Toplumun “açılım” ya da “barış süreci” ifadelerine duyduğu tepkiden korktukları için ya da kavramın çağrıştırdığı güvensizlikten etkilenmemek adına farklı iki ifade ileri sürdüler. Belki de bilinçli olarak ikisini birlikte kullanmayı tercih ediyorlar. Mütedeyyin vatandaşlar için “hayırlı başlangıç” uygun oysa “yeni paradigma” gençlere, düşün dünyası insanlarına yönelik… Paradigma biraz da sürece gizem katıyor ve işi basitlikten karmaşık kılıyor.
Paradigma bir solukta tanımlanacak bir kavram değil. Kavramın algoritma, strateji, ideoloji gibi yabancı kökenli ya da Türkçe kuram kavramıyla bağlantısı var ama hiçbirini yansıtmıyor. Siyaset bilimi açısından bakınca genel hatlarıyla değerler manzumesine dayalı bütüncül bir yapı olarak tanımlamak yanlış olmaz.
Mesela Türkiye, kurucularının tanımladığı gibi, “üniter”, vatandaşının ortak adı “Türk” olan, “laik” bir cumhuriyettir. Bu bütünlük bir paradigma olarak tanımlanır. Milletin adı, Atatürk’ün, “Türkiye cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir,” ifadesinde yer aldığı gibi “Türk milletidir”.
Laiklik ilkesi anayasaya daha sonra girmiş olsa da, esasen Ankara’da Meclis’in açılmasından ve cumhuriyetin ilanından itibaren “egemenliğin kaynağını” belirleme ilkesi açısından bakıldığında devletin laik olduğu gerçekliktir. Zira TBMM’de yasalar nassa göre değil, mecliste ortaya çıkan akla göre çıkarılmıştır.
Yeni paradigma tam da yeni bir kimlik tanımlama arayışı demektir ki mevcut paradigmanın yapı taşları olan Türk milleti ve laikliği ortadan kaldırmaya yöneliktir.
Yeni yapıyı belirlerken bir taşla birkaç kuş vurulmak istendiğini düşünüyorum:
- Yeni bir ülke ve devlet inşa edilmesi (Anasırı İslam olan Türk, Kürt, Arap kimlikleriyle),
- CB Erdoğan’ın ülkeyi yönetmeye devam etmesi,
- Yan ürün olarak Suriye’deki gelişmelerden duyulan rahatsızlıktan da kaynaklı olarak “Kürt sorununu” çözmek ya da “bu sorunu” çözmeyi birinci ve ikinci meselenin çözülmesinin eşliği/bahanesi haline getirmek.
Ortada bir sorun olduğu açıktır ve bu sorun Kürtler arasında mevcut olan ayrılıkçı damarın geçici olarak özerk, federasyon; kalıcı olarak ayrı devlet kurma arayışı ve bunu gerçekleştirmek maksadıyla teröre başvurmasıdır.
Ülkenin kuruluş aşamasında karşılaştığı Musul sorununun dönemin en büyük emperyalist gücü Britanya lehine çözümlenebilmesi için kurucusunun yukarda aktardığım tanımı gereği, “Türkiye halkının” ve “Türk milletinin” ayrılmaz parçası olan Kürt kökenli vatandaşların bir kısmı, daha başlangıçtan itibaren “Kürt devleti” kurma eğilimi içinde olmuştur. Ayrılıkçı hareket nüve halinde varlığını sürdürmüş, bir taraftan emperyalizmin kışkırtmaları diğer taraftan ülkenin “ulus devlet” olarak kurulmasına rağmen ulus devlet gibi yönetilmediği dönemlerin ürünü olarak Kürt ayrılıkçı hareketi serpilmiş ve bölücü nitelik kazanmıştır. 12 Eylül döneminin kimi uygulamaları da gerici damarı olduğu gibi ayrılıkçı damarı da büyütmüştür.
Geride kalan 40 yıl içerisinde Batı’dan destek bulan PKK binlerce insanımızın canına kıymış, öne çıkarılan güvenlikçi politikalar terörist unsurları etkisiz hale getirse de, bazı uygulamalar bölge halkıyla devlet arasında kurulmuş olan gönül bağını zayıflatmış, ülkenin zenginleşmesini de engellemiştir.
ABD’nin Birinci ve İkinci Irak müdahaleleri sonrasında ve özellikle 2011’de Türkiye’nin de dâhil olduğu BAAS rejimini çökertme adımlarından sonra mesele uluslararası nitelik kazanmış ve Suriye’de ortaya çıkan tablo Kürt ayrılıkçı hareketinin Irak’tan sonra bu ülkede de bazı avantajlar elde etmesine vasat yaratmıştır.
Bütün bu gelişmeler Cumhur İttifakı’nı yeni paradigma arayışına sevk etmiştir demek bir ölçüde doğru olabilir. Ancak Suriye’deki durum olmadan önce de AKP’nin özellikle 2007 sonrasında attığı adımlardan yola çıkarak, cumhuriyetin kurucu değerlerine karşı olduğu ve bunu değiştirmek istediği sır değildir. “Kurtuluş’a evet, Kuruluş’a hayır” sloganı 2017 halk oylamasında yüksek sesle telaffuz edilmiş ve toplumsal bellekteki izi yerli yerinde durmaktadır.
Atatürk, “Cumhuriyetin temeli kültürdür” derken “özgür ve eşit birey”, “egemen halk”, “bağımsız ülke” amaçlarını elde etmeye yönelmişti ve onun kültür tanımıyla medeniyet tanımı arasında özdeşliğe varan bir uyumluluk vardı. Oysa AKP, bireylerin eşitliğini etnik kimlikler üzerinden sağlama eğilimindedir. Israrla Türk kimliğini bir etnik kimlik olarak görmekte ve göstermektedir. Bu kimliği sahiplenen halkı bu kimlikten zaman içinde yoksun kılmanın aracı olarak da “sığınmacı politikasını” geliştirmiştir. Laik kimlikten ziyade dindar bir kimliği sağlamaya çalışmaktadır.
Tekrar edelim, yeni paradigma dedikleri ulusun kimliğini değiştirme operasyonudur.
Bu yeni paradigmayı çekici kılan iddia büyüktür. Sözüm ona, ülke ve bölge Kürtleri emperyalizmin ve siyonizmin tasallutundan kurtarılacaktır. Bu, bölgedeki Kürt etnisitesiyle federasyon olmaya gidecek büyük bir adımın tasarımıdır. Bu yanıyla emperyalizmin İran’a yönelik adımlarına destek olmayı da zorunlu kılacaktır. Önce büyüme, sonra küçülme; BOP’un gerektirdiği gibi…
Ulus devlet kimsenin etnik kökenini, mezhebini sorgulayan, birini diğerine tercih eden bir devlet değildir ve olmamalıdır. Aksine herkesin etnik kökenini korumasına, kültürünü geliştirmesine saygı duymayı gerekli kılar. Bu konuda hatalar yapıldığının altı çizilmelidir. Hatalarına rağmen cumhuriyet kanun önünde herkesi eşit kılmayı başarmıştır. Ne bu ilkeden taviz verilebilir, ne ortak vatandaş kimliği olan Türk kimliğinden, ne de Türk milleti adı altında ülkenin bütünlüğü ve siyasi birliğinden…
Kürtlerin ve diğer etnik kökenden olanların kimliklerini açıkça sahiplenmek talepleri saygındır ve çözümü basittir. Türkiye Cumhuriyeti Kimlik Kartına ek bir köken hanesi açmak ve arzu edene yazdırma seçeneği sunmak…
Diller de talep edenler için ikinci bir dil olarak öğretim konu ve kapsamlarına dâhil edilebilir.
Bunu talep etmek, samimi olarak Türk milletine bağlı olanların hakkıdır; devlet de buna yanıt vermek durumundadır.
Bu çözüm ayrılıkçıları durdurur mu? PKK/YPG silah bırakır mı? Hayır. Onlar devlet istemeye devam edeceklerdir. Irak’taki yarı devlet yapısının benzeri Suriye’de de ortaya çıkacaktır. Meseleye her iki ülkenin iç işi olarak bakmak mecburiyeti vardır.
Bunun dışında atılan/atılacak adımların hayırlı bir başlangıç olma olasılığı yoktur. Türkiye öyle potansiyel İsrail tehdidine boyun eğecek bir ülke değildir! Türk milleti de bölücülüğü benimseyecek bir millet değildir!
Böyle olmakla birlikte ne alınacağı şüpheli (terör bitirilecek) fakat ne verileceği henüz bilinmeyen (özerklik, federasyon vb.) bu al-vere karşı muhalefetin ve sivil toplumun birliktelikten yoksunluğu can sıkıcıdır.
Şimdi cumhuriyete sahip çıkma zamanıdır; algıcıların ve çalgıcıların oyununa gelmeden…