Birkaç gün önce Pamukkale Üniversitesi Hastanesi’nde güvenlik görevlilerinin bir Fırat Kalkanı gazisini yere yıkmalarının görüntülerini izlemek tarifi imkânsız bir sızıyı yüreğime sapladı. Söz konusu gazinin ne yaptığını bilmiyorum. Mutlaka uygun olmayan bir tepki vermiştir. Uygunsuz bir tepki vermişse neden vermiştir? Uygunsuz bir tepki birilerine fiili bir saldırı olmadığına göre kendisine gösterilen tepkinin ölçüsüz olduğu açıktır. Bir gazi, toplumun şefkatinden başka hiçbir muameleye layık değildir.
Ama esas üzerinde durulması gereken, aynı gazinin eğer ortadan kaldırılmamış olsalardı herhangi bir askeri sağlık teşkilinde benzer bir tepki vermesinin pek olası olmadığı hususudur.
Ne yazık ki AKP iktidarı anlamsız bir şekilde TSK’nin askeri sağlık sistemini ortadan kaldırmıştır. Gazimizin, aynı dönemde benzer operasyonlarda yaralanan arkadaşları gibi, Fırat Kalkanı bölgesinde yaralandığında doğru düzgün bir sağlık desteği alamamış olma ihtimali vardır.
Bu nedenle Sağlık Bakanlığı 2018 yılında Zeytin Dalı Harekâtı esnasında iki yıl önce çeşitli hastanelere tayin ettiği cerrahları bölgedeki sivil hastanelere görevlendirmek mecburiyetinde kalmış, daha doğru bir sağlık hizmeti verilmesi çabası içine girmiştir.
TSK sağlık sisteminin ortadan kaldırılması akıl dışı bir tercihtir. Dünyada askeri sağlık teşkili ortadan kaldırılan ve bundan yoksun kılınan belki de tek ordudur!
Aynı süreç askeri yargı sistemi için de işletilmiş ve benzer bir yanlışa imza atılmıştır.
Veremin, sıtmanın, trahomanın, koleranın kol gezdiği koşullarda 1928 yılında kurulan Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün 1938 yılında Çin’e 1 milyon doz kolera aşısı gönderdiği teyitli bir bilgidir (Ulus Gazetesi, 27 Temmuz 1938 ). AKP rejimi 2011’de Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapatmış ve 2020 yılında korona salgını esnasında milyonlarca doz aşıyı Çin’den ithal etmek zorunda kalmıştır!
Devlet Planlama Teşkilatı ortadan kaldırılmıştır.
Kurumların ortadan kaldırılması yanında içinden çürütülmelerine de tanıklık ediyoruz.
En günceli TÜİK’dir ki çok açık bir biçimde enflasyon rakamlarını çarpıtmaktadır.
Yargıtay Balyoz davasında haklarında verilen beraat kararlarını bozduğu 7 sanık için “suç için anlaşma” diye bir suç uydurabilmiştir.
YSK 2017 halk oylaması esnasında mühürsüz oyları geçerli sayabilmiştir.
Yerel mahkemeler, hatta Yargıtay, AYM’nin kararlarını tanımayabilmektedir.
Okullarımızın durumu ibretliktir. Abbas Güçlü’nün X hesabında yaptığı açıklamadan Alan Yeterlilik Testi sonuçlarının vahim bir duruma işaret ettiğini anlıyoruz. Mesela matematikte 40/5.5, fizikte 14/2.2, kimyada 13/1.4, felsefe grubunda 12/1.9’dur. İktidarın en çok yatırım yaptığı din alanında başarı 6/1.2 düzeyindedir. Yeni müfredat programının eğitimi nereye götürmek istediği ise açıktır.
Üniversitelerin genel durumu ayrı bir soruna işaret etmektedir. 1973 yılında profesör olabilmek için 2 yabacı dil bilmek şart iken 1981’de 1’e indirilmiş, 2018 yılında baraj notu 55’e düşürülmüştür.
Prof. Dr. Engin Karadağ’ın belirttiği gibi Türkiye’deki 196 rektörün 68’inin tek bir uluslararası yayını yoktur. Yaptıkları yayınları hiç atıf almayan rektör sayısı ise 71’dir. Kılavuz karga meselesi…
Göçler İdaresi iki yabancı uyruklunun ikametgâhını İçişleri Bakanı’nın konutu olarak yazabilmektedir. İçişleri Bakanı 729.000 Suriyeli sığınmacının adreslerinde bulunmadığını saptamıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığı işlevinin dışına çıkarılmış ve yeni vesayet odağı haline getirilmiştir.
TBMM egemenliğin tecelli alanı olmaktan çıkarılmıştır.
Ülkenin ilk başkomutanı yüz yıl önce Cumhuriyet’i yeni kurumlarla donatmış, Osmanlı’dan kalanları da halka hizmet eder hale getirmişti. Son başkomutan ise bazı kurumları ortadan kaldırmak ve mevcutları içinden çürütmekle meşguldür!
Kurumları yozlaşan devletler kaosa sürüklenir, bedeli de millet öder.
Devrim-karşı devrim bağlantısını bu eksende değerlendirmenizi öneririm.