Sevgili okuyucularım, devlet yönetimi partizanlığa alet edilirse, işte böyle olur!
Son günlerde bürokrasinin AKP’den adaylık başvurusu yapanlar tarafından nasıl boşaltıldığını hep birlikte izledik.
MİT Müsteşarı’ndan rektörlere, genel müdürlerden başkanlara kadar irili ufaklı bir sürü şahıs istifa etti. Hiç kuşkunuz olmasın, pek çoğu aday yapılmayacak ama seçim sonrasında her birine özel makamlar verilip özel maaşlar bağlanacak.
Devlet, partizanlık yapma yeri değildir. Devletin görevlileri anayasa ve yasalara uymakla yükümlüdür.
Son günlerde başımıza bir Edirne Valisi çıktı.
Vali!.. Devletin ve hükümetin bir ildeki en üst düzey temsilcisi... Devletin saygınlığını korumakla görevli...
Bu vali acayip şeyler söylüyor, acayip işler yapıyor. Bazen güldürüyor, bazen düşündürüyor.
Son marifetini herhalde biliyorsunuz.

* * *

Edirne’de bir ilkokulda çocuklara süt dağıtımı yapılacak. Öğretmenler tahtaya tebeşirle “Sağlık için, süt için” yazmışlar.
Dursun Ali Şahin isimli vali sınıfa giriyor ve bu ifadeyi tahtaya Arap harfleriyle (sağdan sola) yeniden yazıyor.
Kime?.. Sınıftaki küçücük birinci sınıf öğrencilerine!
Bayım, senin belki haberin yoktur ama bu ülkede Atatürk tarafından taaa 1928 yılında Harf Devrimi yapıldı ve o eski, anlamsız Arap harfleri tarihin çöplüğüne atıldı.
İnanmazsan aç Anayasa’nın 174. maddesini ve zahmet olmazsa oku...
Harf Devrimi dahil devrim yasalarından herhangi birinin Anayasa’ya aykırı olduğu iddia edilemez ve bu doğrultuda yorumlanamaz.
Adam koskoca vali olmuş, gidip tahtaya Osmanlıca (!) yazıp kendince atraksiyon yapıyor.
Bunu gören gazeteciler kendisine soruyor:
“Niçin Arap harfleriyle yazdınız?”
Yanıt muhteşem!
“Dikkat çeksin diye. Şimdi de siliyorum.”
Amacı dikkat çekmekse, sınıfta soyunsaydı belki daha başarılı olurdu!
Devletin değil hükümetin valisi.

* * *

Ama bu, vali Dursun’un ilk marifeti değil! Edirne’de Yahudilere ait eski bir sinagog onarılmış ve müze olarak hizmete açılıyordu. Aynen şöyle dedi:
“O eşkıya kılıklı insanlar Mescid-i Aksa’da (Yahudiler Kudüs’te) Müslümanları öldürürken biz burada onların sinagoglarını yapıyoruz. Bunu içimde büyük bir kinle söylüyorum.”

* * *

Sonra kafayı Edirne ve Trakya’da sayıları epeyce fazla olan Roman vatandaşlarımıza taktı.
Romanları bilirsiniz... Yaşamları şarkı söyleyerek, çalgı çalarak, oynayarak geçen, hayatı hafife alan, dinle imanla pek ilişkisi olmayan, ekmeğini taştan çıkaran insanlardır. Dünyanın her yerinde böyledir.
Vali Dursun bu konuda da konuştu ve bir müjde (!) verdi:
“Edirne’de Roman vatandaşlarımızı hafız yapacağız. Din görevlisi olacaklar. Çocukları için Kuran kursları açıp onların sesinden yararlanacağız!..”
Romanlar ve Kuran kursu!..
Romanlar, hafızlık ve din adamlığı!..
Tövbe de Vali Bey, tövbe de!..
İşte bu şahıs Edirne’de devletin valisi.

* * *

Şimdi iktidarı Tayyip-Ahmet ikilisi dahil Osmanlıca merakı sardı. Buldukları her boş yere Arap harfleriyle bir şeyler yazdırıp Cumhuriyet devrimlerinden ve Atatürk döneminden kendilerince intikam alıyorlar...
Ahmet’in katıldığı bazı AKP il kongrelerinde Osmanlıca-Arapça afiş ve pankartlar...
Sivas’ta Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından adliyede görevli hakim ve savcılar için açılan Osmanlıca kursu...Ne yapacaksınız, yoksa elinizde Arapça-eski yazılı dosyalar mı var!
Kabızlık çeken iktidar, çözümü ıkınmakta arıyor...
Ikınıp bağırsakları boşaltmanın tedavisini Osmanlıca’da arıyorlar ama geçmiş olsun, bu saatten sonra faydası yok.
O devrimler çoktaaan yapıldı, eski camlar bardak oldu.
Aksini iddia ediyorsanız o utanç verici yandaş gazetelerinizi Arap harfleriyle çıkarsanıza!

Bay Abdullah’ın cömertliği


Sevgili okuyucularım, cumhurbaşkanlığı seçimi geçtiğimiz ağustos ayında yapıldı. Çankaya’dan ayrılan Bay Abdullah oradan doğruca yeni makamı (!) olan devlete ait Huber Köşkü’ne yerleşti.
Aradan altı ay geçti, yaşamını ailesiyle birlikte orada tam pansiyon sürdürüyor.
Emrinde aşçılar, garsonlar, özel sekreterler, hizmetkarlar, korumalar ve son model Mercedes makam araçları... O görkemli köşkte yatıp kalkıyor, yiyip içiyor. Afiyet olsun!
Defalarca yazdık yanıt istedik, ağzını bile açamadı.
En sonunda tepkiler artınca başkalarının ağzından bir açıklama yaptırdı. İstanbul Beykoz’da villası yapılıyormuş da, bitmesini bekliyormuş da, falan da filan da!..

* * *

Açıklamasını özetliyorum, ister gülün ister ağlayın:
“Bu konuda basında spekülatif haberler yer almaktadır.”
Hayır, bu konudaki haber ve yazıların tamamı yüzde yüz kesinlikle doğrudur. Altı aydan beri orada kalmıyor musun, hangisi yalan?
“Yeni evinin inşasıyla ilgili mücbir (zorunlu) sebeplerden kaynaklanan gecikme ve cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın teklifi üzerine geçici olarak cumhurbaşkanlığı Tarabya yerleşkesini (Huber Köşkü’nü) kullanmak durumunda kalmıştır.”
Pası Tayyip’e atıyor, onun teklifi ile geçici olarak gelmiş! Geçici buysa, iyi ki kalıcı olarak gelmemiş. Yoksa sonsuza kadar Huber’de yatıp kalkardı.
Bu ne bitmez ev inşaatıymış be kardeşim, yoksa 50 katlı gökdelen mi yaptırıyorsun! Yerleşecek başka yer mi yok Türkiye’de?
“Tarabya yerleşkesinde kendileriyle ilgili yapılan tüm masraflar Sayın Abdullah Gül tarafından bizzat karşılanmaktadır!”
Herhalde elektrik, su, ısınma, yeme içme, yatak, çamaşır falan olsa gerek!
Bay Abdulah’ı işte şimdi çok takdir ettim! Cömertliğin, eli açıklığın bu kadarına helal olsun.
Kendisinden yine de istirham ediyorum, bir an önce taşınsın...
Çünkü sırada ben varım!.. O çıkınca Huber’e geçip ben ense yapmayı planlıyorum.
Kabul edildiğim takdirde tüm masraflar bizzat benim tarafımdan karşılanacaktır.
Helal sana bu yollar Abdullah Bey, kim ne derse desin sen keyfine bak!