Yurdumuz bir güneş cenneti.

Özellikle Güney bölgelerimiz yılın 300 gününden fazla güneşli geçiyor.

Bu da dünya ölçeğinde kuzey yarımküre için az bulunur bir rakam.

Güneydoğu ve Akdeniz Bölgelerimiz tam bir güneş zengini.

Ancak bu bölgelerimizde güneşi hem yetersiz hem de yanlış kullanıyoruz.

Nasıl mı?

Bir kere çok ihtiyacımız olan güneş tarlaları kurmayı hala başaramadık.

Oysa 100 dönümlük bir güneş tarlasından elde edilecek enerjinin maddi ederi, o tarlaya ekilecek tarım ürünlerinin maddi getirisinden çok çok daha fazla.

Maddi getiri bir yana enerji sorununu bedavadan halletmiş olacağız.

Adana’da son yıllarda tarım ürünleri ve tarla artıklarından elektrik üreten santraller devrede.

Ancak bunlar yine oldukça maliyetli ve gaz salınımını yine üst düzeyde gerçekleştiren teknolojiler.

Oysa ben kurulum maliyeti dışında neredeyse hiçbir üretim maliyeti olmayan bir güneş tarlaları projesinden söz ediyorum.

Ülkemizde Konya ovasında yapıldığını biliyoruz.

Oysa Konya bölgesi Akdeniz bölgesine göre çok daha az güneşli bir bölge.

Neden Adana, Mersin, Hatay , Gaziantep, Şanlıurfa gibi bölgelere bu konuda ağırlık verilmez ki?!

Diğer ve önemli bir konu da güneş enerjilerinin tümünün eski tip teknoloji olması.

Adana ve Mersin’de hem kentlerde hem de yazlık tatil sitelerinin üzerlerinde tonlarca ağırlık var.

Bu ağırlık bilim adamlarının, inşaat mühendislerinin, deprem uzmanlarının istemediği bir gereksiz yük.

Çünkü binaların taşıdığı yük artıyor ve deprem anında bu ağırlığa göre tepki veriyor bina.

Özellikle, eski binalarımız ne yazık ki üzerlerindeki bu tonajlar hesaplanmadan yapılmış binalar ve depremler sırasında bunların olumsuz etkilerine hep birlikte tanık olduk.

Kaldı ki bu enerji sistemleri sık sık arıza veriyorlar.

Soğuk ve sıcak su depoları ile su sistemleri deliniyor, patlıyor, aşağı katlara su akıtıyor, damdan su sızmasına sebep oluyor.

Zararın bini bin para

Bu durum apartman yönetimi ile zarar görenler arasında da tartışmalara neden oluyor.

Aslında apartman yönetimi tüm bu riskleri dikkate almalı, sıkıntılı tesisatın sahiplerini yaptırmaya zorlamalı eğer başaramıyorsa olası bir sızıntı durumunda zarara uğrayanın masrafını karşılamalı.

En iyisi de eski teknolojileri bırakıp, artık damları yormadan, daha modern ve hafif güneş enerjisi sistemleri ile binaları hem sıcak suya hem de kısmen elektrik enerjisine kavuşturmak.

Bunlar yapılması hiç de zor şeyler değil.

Dünyada pek çok ülke, bu arada ülkemizde de bu sistemleri kullananlar uygulayanlar var.

Buna rağmen, bu dünyanın en ucuz, faydalı ve zararsız sisteminin bizim bölgelerimizde de kullanılmıyor olması tam bir soru işareti?

Sizce de öyle değil mi?...