27 Ekim 1917’de İngilizler, İşgal ettikleri Mısır sınırından Gazze’yi bombardımana tutarak başlattıkları Filistin savaşında, Gazze’yi geçip 7 Kasım 1917’de Kudüs’ü işgal etti. Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa Yahudiler tarafından işgal edilirken düşmana karşı mücadele eden Osmanlı Askeri, yerli halktan yardım görmedi. İslam’ın “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir” düsturu orada susmuştu. Osmanlı askeri, yerli halkın desteğini alamayınca Gazze’den, Kudüs’ten, Şeria’dan İngiliz uçaklarının ateşi altında şehitler vere vere Şam’a, Halep’e kadar çekilmek zorunda kaldı. Filistin böylece İngilizlerin eline geçti.
Şam’da ve Halep’te de evlerden askere ateş açıldı; Şerif Faysal ve Şerif Hüseyin’in emrindeki Arap güçlerinin İngiliz’e desteği, İslam kardeşliğini bozguna uğrattı.
Türk’ü, İngiliz mermisi değil, din kardeşinin düşmanlığı öldürdü! Filistinli dört yüz yıl kültürüne, diline dokunmamış, bilakis hizmet etmiş Müslüman Türk kardeşinin değil, gayrimüslim İngiliz’in yanında yer aldı.
Filistin Savaşı sonucunda Şam ve Halep de İngilizlerin eline geçti. Kilis’in güneyine kadar çekilen Türk Ordusu, bu savaşta on altı bin şehit, otuz beş bin yaralı, seksen beş bin esir verdi. Ve binlerce kayıp. Esir düşenler eziyet gördü, gözleri kör edildi ve birçoğu yerli halk tarafından şehit edildi. Askerimiz Halep’ten “İşte geldik gidiyoruz, şen olsun Halep şehri” diyerek çekildi, kırgın ve kızgın olarak... Trakya ve Anadolu topraklarından gelen, bıyığı yeni terlemiş civanmertler, Filistin’inde namertçe toprağa düşürüldü. Osmanlı, bütün cephelerde savaş halindeydi. Asker bir daha Filistin’e giremedi ve Filistin kalıcı olarak İngilizlerin eline geçti ve İngiliz mandası oldu.
SIRA YAHUDİ DEVLETİNİ KURMAYA GELDİ
İngilizler, dünyadaki Yahudilerin Filistin’e gelmesi için bütün yolları açtılar. Mehmet Akif Ersoy diyor ya, “Sahipsiz vatanın batması haktır, sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır”; Araplar, Türk ordusuna destek vermeyerek vatanlarına sahip çıkmadıkları gibi topraklarını para karşılığı Yahudilere devrettiler. Oysa Mete Han’ın ifadesiyle, “Toprak devletin temelidir, hiç kimseye verilmez.”
İngiliz hakimiyetinden sonra Yahudiler dünyanın her yerinden geldiler ve toprak satın alıp Filistin’e yerleştiler. 1939 yılına kadar Yahudi nüfusu 450 000’’e ulaştı. 1948’e gelindiğinde 650 000 olmuştu ve 14 Mayıs 1948’de Birleşmiş Milletlerin de yardımıyla İsrail Devleti kuruldu. Böylece İngilizler, Filistinlilerin yardımıyla Osmanlı’nın elinden aldığı Filistin’i, Yahudilere vermiş oldu.
Bundan sonra Arapların Filistin’den kaçışı başladı. Araplar Filistin’i boşaltıyor, Yahudiler gelmeye devam ediyordu. Yahudiler, Filistin topraklarında hiç yok iken bugün yedi milyonla Arap nüfusuna eşitlendiler. Ancak nüfus olarak eşitlenseler de Arapların toprağı yok denecek kadar az. O yok denecek kadar az olan yerler de şu günlerde uçak, tank, füze saldırısı altında boşaltılmakta.
Atalarımız, “Bir musibet, bin nasihatten yeğdir” demişler. Ne var ki, bu nasihatin artık Filistin halkına bir faydası yok. Terk ettikleri topraklara kalıcı olarak Yahudiler yerleşiyor ve geri dönmek artık imkânsız hale geliyor. Atatürk, “Uyuyan milletler ya ölür ya da köle olarak uyanırlar.” der. İngiliz’in uyuttuğu Filistinli, uyansa da köle durumuna düşmüş vaziyette. İsrail hasta, hastane, okul tanımıyor, bombalıyor; kadın, yaşlı, çocuk demiyor, katlediyor. Bu vahşeti, dünya seyrediyor. Diplomatik mesajların masumlara faydası yok. Filistinli, vatanını kaybettiğini İngiliz’in Filistin’e girdiği gün değil de bugün anlaması işten değil.
İsrail’in dünden bugüne yürüttüğü politika kaçırtma politikasıdır; başkasının tapulu yerine el koyma politikasıdır, yerleşimci adı altında Filistin topraklarını işgal ettirme politikasıdır. Ancak zulüm ateş gibidir, elinde tutanı yakar: “Zulm ile abad olanın sonu berbad olur.” Bunu Filistin’de gördük, İsrail’de de göreceğiz. Zulüm zirveye çıktığında oradan düşmesi mukadderdir. Ne güzel der Kur’an: ”Zamanı gelince zalimler, nasıl bir inkılapla devrileceklerini mutlaka öğrenecekler.” (Şuara/227)