Sultanahmet Meydanı’nda yer alan Türk ve İslam Eserleri Müzesi, bence İstanbul’un en nadide müzelerinden biriydi.
Hem binası, hem içindeki eserler, hem de İstanbul’un en sıcak gününde bile insana serin bir soluk aldıran girişindeki ağaçlarıyla, muhteşem avlu ve bahçesiyle çok kıymetliydi…
İçindeki eserler hâlâ pek bir önemli. Ama gördüm ki müzenin içine büyük değer katan restorasyon, dışı için aynı özeni göstermemiş; mekanın ruhunu öldürmüş!
Biraz daha açayım.
PARGALI’NIN SARAYI
Müze ilk 1914’te, Süleymaniye Camii Külliyesi’nde açılmış. 1983’te de bugünkü yeri olan İbrahim Paşa Sarayı’na taşınmış.
Bina da bina hani. Yapımı 1482-1512. Roma dönemindeki tarihi hipodromun kademeleri üzerinde yükselen yapı, önceleri At Meydanı Sarayı olarak bilinirmiş. Kanuni döneminde ise adı, padişahın veziri Pargalı Damat İbrahim Paşa’yla birlikte değişmiş.
Günümüze kadar ulaşabilen çok az saraydaki özel saraydan biri. Ne düğünler, eğlenceler, kutlama ve isyanlar görmüş… Özel bir yer.

EŞSİZ BİR KAFE OLURDU ORADA
Ara sıra sırf bahçesine gidip oturduğum olurdu benim.
Orası, ilk defa gazetecilik dışında bir şey yapmayı istememe neden olan bahçeydi.
Muhteşem bir ilkbahar gününde o bahçedeki ağaçların altında otururken, büfenin ne kadar kötü işletildiğini düşünür, orada, son kullanma tarihinin limitindeki paket bisküviler yerine harika kek ve kurabiyeler satan, mis gibi çay ve kahve sunan bir kafe açmanın hayallerini kurardım.
SELÇUKLULAR TELİF Mİ İSTİYOR?
Ta yedi yıl önce Milliyet’te, ‘Müzelerde hediyelik eşya işini devlet yapamıyorsa bıraksın! Ben yaparım…’ başlıklı bir yazı yazmamın nedenlerinden biri de orasıdır.
İçerideki eserleri görüp de müzenin kapısında hâlâ nazar boncuğu, Ayasofya kartpostalları satılmasına dayanamazdım çünkü.
Aradaki yıllarda Bilkent Kültür Girişimi (BKG), hediyelik eşya işini ele alıp düzeltti ama yine ı-ıh.
Müze mağazasından alıp da üzerimde taşıyınca birinin “Sen bunu Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nden almışsın” diyebileceği tek bir şey yok. Hâlâ!
Selçuklular telif mi istiyorlar da oradaki muhteşem desenli toprak kapların birer örneği yapılamıyor ya da o desenlerden onlarca değişik ürün… Ben bunu anlayamıyorum!

HİPODROM KALINTILARI
Müze iki yıl boyunca restore edildi. 16.4 milyon TL harcandı. Yaklaşık 45 bin eserin büyük kısmı 100. yılda ziyarete açıldı.
Bir kere o tozlu vitrinler, köhne salonlar gitmiş, yepyeni, modern salonlar yapılmış. Hipodrom kalıntıları görünür hale getirilmiş.
Aradaki dönem anlatan animasyonlar da çok güzel. Çocuklar için de cezbedici.
Şu anda faaliyette olan Selçuklular sergisi de gezilesi.
İNGİLİZCE VAR, TÜRKÇE YOK!
Ancak… Müzeyi gezen her Türk’ün ‘Hilye-i Saadet’ ya da ‘Lihye-i Saadet2 nedir bilmesini bekliyor buradaki müzecilik!
Bir dolu hat yazısından oluşan bir tablonun yanında Hilye-i Saadet, Osmanlı dönemi, yılları ve hattatı yazıyor. Tam geçip gidecekken ‘İngilizce açıklamayı’ okuyunca anlıyorum bunun ‘Hz. Muhammed’in Görünüşü’ anlamına geldiğini mesela!
AĞAÇ KESİP YAPAY ÇİM EKMEK!
Ve bahçeye gelince! Dümdüz ve taş görünümünde.
Eski taşlar sökülmüş. Pek çok bitki, o gölge alanlar, çiçekler, rüzgar gitmiş. Duvar yükselmiş, meydan görünmüyor. Sadece küçük bir alan korunmuş. Oradaki bitkiler, lavantalar hoş. Yaşı 200’ü geçmiş ve ‘anıt ağaç’ ilan edilmiş Doğu Çınarı’nın içi özenle doldurulup bırakılmış bahçede.
Girişteki ağaçlar gitmiş, yerinde yapay çimler.
Rehberlerden müze çalışanlarına ve ziyaretçilere kiminle konuştuysam herkes, “Müze çok güzel ama bahçe, keşke o ağaçlar gitmeseydi…” diyordu.
Bu tip ‘yeniden düzenleme ya da planlama’ yapan herkesi sıcak bir İstanbul gününde ağaç gölgesi olmayan sokaklarda iki gün dolaştırmak istiyorum; belki planları değişir!