Amin Maalouf, Lübnan iç savaşına kadar Beyrut’ta gazetecilik yaptı. Yaşam olanağı kalmadığı için 1976’da Paris’e göç etti.
Romanları ile tanınan Maalouf, Ortadoğu halklarının geri kalmışlığına, çöküşüne dair araştırma kitapları da yazdı.
“Çivisi Çıkmış Dünya/ Uygarlıklarımız Tükendiğinde” kitabını 2009 yılında çıkardı.
Eserinde iki ulusalcı liderin; iktidarda 15 yıl kalan Atatürk ile iktidarda 18 yıl kalan Nasır karşılaştırması yaptı.
Her iki lider Batı sömürgeciliğe/ emperyalizme karşı mücadele etmişti. Peki:
-Atatürk başarılı olurken bir dönem Arapların ikonu Nasır nasıl başarısız oldu?
-Atatürk Türkleri birleştirirken, Nasır Arapları niye birleştiremedi?
-Atatürk Türkiye’yi çağdaş bir ülke yaparken, Nasır Mısır’ın geri kalmışlığına niçin çözüm üretemedi?
Uzatmayayım. Amin Maalouf Türk modelindeki başarının Mustafa Kemal’in askeri başarısından kaynaklandığını ve halkın bu başarıdan dolayı Atatürk’ün yeniliklerini itirazsız kabul ettiğini belirtti. Şöyle yazdı:
★★★
-“Nasır’ın izlediği yolu değerlendirmeden önce ‘yurtsever meşruiyet’ kavramını belirginleştirmek istiyorum. Özel, hem de çok özel, hatta belki de İslam aleminde bir eşine daha rastlanmamış bir örnekten, halkını yıkımdan kurtarmayı başarmış, bu yüzden de savaşçı meşruiyetini hak etmiş böylesi bir kozun ne kadar güçlü olabileceğini ve ondan nasıl yararlanabileceğini göstermiş bir önderden hareketle yapacağım bunu. Atatürk’ten söz ediyorum…
- “Halkı da Atatürk’ü izlemiştir. Çok da şikayet etmeden, gelenekleri ve inanışları altüst etmesine izin vermiştir. Neden? Çünkü halkını tekrar gururlandırmıştır. Halka haysiyetini geri veren kişi ona pek çok şeyi kabul ettirebilir…
-“Siyasette, dinin kendisi bir amaç değildir, düşüncelerden biridir yalnızca; meşruiyet en inançlı olana değil, mücadelesi halkınki ile aynı olana verilir…
-“Atatürk’ün elde ettiği meşruiyet onun ölümünden sonra da devam etmiştir ve bugün de Türkiye onun adına yönetilmektedir. Onun düşüncelerini paylaşmayanlar bile ona belli bir bağlılık sergilemek zorunda hissederler kendini…”
Amin Maalouf kitabının “Yoldan Çıkmış Meşruiyetler” bölümünde “meşrulaştırma” kavramını böyle ele alıyor.
★★★
Uzun girişi yapmamın sebebi; Maalouf ile aynı dönemde kitaplar yazan Daron Acemoğlu tezini, gelişmişliğin ancak Batı demokrasisindeki kurumlar/ kurumsallaşmalar ile oluşacağı üzerine inşa etti. Ona göre -Atatürk’ü de kabaca dahil ettiği- otoriterlik buna engeldi!
Kim haklı?
Örnekler üzerinde gideyim:
İstediğiniz kadar -en özgürlükçü olsa bile- Anayasa değişikliği yapın, iktidarın halkta meşruiyeti yoksa “ölü doğumdur” yapılan!
Keza: İki çarpıcı örnek vermeliyim:
-Osmanlı’dan Cumhuriyet’e halk savunma sanayiine daima maddi yardımda bulundu. Halk “peygamber ocağına” gözü gibi baktı. Oysa bugün mevcut iktidarın savunma sanayii fonuna katkı için kredi kartlarına getirmek istediği aylık 62 TL halktan büyük tepki aldı. Üstelik iktidarın “İsrail bize saldırabilir” psikolojik propagandasına rağmen!
Evet… Konu gelip hep siyasi meşruiyete dayanıyor.
- Sizi üç kez sandıkta yenmiş Ekrem İmamoğlu’nu “ahmak” dediği iddiasıyla yargıya baskınızla siyaset dışına çıkarırsanız halk bunun meşruiyetini sorgular… Hiçbir siyasi iktidar sürekli güç kullanma tehdidiyle var olamaz çünkü...
Toparlarsam:
Acemoğlu’nun tezinde “meşruiyet” kavramına pek vurgu yok. Afganistan ve Irak’ı “demokrasi getireceğiz” yalanıyla işgal eden ABD’nin meşruiyet sorunu varken, hangi kurum/kurumsallaşma başarısından bahsedilebilir?
Ana konu iktidarların meşruiyetidir. Ki bunun salt sandıkla, oyla/ demokrasi ile ilgisi yoktur. Nobel ödülü umarım benzeri tartışmalarımıza sebep olur.