7-8 Temmuz 1919 sabaha karşı... Erzurum Kongresi hazırlıkları devam ediyor. Mustafa Kemal Selanik’ten arkadaşı Süreyya Yiğit ve eski Bitlis Valisi Mazhar Müfit Bey ile sohbet ederken aniden konuyu değiştiriyor.
- Mazhar not defterin yanında mı?
- Hayır, Paşam.
- Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel.
Mazhar defteri almaya gittiğinde Mustafa Kemal arkasından konuştu: Belleğimiz zayıfladığı zaman Mazhar’ın defteri çok işimize yarayacak!
Mazhar defteri getirdi, Atatürk sigarasından birkaç nefes üst üste çektikten sonra ciddi bir ses tonu ile, “Ama bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu” dedi.
Elbette paşam dedi ikisi de, o devam etti...
- Yaz... Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır. Bu bir! İki, padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır! Üç, örtünmek kalkacaktır. Dört, fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir!
Mazhar’ın elinden kalem düştü... Mustafa Kemal, “Neden duraksadın Mazhar” dedi. Odadaki üçlü samimiyetlerine dayanarak zaman zaman senli benli konuşabiliyordu. Mazhar gülümseyerek şunu dedi: Darılma ama paşam, sizin de hayal peşinde koşan taraflarınız var!
Mustafa Kemal, “Bunu zaman gösterir, sen yaz” diyerek sürdürdü: Beş, Latin harfleri kabul edilecek...
Anılarını kaleme aldığı Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber adlı kitabında o Temmuz gününü, Cumhuriyet’in ilanından bin 580 gün önce Cumhuriyet’i kafasına koymuş Atatürk’ü böyle anlatmış ‘defterin sahibi’ Mazhar Müfit Kansu.
***
1919’dan 1923’ün Ocak ayına gidelim. Mustafa Kemal, 4 ay sürecek uzun bir yurt gezisine çıktı. İzmit’ten İzmir’e, Adana’dan Konya’ya karış karış dolaştı. Her gittiği yerde ısrarla ‘milli hakimiyet’ vurgusu yaptı. Kimse anlayamasa da o kafasındaki planın altyapısını hazırlıyordu!
Belli olmuştu, 1923 çok şeylere gebeydi...
İsmet İnönü ve arkadaşları Meclis’e Türkiye Devleti’nin başkenti Ankara’dır şeklinde bir yasa önergesi getirdi. Önerge 13 Ekim 1923 günü kabul edildi. Ankara, küllerinden doğan bir ulusun başkentiydi artık.
Ve 29 Ekim 1923 saat 20:30... Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki 158 üyenin oyları ile Cumhuriyet ilan edildi. Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı olarak oy birliği ile seçildi. Atatürk kürsüye çıktı, kısa konuşmasının sonunda şöyle dedi: Daima milletin sevgisi ve güvenine dayanarak hep birlikte ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır!
Sonra?
Cumhuriyet kabul edilince kutlama konusunda yasal bir düzenleme, hazırlık, organizasyon yapılmadan, kimseciklere talimat verilmeden, bir Allah’ın kuluna telkinde bulunulmadan ne oldu biliyor musunuz...
Başta Ankara olmak üzere haberin yayıldığı, Atatürk’ün karış karış dolaştığı memleketin her köşesinde halk tarafından kendiliğinden kutlandı! 29 Ekim gecesi ve 30 Ekim’de gün boyu süren coşku, yürüyüşler halk tarafından kendiliğinden yapıldı. Memleketi bayram yerine döndürdü bu halk. Hem de kimse onlara bir şey demeden!
Bir yıl sonra 26 Ekim 1924’te 986 numaralı kararname ile Cumhuriyet’in ilanı 101 pare top atışı ve sade bir programla kutlandı. Halkın kendiliğinden bayram ilan ettiği tarihten iki yıl sonra, 2 Şubat 1925’te bir yasa ile 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı oldu!
Yani 29 Ekim, bu topraklarda halkın kendiliğinden bayram ilan ettiği tek gündü.
***
Memleketteki her kurum gibi Cumhurbaşkanlığı’na bağlanan TRT’nin yüreği insan sevgisi ile dolu, hassas ruhlu yöneticileri bugüne değin sanki bizden topladıkları çuvalla paraları ona buna dağıtmamış, Cumhuriyet’e yakışır programlar, belgeseller yapmış gibi, tam da Cumhuriyet’in 100’üncü yılında kalkıp şu açıklamayı yaptı...
“TRT, Cumhuriyet’in 100. yılı kutlamaları çerçevesinde düzenleyeceği ve tüm hazırlıkları biten eğlence odaklı konser ve gösterileri, Gazze’de yaşanan endişe verici insanlık dramı nedeniyle ileri bir tarihe ertelemiştir!”
Bunca yıl zerre anlayamamışsınız... Yahu bir kere Cumhuriyet eğlence değil ki...
Cumhuriyet, yönetimin bir adamın iki dudağı arasından alınıp kendisine bırakıldığı için, kendiliğinden sokaklara, meydanlara koşup kutlayan halkın zincirlerinden kurtulduğu gündür!
Sen eğlence diyerek TRT’de ötelesen ne olacak? Yasaklar vız gelir tırıs gider bu millete. Ağır başlıdır, neyi nasıl yapacağı iyi bilir. Cumhuriyet kutlanacaksa, hele o Cumhuriyet 100 yaşına basıyorsa ötelemeleri basar geçer.
Hem 21 yıldır yaşadıklarımız, kaybettiklerimiz, Cumhuriyet dönemi eserlerinin satılıp savılmaları, bir avuç yeni trilyonerin yaratıldığı, doğmamış bebeklerin bile borçlandırıldığı, Türkiye Cumhuriyeti pasaportu ile kapıdan çıkılamayan bu topraklarda eğlenecek hal mi bıraktınız bizde?
Sizleri bilemeyiz tabii... Biz yıllardır 23 Nisan’larda, 19 Mayıs’larda, 30 Ağustos’larda, 29 Ekim’lerde eğlenmiyoruz zaten!
“Nerede o güzel günler, dünyalık peşine düşmeyen, burnu düşse yalakalık yapmayan, önce vatan diyen, yol gösteren, uzağı gören, adil, fedakar insanlar” deyip için için ağlıyoruz...
Yani bakmayın milletin milli bayramlarda geçmişin gururu ve özlemiyle kuyruğu dik tuttuğuna. Durum hiç de eğlenceli değil!
Böyle düşünen birileri yoktur mutlaka(!) ama ya aradan çıkan olursa notu... Atatürk 5 Şubat 1924’te İzmir’de Uşakizade Köşkü’nde İstanbul’dan gelen gazetecilerle yemektedir. Cumhuriyet için şöyle der: “Büyük, önemli bir ınkilap oldu. Bu ınkilap milletin selameti namına yapıldı. Bu millet bazılarının anlamak istemedikleri gibi bir duraksama bulunmadığını ispat ederek Türkiye tarihinde bir cumhuriyet devri açtı!” Masadaki gazetecilerden Necmettin Sadak dayanamadı Atatürk’e o günlerde tartışılan soruyu sordu: Mademki bu meclis Cumhuriyeti ilan etmeye kendisini yetkili gördü. O halde bir başka meclis de başka bir oylamayla meşrutiyet ilan ederse ne yaparız?” Atatürk gülümseyerek, “Olabilir. Fakat hepsini sopa ile kovalarız” dedi!