29 Ekim 1923'te kurulan Cumhuriyet, o yıllarda özel sektör ağırlığının ve teknolojik koşulların yetersiz olması sebebiyle İzmir İktisat Kongresi’nde de alınan kararlar doğrultusunda hareket etti.
O dönemde devlet, ekonomik kalkınmada önemli bir rol oynadı. Devletçilik ilkesi, makine yatırımlarının yetersizliği ve işletmelerin küçük olması gibi sebeplerden ötürü bir zorunluluk haline geldi. Böylece Türkiye sanayileşme konusunda önemli bir atılım yapmaya başladı.
Bu dönemde Etibank, Sümerbank, Tütünbank ve Egebank gibi işletmelerin yanı sıra sayısız fabrika kuruldu. Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümüne kadar olan süreçte 1923-1938 arası Türkiye'nin ortalama büyüme hızı, 1929 buhranına rağmen yüzde 7,8 gibi rekor bir oranda seyretti.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİ
Ancak 1939-1950 dönemi, 1940'ların ilk yarısını esir alan İkinci Dünya Savaşı nedeniyle düşük bir büyüme performansına sahne oldu. Bu dönemde ekonomi ortalama yüzde 2 büyüdü. Türkiye ekonomisi 1939-1945 döneminde toplamda yüzde 33 küçülürken, savaş sonrası dönem olan 1946-1950 dönemindeyse yüzde 57 büyüdü.
Yine de bu dönemde tüm zorluklara rağmen, demiryolları atılımları, okuma yazma oranının artması ve Köy Enstitüleri'nin kurulması gibi çok sayıda kalkınma hamlesi gerçekleşti.
DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDEN PLANLI DÖNEME
1950 yılında Demokrat Parti iktidara geldiğinde, artık Cumhuriyet önemli sayıda yetişmiş insan biriktirmişti. Bu döneme kadar Osmanlı’dan kalan dış borçların da tamamına yakını ödenmişti. Ancak 1950 sonrasında ekonomiyi daha da liberalize eden Demokrat Parti, Türkiye'nin dış borç miktarını tekrar artırdı.
ABD tarafından gönderilen Marshall yardımları kapsamında Türkiye 1,5 milyar dolar aldı. Bu dönemde Türkiye dövizle borçlandı ve 1960 yılında dış borç miktarı 1,2 milyar dolar düzeyine yükseldi. 50'lerin sonunda ise ciddi bir devalüasyona gidildi ve ekonomide ciddi sorunlar yaşandı.
1961 Anayasası ise tekrar yeni bir dönemin başlangıcı oldu. 30’lu yıllarda başlayan ve Türk planlamacılığının öncüsü sayılan 5 yıllık sanayi planları, 1961 Anayasası ile plancılığın anayasal bir kimlik kazanmasıyla birlikte yerini 5 yıllık kalkınma planlarına bıraktı.
NEOLİBERALİZME GEÇİŞ
Ancak 1980'lerde neoliberalizme geçiş, Türkiye ekonomisinin ortalama büyüme hızını aşağı çekti. Birinci İlk 5 yıllık Kalkınma Planı'nın hayata geçtiği yıl olan 1962 ile neoliberal dönemin başlangıcı sayılan 1980 arasında Türkiye ekonomisinin ortalama büyüme hızı yüzde 6,5 olmuştu.
1970-1980 yıllarında ithal ikameci rejim, küresel petrol krizi, Kıbrıs Barış Harekatı ve haşhaş ekiminin serbest bırakılması sebebiyle ABD'nin uyguladığı ambargo gibi sorunlar nedeniyle Türkiye ekonomisinin ciddi sorunlar yaşamasına sebep oldu.
Yine de planlı dönemde yaşanan onca ekonomik ve siyasi krize rağmen yalnızca bir yılda küçülme yaşanırken neo-liberal dönemde ekonomi tam 5 kez (1980, 1994, 1999, 2001, 2009) küçüldü.
12 Eylül sonrasında Turgut Özal dönemi ile başlayan ekonomik serbestleşme ise rekabetçi döviz kuru ve ihracata açılma anlamına gelecekti. 100 yıllık ekonomi tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olan bu dönemde sanayileşme sistemi değişti ve ihracata dayalı, dışa açık ekonomi politikasına geçildi.
1953’te imzalanan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) ve Dünya Ticaret Örgütü’ne girişimiz nedeniyle ithalat rejimi zaten denetim altında olan olan Türkiye ekonomisi, 1980’den sonra ise iyice hizmet ve tüketim ağırlıklı bir ekonomi haline geldi.
90'lı ve 2000'li yıllar da Türkiye ekonomisinde büyük krizlere sahne oldu. 1994 ve 2001 krizleri Türk lirasının değerini çok sert bir şekilde düşürdü ve enflasyonu patlattı.
2001 krizinin ardından IMF ve Türkiye arasında anlaşma gerçekleşti ve IMF reformları tam gaz uygulanmaya başladı. Bununla birlikte sosyal güvenlik sistemi, sağlık sistemi, bankacılık sistemi, tarımsal üretim gibi pek çok alan baştan aşağı değiştirildi.
Gümrük korumasının kaybedilmesi, henüz sanayileşmesini tamamlayamamış bir ülke olan Türkiye'nin ithal malların rekabetine dayanamaması anlamına geliyordu.
1996'da Gümrük Birliği'nin imzalanması ve gümrüklerin sıfırlanması, 1999-2001 yıllarında Kemal Derviş aracılığı ile sanayileşmeyi caydırıcı ve tarımsal gelişmeyi sınırlandıran politikaların ortaya konması da Türkiye'yi tamamen ithalat bağımlı bir hâle getirdi.
CUMHURİYETİN MİRASINI YEDİLER
2001 krizinin ardından iktidara gelen AKP iktidarı da bu IMF politikalarını tam gaz sürdürdü.
AKP döneminde Devlet Planlama Teşkilatı kapatıldı. Türk Telekom, TÜPRAŞ, PETKİM, TEKEL gibi kritik işletmelerin yanında elektrik üretim ve dağıtımı gibi pek çok alan özelleştirildi. 1986 yılından AKP’nin iktidara geldiği döneme kadar 8 milyar dolarlık özelleştirme yapılırken, 2002’den günümüze toplam 63 milyar dolarlık satış gerçekleştirildi.
AKP dönemi, 2000'lerin başındaki IMF politikalarının tam gaz uygulandığı, özelleştirmelerin hız kazandığı, Cumhuriyetin bütün birikimlerinin satıldığı, kamu harcamalarının çalışanlar ve yoksullar lehine kısıldığı bir dönem olarak kayıtlara geçti.
Ayrıca bu dönemde yabancı sıcak para girişleri ve özelleştirmelerle birlikte enflasyonda düşüş ve TL'de geçici bir istikrar dönemi yakalandı.
Ancak ithalata, yüksek cari açığa ve yüksek dış borçlanmaya dayalı bu geçici istikrar dönemi önce 2008 küresel finans krizi, ardından da 2013'te küresel para musluklarının kısılacağı işaretleriyle son buldu.
2018 yılı ise Türkiye ekonomisindeki biriken sorunların krize dönüştüğü yıl oldu. Türkiye'de siyasi rejim değişikliğiyle parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilen 2018'de Türk lirası hızla değer kaybetti.
2021 yılında başlayan faiz indirimleri ile Türk lirasının değeri daha da düştü ve Türkiye, 1990'lı yıllarda yaşadığı aşırı yüksek enflasyon dönemine geri döndü.
Türkiye'de enflasyon 1990'lı yıllardaki seviyelerine dönerken Tüketici Enflasyonu da AKP öncesi seviyelere geri dönüş yaptı. Bu dönemde ücretli kesimlerin milli gelirden aldığı pay azalırken servet sahiplerinin gelirleri arttı.
Öte yandan AKP döneminde sıcak para ve dış kaynak bolluğu ile artan kişi başı milli gelir, yaşanan kur krizinin ardından 2008 krizi öncesi seviyelere döndü.
Türk lirasından 6 sıfır atıldıktan sonra 1 doların 1 lira seviyelerine yaklaştığı yıllardan sonra Cumhuriyetin 100. yılında kur 30 liraya, enflasyon ise 3 hanelere yaklaştı. Milyonlarca asgari ücretli açlık ve yoksulluk sınırının altında çalışmaya mahkum edildi.