Siz evladı şehit olmuş bir aileye acı haberi vermeye gittiniz mi hiç?
Hayır mı?
O halde bir sosyal medya kullanıcısı komutanın ağzından, kendi duygularımı da katarak ben anlatayım...
Sabah daha mesaiye başlamadan yazılı bir emir düşer önünüze:
Şu ilçenin bu köyünden Ahmet oğlu Mehmet şehit düşmüştür.
“Allah’ım” dersin, “Dağa çıksam, üç gün aç susuz, uykusuz kalsam da şu haberi vermesem...”
Ama artık senin teninden farksız hale gelmiş tören üniformanı giyersin,
Birkaç Mehmetçikle birlikte, ambulansı alırsın arkaya, düşersin yola.
Vatandaş da öğrenmiştir artık;
Önde bir askeri araç, arkada bir ambulans ile geliniyorsa, bir eve ateşin düştüğünü...
Yaklaştığın her kasaba veya köyün buz kestiğini hissedersin.
İçinden geçip gittiğin her yer rahat bir nefes alır.
Sonunda varırsın gitmen gereken köye...
★★★
Askerde evladı olan her haneden inceden bir sızının yükseldiğini, “Aman bizim eve doğru gelmesin” diye dua edildiğini, kalp atışlarının nefes kesecek kadar çoğaldığını duyar gibi olursun...
Herkes donup kalmış gibi izler seni.
Hangi eve gidilecek diye ıstırap dolu bir merak sarar köylüyü...
Şehidin evine doğru yaklaşmaya başladığında, bahçedeki ihtiyarın büyülenmiş gibi sana baktığını, bacaklarının titrediğini, elindeki bastondan güç alarak zar zor
ayakta durmaya çalıştığını görürsün.
Ayakların geri geri gider.
Pencerelerde bir hareket başlar ve kapının önüne telaşla bir anne çıkar,
bir sana, bir arkandaki başları öne eğik Mehmetçiklere, bir de ambulansa bakar.
Sonra atar kendini yere...
Oğlu daha toprak altına girmeden, o ana düşer toprağa...
Kendini öyle bir vurur ki yere, zelzele oluyor sanırsın.
Konu komşu yığılır, bin feryat bin figana karışır.
Dersin ki kıyamet budur.
Kimi ana önce sana doğru koşar, ellerine sarılır, son bir umutla yüzüne bakar, “Yaralı değil mi komutan?” der;
Başını öne eğer, yutkunursun.
Bir süre hiçbir şey diyemezsin.
Dizlerinin bağı çözülür, “Allah’ım bana da şehit anasına da güç ver” diye yalvarırsın.
Sonra elini öper, çökersin anayla birlikte yere.
O ağlar sen ağlarsın, yer, gök, her yer, herkes ağlar...
Hemşire elinin titremesinden, gözünün yaşını silmekten, sakinleştirici iğneyi yapmakta zorlanır.
Baba...Fidan gibi evladını vatana feda eden o yüreği vatan sevgisiyle dopdolu yiğit baba...
Sicim gibi gözyaşları dökülürken gözünden, acıya gark olmuş bir gururla, “Vatan sağ olsun, vatan sağ olsun, şehit babasıyım ben” dediğini duyarsın.
Kimi içine akıtır gözyaşlarını, kimi öylece kalır, günlerce konuşamaz, kimi dua eder, kimi hain teröristlere beddua...
Kimi kendi saçlarını, kimi saçlarımızı yolar, ne şapka kalır başınızda, ne rütbe omuzlarınızda, söker atar...
★★★
Asıl büyük kıyamet bir iki gün sonra, gerçekle yüzleşildiğinde kopar.
Bu kez cenazeyle birlikte varırsın şehit evinin bayraklarla donatıldığı köye.
Köylü alır şehidini omuzlarına, yer yerinden oynar, ne protokol kalır ne düzen.
Kimi “Evladımı en son haliyle hatırlamak istiyorum” der, görmek istemez naaşını...
Kimi de ille de “Göreceğim” der.
Gösteremezsin ki;
Ya yüzünü ya da bacağını almıştır hainlerin bombaları...
Yanımızdaki bir üsteğmen ya da yüzbaşı, elindeki sadece isim hanesi değiştirilmiş standart şehit metnini okur.
“Şehidimizin kanı yerde kalmayacak,” diyerek,
bitirir hayatının en zor konuşmasını.
Geride vatan uğruna feda edilmiş bir hayat, bir şehit mezarı, yüreklerine korlar düşmüş, ana, baba, kardeşler ve bayraklar kalır...