Bugünkü yazımıza, maalesef sahibini bulamadığım bir sosyal medya anlatısıyla başlayalım:

Daha yedi yaşlarımda traktörle çift sürüyordum. 

Traktör, makine ve ekipmanlarına merakım daha o yaşlarda başlamıştı. 

Öğretmen okuluyla birlikte, Çınarlı Meslek Lisesi’nin radyo-elektronik bölümünün gece eğitimini bitirdim.

Öğretmen okulunda öğrenciyken müdürümüz Tevfik Elmas’ın teşvikiyle, radyo-elektronik kolunu kurdum.  

★★★

19 yaşımda bir dağ köyüne tayin olduğumda, bilgilerimi hayata geçirmeye can atıyordum.

O yıllarda Grundig marka transistörlü radyolar 900, öğretmen maaşı da 450 liraydı.

Yani bir transistorlu radyo iki öğretmen maaşına satılıyor, insanlar düpedüz soyuluyordu.

İzmir’in Çankaya Caddesi’nde elektronik hurdacıları vardı. 

Atılmış radyo kondansatörleri radyonun kalbidir, gerisi kolay!

Hurdacıdan aldığım parçalarla bir radyo 30 liraya mal oluyordu.

Öğretmenlik yaptığım dağ köyünün, elinden marangozluk da gelen muhtarı İrfan, muhtarlık binasında bana yer verip bir de çalışma masası koydu.

★★★

Kolları sıvayıp radyo elemanlarını monte ettim.

En sona hoparlörü kalınca, muhtara;

“Tut şu kablonun ucunu, hoparlörün dibine değdir” dedim.

Değdirdiği gibi oyun havaları patladı, Ankara Radyosu çalıyordu.

Muhtar radyoyu kapıp sevinçle dışarı fırladı;

“Öğretmenimiz radyoyu icat ettiii!” diye bağırarak köy meydanındaki kahveye koştu. 

Köylü merakla kahveye doluştu.

“Üleen 900 gaymelik iş bu muymuş?” diyorlardı.

Onlar;

“Öğretmenimiz radyo icat etti“ dedikçe ben; “Başkası icat etti, ben imal ettim” diye uyarsam da onlar inatla; “Sen icat ettin” diyorlardı.

Önce muhtara, sonra da köylülerime radyo üretmeye başladım. 

Muhtar da radyolara kutu yapıyor, hoparlör çıkışının deliklerini açıyordu.

Kutunun yan tarafındaki kondansatör düğmesinden arama yapılıyor, skala olmasa da istasyonlar pekala bulunuyordu.

Kimseden para da almıyordum ama onlar da ikramlarla memnuniyetlerini gösteriyorlardı.

Radyoya kavuşmaktan herkes çok mutluydu.

Bir gün, bizim Uzun Memet radyosunu ağaca asmış tarlada çalışırken, devriyeye çıkan jandarma başçavuşu görüp yakalamasın mı?..

“Nedir ülen bu?”

- Radyo başefendi.

“Böyle radyo mu olur ülen?”

-Olur, öğretmenimiz icat etti.

“Neee, öğretmen kaçak radyo yapmış, tut onbaşı, zabıt tut!”

★★★

Zaptı tutmuşlar.

O yıllarda öğretmenlerin milletvekili gibi dokunulmazlığı vardı. Jandarma ya da polis karakoluna çağıramazlar, ilçe eğitim müdürü ifade alır, gerektiğinde savcılığa sevk ederdi.

Milli Eğitim Müdürümüz Ahmet Bey, “Öğretmenimiz bana bir uğrasın” diyecek kadar kibar biriydi. Yanına varınca beni alıp kaymakama çıkardı ve;

“O muhteşem mucit bu!” dedi. Kaymakam da suçumu yüzüme tebliğ etti. 

Radyoların yıllık vergisi vardı ve vergi kaçakçılığı nedeniyle radyo başına para cezası kesiliyordu.

İzinsiz radyo imal etmek ise casusluk gibi bir şeydi, sonunda hapis cezası verilirdi.

Savcılığa sevk etmemek için önce takdir edip, sonra bir sürgün cezası ile işi kapatarak, Ödemiş-Bozdağlar’daki  Kızılkeçili Köyü’ne sürgün ettiler.

Soruşturma kapanmış ama yurdumun geri kalmışlığının yaraları kapanmamıştı!

★★★

Bahar aylarında İsviçre’yi andıran Bozdağlar’a geldim.

Bozdağlar’ın tepesinde son köy Karakeçili... Yani buradan öteye sürülecek yer yok!

Köyü gezerken, içinde alabalıkların oynaştığı dere boyunda, terk edilmiş üç su değirmeni gördüm. Elektriklisi çıkınca, bunların pabucu dama atılmış. Birinin suyu var, kapağı kapatınca, türbininden çıkan su insana çarpsa parçalar!

Yazık canım, su boşa akıyor...

Ve o yıllarda hiçbir köyde elektrik yok.

Hafta sonunu dar ettim.

★★★

İzmir Sanayi Bölgesinde Manisalı Ahmet Tütüncüoğlu’nu buldum.

Derdimi anlatınca yardımcı olup, jeneratör için gerekli parçaları temin etmemi sağladı. Alternatör, voltaj aralığı sağlayan kolektör ve kondüktör, jeneratörün miline monte edilecek kayış ve türbin kanatlarını kaynak yapacağım değirmen çarkı...

Ahmet Bey, o iyi yürekli insan, hepsini köyüme kadar kendi cipi ile getirdi. 

Birkaç günde montajı tamamlayıp köy kahvesine, okuluma, camiye ve köy meydanına kılavuz aydınlatma için kablolar çektim. 

Açılış için akşam karanlığını seçtim.

Köylü merakla toplanmış bakarken, suyun kapağını açınca, ortalık gündüz gibi aydınlık oldu.

Suyun müthiş gücü neredeyse 15 köyü aydınlatacak elektriği üretebilirdi. Köylü sevinçten çığlık atıyordu.

“Sakın öğretmenimiz icat etti diye kimselere söylemeyin, başıma iş açarsınız” diye hepsine tembih ettim.

O gece devreyi hiç kapatmadım, nasıl olsa bedavaydı.

Sabaha kadar efeler zeybek oynadı, kimi duayla, kimileri rakı içerek karanlıktan kurtuluşu kutladı.

★★★

İki gün sonra basıldık. Tüm ilçe jandarması köyü bastı.

“Emir aldık, sökün bunları yoksa fena olur!”

Söktük.

Kasabaya indim ve ‘Sizin mevzuatınıza da, palavra eğitiminize de...’ diyerek istifamı verdim.

Ve denizlere açıldım...

Önce telsiz ve güverte vardiya zabitliği, ardından süper tanker süvariliği.

Yıllar sonra memlekete döndüğümde bir de ne göreyim;

İstanbul’daki yerel yönetim seçimlerinde iktidarı üç kez yenme başarısını gösterip 15 milyon kişinin imzasıyla CHP’den Cumhurbaşkanı adayı gösterilecek kadar sevilen Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, birçok ilçe başkanı ve onlarla bağlantılı oldukları iddia edilen çok sayıda kişi tutuklanıp cezaevine konulmuş.

Anladım ki yalnız ve güzel ülkemde “başarının cezasız kalmaması” gerçeği hiç mi hiç değişmemiş!