Sen hiçbir yılbaşı gecesi, cama vuran kar taneleri birer damla suya dönüşüp aşağı doğru kayarken, ve sokaktan geçen eli paketli babalara bakıp bakıp...
Yanağındaki damlaları elinin tersi ile silip...
Gelemeyeceğini bile bile babanı bekledin mi?

*

Bir anneyi anlatırlardı kulaktan kulağa...
Her gece 23.00 otobüsünü bekledi...
Oysa oğlunun hapiste olduğunu biliyordu, yine de saat yaklaştığında kalktı, sancılı ayaklarını ovuşturdu, merdivenlerden indi durağa gitti...
Bekledi tam dört sene...

*

Yalvarmıştı:
“Sevgilim ölüyor, onu son bir kez göreyim...”
Karısının kanser olduğunu çoktan söylemişlerdi gardiyanlar, geceleri ağlamak için koğuş arkadaşlarının uyumasını bekliyor, sesi duyulmasın diye başını yastığın altına sokup ağlıyordu...
Bir ömrü birlikte geçirmiş, her şeyi paylaşmış, kötü günleri paylaşmak için de söz vermişlerdi, sözünde durup yetişmek istedi...
İzin vermediler...
Son nefesinde, son kez kapıya baktığını anlattıklarında, o gün yastığın altına başını gizleyip ağlamak için geceyi bekleyemedi... Herkesin içinde  koca adam, çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlarken “özür dilerim”dedi..

*

Acılarını deşmemek, onları tekrar üzmemek için tanık olduğumuz acıları isimlendirmiyorum...
Tanık bu yazıyı okuyan herkestir, televizyonlardan olanları izlerken içi yanmayan, gözünü silmeyen kaldı mı?..
Çok acı, çok gözyaşı, çok kan var çok...

*

Şimdi gözlerimizin içine baka baka “Aldatıldık” diyebiliyor...
Doğru değil...
Peki “kumpas“ itirafından bu yana süre gelen kıyım... Şu hırsızı koruyan, masumları kovalayan çarpık hukuk... Şu çocukların bile annelerinin yanından alınıp götüren zulmün  adaleti... Şu sokaklarda polis çocukları takır takır vurup öldürürken,  TBMM’den yeni bir “vur” emri... Yargılanan ya da hapishanelerdeki profesörler, gazeteciler, üniversite öğrencileri, hatta çocuklar...
Sokaklarda bu kan...
Bu korku...
Sizce “aldatılmış” gibi mi?..

*

Bu kez de “Aldatıldık” diyerek aldatmaktasın...
Çok günahın var, çok...
Kurtulamazsın...