967 sınırlarına dayalı, iki devletli, Kudüs’ün başkent olduğu bir Filistin devletinin kurulması konusunda artık uluslararası toplumun, ciddi bir adım atma zamanı gelmiştir.”
“(İsrail-Filistin) Uzun yıllardır hegemonik güçlerin elinde bulunan medya gücüyle oluşturdukları algıyla problemin gerçek tabiatını unutturduklarını, hem kendilerine hem dünyanın geri kalanına büyük bir yalan söylediklerini ve bu yalanı da kurumsallaştırdıklarını görmekteyiz, artık buna bir son verme zamanı geldi.”
“Birisinin toprağını işgal ediyorsunuz. İşgal etmekle kalmayıp evine el koyuyorsunuz, yıkıyorsunuz, dışarı atıyorsunuz, sonra bir başkasını getirip oraya koyuyorsunuz, sonra buna da bir terim buluyorsunuz ‘yerleşimci’ diyorsunuz. Bunun adı hırsızlıktır.”
“Buna benzer yalanların artık kabul görmediği son olan olaylarda da ortaya çıktı. Bu yöntem, ne İsraillilere ne Filistinlilere güvenlik ve barış getirmiyor, artık bu yalandan yapılan haksızlıkların, zulmün kılıflara sokulmasından artık vazgeçilmesi lazım.”
Bu açıklama ve tespitler doğru. Ancak... 4 Ekim’deki “manifesto”yu okuduğumuzda Hakan Fidan ve ekibinin “Amerika’yla ortaklık umudunun sürmesi” dikkat çekiyor:
“Türkiye’nin NATO müttefiki olarak ABD ile uzun süredir devam eden bir stratejik ortaklığı bulunmaktadır. Bazı farklı bakış açılarına rağmen, birçok bölgesel ve küresel meselede ilgilerimiz ve yaklaşımlarımız örtüşüyor. Yakın çevremizde ve ötesinde barış ve güvenliğin sağlanması açısından hayati önem taşıyan ABD ile önümüzdeki dönemde ortak çıkarlar temelinde ve geniş alanlarda iş birliğimizi güçlendirmeye çalışacağız. Ancak böyle bir iş birliğinin olmazsa olmaz koşulu, müttefik dayanışması ruhudur. Bu, birbirlerinin ulusal güvenliğini baltalamayı değil, güçlendirmeyi gerektirir.”
Esasa odaklanalım.
Dün, SÖZCÜ’nün manşetinde dediği gibi: “Amerika’nın Orta Doğu’daki büyük planının artık görün. Dostu düşmanı çok iyi tanıyın. BOP için pek çok ülkeyi karıştıran ABD, Suriye’de PKK’ya devlet kurduruyor. Daha önce Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’yi ateşe atan ABD, aynı karanlık senaryoyu şimdi Gazze’de, İsrail’e uyguluyor.”
Dışişleri Bakanı Fidan’ın dün Beyrut’ta yaptığı açıklamayla 4 Ekim’de SETA için kaleme aldığı “manifesto” çelişiyor. “İşgal etmekle kalmayıp evine el koyuyorsunuz, yıkıyorsunuz, dışarı atıyorsunuz, sonra bir başkasını getirip oraya koyuyorsunuz, sonra buna da bir terim buluyorsunuz ‘yerleşimci’ diyorsunuz. Bunun adı hırsızlıktır” cümleleri hırsızın kim olduğu konusunda bizlere net fikri veriyor ki Dışişleri’ne de verdiği için bu tespit yapılıyor. “Hırsızı” destekleyen Amerika’dır ve “Ortak çıkar” kalmamış gibi görülüyor.
Unutmayın: National Defense Authorization Act adlı kanun. Amerika’nın terör örgütüne verdiği desteğin hukuki alt yapısını bu kanun oluşturuyor! Yani... Milli Savunma Yetkisi Kanunu! 2015’ten bu yana kabul edilen 1209. hüküm, Amerika’nın YPG’ye verdiği desteğinin hukuki kılıfı. Okuyalım: “... ABD’yi, dostlarını ve müttefiklerini ve Suriye halkını, Suriye’deki teröristler tarafından kaynaklanan tehlikelere karşı korumak...” İşte bu noktada soru şu: Amerika Birleşik Devletleri’nin müttefikleri ve dostları kim? Akla ve pratiğe uygun olan yanıt tabii ki “Türkiye” olmalı! Öyle mi? Değil!