Suriye’de yeni düzen kurulması çok zaman alacak ve zamanın neler doğuracağı belirsizlikle dolu. Ülkenin toprak bütünlüğü, siyasi birliği ve devlet egemenliği kavramlarının oturması, anayasal düzenin sağlanması gibi sorunlar bir yana; halkın barınması, beslenmesi ülkenin imarının sağlanması sadece iç dinamiklerin üstesinden geleceği bir durumu yansıtmıyor. Dış destek şart! Ama dış destek bağımlılık demektir ve pahalı bedeli gerektirir.

Bir ülkeyi yıkmak için sergiledikleri beceriyi yapmak için de sergileyebilecekler mi?

Türkiye açısından bakıldığında…

Batı’nın denetimindeki iki terör örgütünden biriyle (HTŞ) işbirliği yapıp, diğerini (YPG) tasfiye ederek Suriye’de yeni bir düzen kurmanın zorlukları siyasi iktidarın omuzlarına bütün ağırlığıyla çökmüş durumda.

BAAS iktidarının yıkılması sürecinin yan ürünü olarak ortaya çıkan ABD himayesindeki SDG’nin (PYD demek daha doğru) Suriye’de K. Irak benzeri bir yapıyı doğurmasından duyulan kaygı ve bu yıkımın en çok İsrail’e yaradığının giderek daha çok açığa çıkması; iktidarın kutladığı zaferin kalıcılığını tartışmalı kılıyor. Hemen değil ama zamanla daha iyi anlaşılacak bir konu…

Suriye’de yeni düzenin Türkiye açısından nasıl şekillenebileceğine iki işaret dikkat çekiciydi.

Birincisi 5 Aralık 2024 tarihli Milli Güvenlik Kurulu (MGK) bildirisidir. Bildiride, “(…) ülkemizin, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve birliğinin korunmasına her zaman güçlü destek verdiği ve gereken tüm katkıyı sağlamaya hazır olduğu” ifade edilmiştir. Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğine yapılması gereken vurgu, bilerek ülkenin “ülkenin toprak bütünlüğü ve birliğine” yapılmıştır. Üniter bir Suriye’den ziyade federatif ya da özerk yapıları barındıran bir Suriye’ye kapı aralanmıştır.

İkincisi Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Al Jazeera’ye verdiği mülakatta (Anadolu Ajansı, 19 Aralık 2024) kullandığı bir ifade benzer bir yaklaşımı çağrıştırmaktadır. Soru: “Türkiye açısından bakıldığında, Suriye’de bir özerk Kürt bölgesi veya Kürt oluşumu söz konusu olabilir mi? Yoksa Türkiye bunu bir tehdit olarak mı algılar”?

Cevap: “Benim Suriye halkı adına konuşmam doğru olmaz. Sorduğunuz husus, Suriye halkının bileceği bir iştir.

Bu iki mesaj da anlamlıdır ve gerçekçidir de! Mevcut koşullarda gerçekçi olmasına gerçekçidir ama Suriye macerasına girişilirken istenen son durum bu muydu? Bu sonuç için yola koyuldular ise, bu maceraya girmeye değer miydi? Ayrıca açılan kapının nelere gebe olduğunu tahayyül etmenin zor olmadığı dikkate alındığında, bir zaferden bahsetmek mümkün mü? Zafer ise nasıl bir zafer?

13 yıllık maceranın esas başarı kriterini bu noktada aramak gerektiği kanısındayım.

Bunca yıldır yıkıcı Suriye politikasına karşı çıkanlara, verili durumdan hareketle “Esat’çı” suçlaması yapmak, hem işin kolayına kaçmaktır hem de mevcut politikanın savunucularını tarihin kantarında tartılmaktan alıkoymayacaktır zira benim de aralarında bulunduğum bu insanlar “ulusal çıkarı” analizlerinin merkezine koymayı başarabilmiş olanlardır.

Artık parçalı bir Suriye kaçınılmaz olduğuna göre, güvenlik politikası yapıcılarına tek önerim; Türkiye-Suriye sınırında Türk ordusu ile Suriye merkezi devletinin ordusunun karşılıklı nöbet tutabilecekleri bir sonuç üretmelerini olmazsa olmaz olarak benimsemeleridir.

Önümüzdeki dönem, emperyalizmin etnik kökenlere, dinlere ve mezheplere göre toplumsal grupları tasnif etmenin ve bunu siyasi temsilin esas vasıtası haline getirmenin demokrasi diye yutturmasının ve yol açacağı yıkıcılığın yansımalarının yeni bir deneyini yaşayacağız. Umarım benzerine ülkemizde daha fazla kapı aralanmaz!