TBMM Genel Kurulu'nda hakkında verilen gensoru önergesinin gündeme
alınıp alınmamasına ilişkin görüşmelerde söz alan Ala, Türkiye'nin büyük bir
devlet olduğunu, bu nedenle ülkenin sorunlarının da fırsatlarının da
tehditlerinin de büyük olduğunu ifade etti.

Türkiye'nin küçük bir devlet gibi davranamayacağını, basit hesapların
arenası olamayacağını kaydeden Ala, "Meselenin basite indirgenip polis
raporlarıyla, memur, müfettiş raporlarıyla son derece yüzeysel analizini yapmak
ve bazı değerlendirmelerde bulunmak mümkündür. Ama bu milletin bize verdiği
emanetin karşılığını bu kadar düşük bir seviyede değerlendirme lüksüne sahip
değiliz. Bizim zihnimizi rahatlatabilir, zihinsel konforumuz için bu yararlı
olabilir ama evinde çocuğunun geleceğini düşünen, eşinin geleceğini düşünen,
kendi milletinin geleceğini düşünen insanlara haksızlık yapmamak için daha yüksek
bir siyaset anlayışının tezahürü olan bazı değerlendirmeleri sizlere sunmak
istiyorum" diye konuştu.

Ala, şöyle devam etti:

"Türkiye'nin en önemli kazanımı bu Meclistir. Bu Meclis burada olduğu
için, açık ve çalışır olduğu için, etrafımızda, bu coğrafyadaki bütün o
olumsuzlukların buraya sirayet etmesini önlemiştir ve önlemektedir.

Yanı başımızdaki ülkelere baktığımızda görüyoruz ki doğal kaynakları
daha fazla. Nereyi kazsanız petrol fışkırıyor. Ama maalesef bir facianın
eşiğindeler ve bir facia yaşıyorlar. Bizim yer altından çıkan petrolümüz yok,
doğal kaynaklarımız çok zengin değil ama bizim siyasi istikrarımız var ve o
siyasi istikrarı sağlayan işte bu Meclis.

Zaman zaman oturduğumda benim, haşa, talimat verdiğim gibi bir takım
cümleler kullanıldı. Şunu söyleyeyim: TBMM'den talimat alırım ve bu benim için
onurdur. Hiç kimse de bu Meclis'e, bu Meclis başkanvekiline ve başkanlarına
talimat veremez.

Verecek olanın karşısında, daha önce darbe girişimlerinde bulunanların
karşısında durduğumuz gibi dururuz. Darbe hangi enstrümanla yapılıyorsa onunla
karşısında durulur; tankla yapılıyorsa üzerine çıkılır, kılıf uyduruluyorsa kılıf
yırtılır, atılır."

DARBELERLE MİLLETİN ÖNÜ KESİLMEYE ÇALIŞILDI

Türkiye'nin çok önemli bir siyasi geleneğe sahip olduğuna işaret eden
Ala, "Türkiye'de milletin iktidar olacağı Türkiye Cumhuriyeti kurulurken
yazılmış, söylenmiştir. Kayıtsız, şartsız egemenlik milletindir.  Ama millet hep
bunu bekledi, zaman zaman fırsat eline geçti, hükümet oldu, tam iktidar olacağı
zaman 1960, 1970, 1980, 28 Şubat ve 27 Nisan gibi dolaylı ve doğrudan darbelerle
bu milletin iktidar olmasının önü kesilmeye çalışıldı" dedi.

Ala, şöyle devam etti:

"Yerine ne kuruldu? Yerine kapalı bir sistem kuruldu. Kapalı sistemin
bir statükosu var ve bu statükonun sistem içerisinde müttefikleri var. Bu
müttefikler statükoyla iş birliği yaparak milletin iktidarının önüne engel
çıkarmayı, millet adına yapmışlardır zaman zaman. Ama bundan sonra bir daha
başarılı olamayacaklar. Bu kapalı sistemde çoğu aktörler problemden beslenir.

Yani sorundan beslenirler ve bu kapalı sistem düşmandan beslenir,
düşman yoksa bile üretir. İşte dindarların başörtüsünün yasaklanması bu düşman
üretme refleksinin bir sonucuydu. Yani, hiçbir şey yok, sorun yok, düşman lazım
ama ayakta durması için sistemin, statükonun. Başörtüsünü yasakladı ki düşman
olarak tanımlasın ve onu tüketerek ayakta dursun."

YIRTIP ÇÖPE ATTIK

Çözüm sürecine değinen Ala, "Diyarbakır Cezaevi'nin zulmünü bilmeyen,
bu meseleyi çözümde bir katkıda bulunamaz. İnsanların ana dillerini yasaklamayı
kınayamayanlar burada bu meselenin çözümüne katkıda bulunamaz" ifadelerini
kullandı.

Bulgaristan'da Türklerin isimleri, dili yasaklandığında siyasal
bilgiler öğrencisi olduğunu belirten Ala "O Saraçhane'de en önde yürüyordum, yine
yürürüm. Protesto ediyordum çünkü benim dilim yasaklanıyordu. Benim dilim
yasaklandığı zaman hangi tepkiyi koyuyorsam benim kardeşimin, o Kürtler de benim
kardeşimdir, onların dili yasaklandığında aynı tepkiyi koyarım. Önemli bir
mevzuyu konuşuyoruz. Biz devlet-i aliyye-i Osmaniyye'nin mirasçısıyız. Biz küçük
düşünemeyiz" diye konuştu.

Sorunlara karşı çözüm üretilmesine gerektiğine dikkati çeken Ala,
şöyle konuştu:

"1990'lı yıllarda ben yine o bölgedeydim. Köylere, vatandaşın
tabiriyle ve bizim tabirimizle ambargoyla yani o zamanki yönetimlerin, gıda
kısıtlamasıyla gıda götürülürdü. 250 gram çay, 100 gram şeker, 1 tane ekmek.
Şehirler arasında, ancak konvoyla yolculuk yapılabilirdi. İlçelerin yolu tamamen
kapalıydı. O zaman milyonlarca insan, yüz binlerce insan köylerinden, yerlerinden
sürüldü. Bir siyasi inisiyatif yoktu, siyaset darmadağındı. Onun için siyasi
inisiyatifin, siyasi istikrarın kıymetini bilmek ve bunu baş üstünde tutmak
lazım.

Açık konuşacağım. Size de bunları söyleme fırsatı verdiğiniz için
teşekkür ediyorum gensorunuza. Bizim derdimiz, milletten gensoru almayalım.

Bizim oralardaki oylarımıza bakın.12 tane büyük il var problemin en
çok yaşandığı yer, en çok bu konuda konuşanların oylarına bakıyorsun yüzde 1. O
zaman millet gensoruyu çoktan vermiş. Onun için, ben bu gensoruyu teşekkürle
karşılıyorum, bunları milletimizle ve Meclisimizle paylaşma, arz etme fırsatını
bulduğum için.

Bu Meclis'i saygıyla selamlıyorum, 10 senedir, 13 senedir siyaseti
dimdik tuttu her türlü saldırıya karşı. Biraz insanlar siyasi inisiyatifi
alabilip politika üretebilseydi o insanlar köylerinden göç ederken şehirlerin
etrafına bugün TOKİ'yle yaptığımızın yüzde 10'u yapılabilseydi, o çocukları biz
okula alırdık. Şehirlerin etrafında perperişan olmazlar, bu kadar göç olmazdı.

Şimdi, bazı arkadaşlarımız demokrasiyle terör arasındaki ilişkiyi
doğru dürüst kuramıyor olabilirler. Demokrasi teröre olan desteği azaltır. Halkın
sisteme olan, halkın adalete olan güvenini artırır. İnsanlar temel hak ve
özgürleri için birçok sıkıntıyı göze alırlar. Onun için oraya müdahaleye hep
birlikte karşı durmalıyız, siyasete müdahaleye hep birlikte karşı durmalıyız.

Türkiye'nin kurulduğundan beri iki temel problemi vardır. Birincisi,
din ve vicdan özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Bu konuda 28
Şubat'ın bütün teferruatını, yasasını, mevzuatını, İrticayla Mücadele Belgesi'ni
yırtıp çöpe attık, üstüne de kapağı örttük. İkincisi, bakın, hiçbir şey olmadı,
herkes burada. Hani 'şu gelecek, bu gelecek' diyordu."

SALON SİYASETİ

Demokratik açılım sürecinin 2009 yılında başladığını, ardından Milli
Birlik ve Kardeşlik Projesi ve çözüm sürecinin geldiğini anlatan Ala, hepsinin
provokasyonlarla sekteye uğratılmaya çalışıldığını vurguladı.

Oslo görüşmelerinin, devletin kendi birimi içerisinden sabote edilerek
dışarıya sızdırıldığını, Habur provokasyonu yaşandığını anımsatan Ala, "Birinde,
MİT bu işleri yürütüyor diye mahkemeye çağrıldı. 7 Şubat darbesi oldu. 8 Mayısta,
terör örgütü dedi ki: 'Ben dışarıya çıkıyorum.' Görüşmeler yapıldı, 8 Mayısta
dışarı çıkma kararı aldı, 28 Mayısta Gezi olayları başladı bu ülkede ve bir büyük
provokasyon. Ondan sonra, o provokasyon olunca bu sefer yine kesintiye uğradı. Bu
sefer tekrar toparladık. 17, 25 Aralık darbe girişimi. Sonra yine toparlandı, bu
sefer de 6-7 Ekim olayları" diye konuştu.

Efkan Ala, farklı siyasi düşüncelerin olabileceğini ancak herkes
milletin geleceği için çalışması gerektiğini belirterek, "Hazineden maaş alanlar
sadece devlet değildir, hazineye vergi verenler de devlettir, onlar biraz daha
fazla devlettir.  Onun için, önce, oralarda teşkilatlanmaya bakın, o bölgede de
teşkilatlanmaya bakın lütfen, bakalım. Yoksa, burada, çok önemli ama sadece salon
siyasetiyle elbette milletin derdine deva bulmak çok zordur" dedi.

Ala ayrıca, Anayasa'nın en kısa sürede değişmesi gerektiğini, çünkü
milletin iradesinin satır aralarında gasbedildiğini ifade etti.

Ala hakkındaki gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edilmedi.

İÇ GÜVENLİK PAKETİ

Genel Kurul'da daha sonra iç güvenlik paketi üzerinde görüşmelere
geçildi.

HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken ve CHP Grup Başkanvekili Engin
Altay, iç güvenlik paketinin ilk 3 maddesinin görüşmelerinin usulsüz bir şekilde
yapıldığı, İçtüzük ve Anayasanın ihlal edildiği yönündeki başvurularını
hatırlatarak, Başkanlık Divanı'nın toplanarak bu konuda bir karar vermesi
gerektiğini belirtti.

TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu ise Başkanlık Divanı'nın toplama
yetkisinin kendisinde bulunmadığını ifade etti. İtirazların devam etmesi üzerine,
Mumcu, partilerin grup başkanvekilleriyle görüşmek üzere birleşime ara verdi.