Son yıllarda çok moda. Millet nefes bile almadan izliyor televizyonda.
Ezel, Kurt Seyit ve Şura, İstanbullu Gelin, Doğduğun Ev Kaderindir, Kırmızı Oda, Masumlar Apartmanı, Camdaki Kız, Yalı Çapkını, Çöp Adam, Terzi...
Hepsinin reytingi para basıyor yayınlayan kanallara. Bu dizilerin ortak özelliği ise dizi başlarken gözümüze sokulan bir not: Gerçek hayat hikayesinden uyarlanmıştır!
Gerçeği pek severiz(!)
Öyleyse ‘gerçek hayattan’ üç beş seçki de ben yapayım. Üstelik iki sezon, üç sezon değil reytinginden ötürü aralıksız 21 sezondur devam ediyor!
Lokantaya gidilir karın doyurulur hesabı beklerken şakalaşılırdı... Ödeyemezsek, bulaşıkları yıkarız! Dünün bulaşık şakası tek adam idaresinde insanın suratına inen tokat gibi gerçek bir eğitim sahnesi oldu...
Okul ve aile birliği yöneticileri, istenen nakti bağışları ödeyemeyeceğini söyleyen velilere Öğrenci Veli Derneği Başkanı Ömer Yılmaz’ın dediğine göre şunu diyormuş artık... “Madem paran yok o zaman gelip okulu temizle!”
Trabzon’da manavın önünde durup meyve sebzelere bakan bir teyzeye mikrofon uzatılınca gerçek hayattan alınma Heves dizisinin bir sahnesi çıktı ortaya...
Teyze şunu dedi: “İnsan heves ediyor ama, alamıyor!”
Heves ettiği şey de sarayda smoothie yapmak için ejder meyvesi sanki. Bir salkım üzüm ya da kelek bir karpuz!
Belediyenin üç çeşit yemeği sembolik ücretle 6 liraya dağıttığı Mersin’de mahalle aralarında uzun kuyruklar oluşması, evlerinde bir kap yemek yapamayan kadın ve erkeklerin başları önde sessizce sıra beklemesi, gerçek hayat meraklısı yapımcılara ilham olur.
Bu dünyaya bir kez geliyoruz ve yaşayacak bir hayatımız var.
Gerçek hayat soslu janjanlı dizilerle uyutulurken biz, 20 bin metre yükseklikte, ultra lüks makam uçağının geniş toplantı salonunda ve seçilmiş gazetecilerin suskun şahitliğinde gerçeklerden uzak pembe hayaller pazarlanıyor.
Dünya liderimiz, ‘tek dünya, tek aile, tek gelecek’ diyerek dünya liderlerine ders verdiği G20 toplantısından dönüşünde, “Türkiye olarak tüm insanlığı ilgilendiren hususlarda aktif rol üstlenmeye devam edeceğiz. Küresel sistemin daha adil, daha kuşatıcı ve eşitlikçi yapıya kavuşması için çalışacağız” demiş ‘yahu millet okula giden çocuğuna su alamıyor, su’ diyemeyen gazetecilere!
Anladık, tüm insanlık onun işi. Ya memleketteki insanlık, adalet, eşitlik?
Dizileri vakit bulup izliyor mu bilinmez. Ama sayelerinde düştükleri derin çukurda beş para almadan sürünen milyonlarca yurttaşın gerçek hayat dizisinin saray televizyonlarında yayınlanmadığı kesin.
Yayınlansa, ucundan kıyısından mutlaka görür ve gerçek hayatta en çok söylenen, dünyanın belki de en ağır sözünü illa ki duyardı!
O söz, hayatın gerçeği dizisinin Akbelen sahnesi çekimlerinde bir kez daha yankılandı...
Ağaçları, doğayı katletmeyin diyen ve geleceği korumak için aylardır nöbet tutan köylü kadınların barındığı nöbet çadırları, pankartları emir alan jandarma tarafından önceki gün söküldü, yurttaşlar alanın dışına atıldı. Bütün bunlar da belge olsun diye kameraya alındı...
Nöbetteki köylü kadınlardan biri hiiiç rol yapmadı, yöre ağzı ile açtı ağzını yumdu gözünü. Karşısına diktikleri jandarmaya, kamera ile çekim yapan görevliye söylüyor gibiyidi ama aslında memlekete kıyanlara etti şu sözleri:
“Askersiz alamazlar. Şirket iki senedir alamadı. Unutmayın bu yüzü, çekin kameraya! Sizin önünüze dikilen, toprağı için direnen bu üç kadını unutmayın sakın. Hepiniz utancınızla yaşayın!”
Vay vay vay...
İnsan olana çok ağır be! Hele bu sözü duyduktan sonra yastığa başını koyup uyumak, bir şey olmamış gibi yaşamak, pembe tablolar çizip az sabır demek...